- Kategori
- Sosyoloji
Tüketim Kültürümüz Ne Âlâ

Tüketirken manen tükeniyoruz, farkında değiliz.
Tüketim kültürümüz hızla yayılıyor. Alış veriş çılgınlığımız önlenemiyor. Misal bugün dünya çapında indirim varmış. Allah'ın mübarek kıldığı günü, kara Cuma diye adlandırmışlar bu günü.
Kimler, Avrupalılar. Bizle ne âlakası var, biz niye Müslümanları Allah'tan uzaklaştıran bu tür tuzaklara düşüyoruz? Bizden olmayanın fikirlerini benimseyip uyguluyoruz?
İnsanları tüketime yönlendirme, tüketmekten kaçınanı da tükettirme biçimidir bu taktikler.
"Vah Bize Vahlar Bize! Tüketirken Manen Tükeniyoruz, Farkında Değiliz. İçimizden Niceleri Avrupa Kültürüne Kulak Kesilmişler, Bizim Kültürümüze Sağır Olmuşlar."
Günümüzde, yaşamımızın neredeyse her alanına yerleşmiş olan, yeni ve çok değişik kültürler edindik. Kendi köklü kültürlerimizi hızla terk ediyor oluşumuzu unutuyor olsak da, hiç dert değil. “Avrupa’ya uyum sağlayacağız” diye, yanlış alanlarda Avrupayı çoktan solladık bile. Avrupalı, onca yıldır uğraşmasının sonunda nihayetinde bizi bozduğuna, yozlaştırdığına bilemeyiz ne kadar mutludur. Bir çuval kınayı ulaştırabilsek de, münasip yerlerine yaksınlar.
Türkiye genelini es geçersek, bugün bizim yöremizde bariz şekilde görülen bir kültür bulunuyor. Tüketim Kültürü.
Bu kültür emek verip üretmek yerine, sadece hazır olanı tüketmeyi dayatıyor insanlara.
Tüketimim bir kültür haline dönüşmesi ise, insanların ayağına kadar gelen bu hazırcılığı, yaşam tarzı kabul etmesiyle ortaya çıkmış. Büyük bir kitle tarafından kabul görmüş, benimsenmiş, yaygınlaştırılmış ve ne yazık ki; kültür haline dönüştürülmüştür.
Bundan böyle son sürat giden arabamıza kimse geri vites aldıramaz bize. Bir yere toslarsak durabiliriz ancak, fakat o zaman da ne biçim bir hal alırız Allah bilir.
Gerekli ya da gereksiz, çeşitli süslemelerle, dil cambazlığıyla önümüze sürülen her şey ilgimizi çekiyor. Kara sevdaya tutulmuş gibi, duyduğumuza, gördüğümüze takılı kalıyoruz. İlla alacağız gördüğümüzü, illa başkasında gördüğümüz bizde de olacak. "El de olan, bey de olmaz" sözünü aklımıza getirmiyoruz.
Örneğin bir ihtiyacımızı almak için, markete girdiğimizde, bize gerekli olan ürünler dışında “bunu da alayım, şu da güzel, onun reklâmını görmüştüm televizyonda, mutlaka denemem lazım” diyerek, ihtiyacımız dışında çantalar dolusu ürün alıyoruz.
Evimize zorlukla taşıdığımız bu poşet torbaların içini boşaltırken görürüz ki, bir dolu lüzumsuz malzeme almışız. Cebimizse boşalmış, paralar bitmiş. O an pişman oluyoruz, ama iş işten geçmiş olur.
Özellikle görsel medya kullanılarak tüketimin cazipliği sunuluyor insanlara. Evimizde zaten var olan kullanılır haldeki eşyanın biraz daha farklı, biraz daha cafcaflı şekli, piyasaya sunularak ve bunu sanki gerekliymiş gibi göstererek, insanların ceplerindeki belki de son paralarına göz dikiliyor.
Her akşam televizyon reklâmlarında görüyoruz. Ballandıra ballandıra ürünlerin anlatımları ve kredi kartlarına taksit imkânları. O reklâmlarda ürünleri tanıtan birbirinden güzel insanlar yüklü para alma karşılığı, tebessüm edip dil döküyorlar. Dediklerini kendileri duymuyorlar. Para karşılığı öğretileni konuşuyorlar. Ama bizler o an, o oyuncuları komşumuz gibi görüyoruz ve bizi kıskandırdığı duygusuna kapılıyoruz. İçimizdeki nefsimiz o kadar dürtüklüyor ki bizi, kıskacına kapılmamız zor olmuyor.
Bir de zannediyor ki insanlar, bu taksitler kendilerine yük olmaz, azar azar ödenir gider. “Komşu almış, çok rahat, niye bende almayayım?”
Hadi önce kredi kartları edinmek için bankalara başvurular oldu. Cüzdanlar banka sayısı kadar kredi kartlarıyla doldu. Ödeme gücümüz var mı, yok mu, önemsenmeden kısa sürede bankalarca gönderilen, size ait olduğunu daha zarfını açarken hissettiğiniz banka kartının güzelliği, paranın hükmünün geçmediği yerlerde bile onun ‘cırt sesiyle’ kolayca geçivermesi, tebessüm ettirici. Ne kadar cazip değil mi? Alış verişi çok kolaylaştıran, taşıması rahat ve güvenli bu banka kartları bize tüketim aşkı aşıladı farkına varamadık.
Tüketim kültürü sadece alış veriş konusunda değil, düşünceyi köreltme anlamında da kendini gösteriyor. Mesela okullarda öğrencilere verilen eğitim; araştırma ve uygulamadan çok ezbere dayanan bir eğitimdir. Bilimsel anlamda gelişmeyi engelleyen bu eğitim şekli sonucunda, kendi ülkemizde üretemediğimiz pek çok ürünü ithal ediyoruz. Sonrasında dışarıya bağımlı olarak yaşıyoruz.
Gençliğe baktığımızda ise, tüketim kültürünün en yoğun şekliyle yaşandığını görüyoruz. Birçok genç okuma ve araştırma yapacağı saatlerde kafe ve barlarda, kızlı erkekli gruplar halinde içki 'nadir' kahve tüketimi yaparken, içi boş sohbetlerle zamanını tüketiyor. Kimileri de yeşillik alanlarda sarmaş dolaş geziniyorlar. Bizim kültürümüzde göz önünde öpüşmek yoktur. "İbadette kabahatte gizlidir" demiş atalarımız. Gençler Avrupai kültürü benimsedikçe de, ülke ve dünya sorunlarına karşı duyarsızlaşıp, ‘bana ne’ ciliğe bürünüyorlar. Çözüm üretmekten ve uygulamaya koymaktan kaçınıyorlar.
Ülkemizde işsizlik, fakirlik, ekonomik kriz baş göstermişken, gençlerimiz yeni bir kıyafet almanın ve ya arkadaşıyla oturacak daha lüks bir kafe bulmanın derdine düşüyorlar.
Gençlerimizin bu hallerini gördükçe şöyle bir düşünüyorum da; aslında gençlerin bilinçsiz ve duyarsız olması sadece günümüz koşullarının yarattığı bir durum değildir. Özellikle 1980 ihtilalinden sonra gençlik biraz fazla sindirilmiş. O günkü yöneticiler: “Siz susun, gerekirse biz konuşuruz. Siz dersinizi ezberleyin, alın diplomayı okuldan uzaklaşın” denilmiş. Bu sindirilme sürecinde başka kültürler yerleştirilmiş gençlerin beyinlerine, kendi kültürüne yabancılaştırılması sağlanmış.
Biz halk olarak, amacı sadece kör, sağır insanlar topluluğu elde etmek olan ve böylece parasına para katmak isteyen, bizim düşünüp kafa yormamızı engellerken, kendisi her türlü fırsattan istifade etmeye çalışan ve daha çok güçlenen bu fantezi kültürü bir şekil durdurmamız lazım. Sonra baş edemeyeceğimiz hale gelmeden bu zihniyetin karşısında olmalıyız ki; gelecek nesiller zarar görmeden yaşasınlar.
Avrupa bizi gözetliyor. Avrupa bizi kendinden farklı hale getirmek için uğraşıyor ve görüyoruz ki bunda da hızlı bir şekilde başarıya erişiyor. Bizler, “Avrupalı olacağız, onların saflarına katılacağız,” diyerek bugün kendi kültürümüzü unutmuşsak, yarın Türklüğümüzü unutmamız daha kolay olacaktır. İşte o zaman Avrupalıların bizim ülkemizde söz sahibi olmaları kaçınılmaz sonumuzu getirecektir. ‘Son’un nasıllığı bugünden görünüyor. Lakin uçurumun dibinde olmaktansa, kıyısından dönmek yeni bir oluşumun başlangıcı olabilir.
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com