- Kategori
- Kitap
Tozlu Altın Kafes

Kitap Adı : Tozlu Altın Kafes
Yazar Adı : Nazlı Eray
Yayınevi : Doğan Kitap
Türü : Anı
Basım Tarihi : 2011
Sayfa Sayısı : 376
Nazlı Eray severlerin mutlaka okuması gereken bir kitap Tozlu Altın Kafes. Edebiyatımızın kızıl saçlı kraliçesi hatıralarını paylaşıyor okurlarıyla. O anıları okurken, hayalgücünün buğulu zirvesinde yaşayan bir yazarın sırlarına ortak olabilmenin anlatılmaz hissi kaplıyor ruhunuzu baştan sona.
Bu, bir biyografi kitabı değil. Kronolojik bir sıra takip edilmemiş. Nazlı hanım, onu etkileyen anılarıyla bir yolculuk sunuyor bizlere.
On sekiz yaşının bahar rüzgarları başında esen bir Nazlı var ve delicesine aşık olduğu Ege. Yazarımız, 60’lı yılların masumane bir aşk hikayesiyle, eski İstanbul’da gezintiye çıkarır bizi. Bu aşkta yaşadığı hayalkırıklığı, onu çok sevdiği bu şehirden uzaklara, Ankara’ya götürecek, bir evlilik ve ikiz kızlarıyla yeni bir hayata başlayacaktır.
Sonra tam iki buçuk yıl süren hastane günleri çalar kapısını. Kötü günler. Onu çocuklarından ayıran, ölümün eşiğine getiren sisli günler. İlk aşkının hayal kırıklığıyla bıraktığı yazma serüvenine, hastane anılarıyla yeniden döner. O acılı zamanlardan hikayeler çıkarır.
1990 yılında Metin And’la yaptığı ve altı yıl süren evliliği vardır sırada yaşaması gereken. Başkentin protokol yolunda, Huzur apartmanında gizemli bir evde sürecektir bundan sonraki hayatı. Nazlı Eray esrarlı şeylere hep ilgi duyduğundan, bu ilginç ev de ona çok cazip gelir. Kendini Alice Harikalar Diyarında gibi hisseder. Bir masal dünyasındadır artık. Sekiz bin film, binlerce kitap, duvarlarda maskeler, Polonya’daki toplama kampından gelmiş, şimdi lamba olarak kullanılan gerçek bir kurukafa, yüzlerce kadın fotoğrafı ve daha bir çok enteresan eşyayla dolu bir ev. Kızıl saçlı kraliçemiz bu evi,” konuşan ev” diye betimler. Kültürlü, entellektüel, yaşanmışlıklarla yüklü bir adamın sığınağıdır burası. İlk başlarda hoşuna giden bu mekanı, zamanla evi gibi hissedemez. Kitaplara, filmlere dokunması yasaktır. Aynanın önünde bir eşyasını bırakması, dolaşmak için dışarı çıkması bile sorun olmaktadır. O evde kendine ait hiç bir şey yoktur, hatta yazı yazacağı bir masası bile. Kocası neredeyse hiç uyumayan, saatlerce iki ayrı televizyonda, aynı anda farklı şeyler seyreden, kaprisli, sinirli bir adamdır. Kızdığında, onu ağzından alevler çıkaran bir ejderhaya benzettiğinden, yaşlı ejder ismini takar eşine.
Kendi kabuğuna çekilmiş bir erkeğin yaşlılık dünyasına adım attığını farkettiğinde, oradan kaçıp kurtulmak ister. Psikolojik bir işkenceye dönüşmüştür evliliği ve tek dert ortağı yakınlarda oturan, Müren abla diye hitab ettiği arkadaşıdır. Bu ev artık onun için tozlu bir altın kafestir.
Nazlı Eray’la anılar arasında dolanırken, kah, Galata kulesinin terasından bakıyoruz hayata, kah Kalamıştan, kah Caddebostandan. Zaman zaman Ankara’nın sokaklarını arşınlıyoruz, kimi kez eskilere ait bir günlüğün sayfalarına dalıp gidiyoruz.
Yine ustalığını konuşturan yazarımız, hatıraların arasına, birer küçük yıldız gibi parıldayan fantastik öykücüklerini de serpiştirmeyi ihmal etmiyor. Yaşlı ejderin seyrettiği ilüzyon gösterilerindeki sarışın kadın, bir öyküde kasiyer olarak çıkıp karşımıza, şaşırtıveriyor bizi. Hastanedeyken ona bakan Reşide hanımın iç dünyasına doğru çekiveriyor ellerimizden. Metin And’ın eski karısının telefon defterinden bir hikaye kurgulayıveriyor birden. Sürprizleriyle harmanladığı anılarla kucaklıyor okuru.
Ölmüş bir insanın özel hayatından bahsettiği yolundaki eleştrilere verdiği nezaket dolu ve çok zekice cevabıyla yine koyuyor farkını ortaya Nazlı Eray;
Hayatım bana ait ve onu hiç bir zaman sansürleyemem.
Aytül Bingöl