Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Turunç, Rodos ve Simi Gezisi

Turunç, Rodos ve Simi Gezisi
 

Marmaris Turunç koyu


Eylül sakinliğinden yararlanmak üzere Turunç, Rodos ve Simi adalarına eşimle bir gezi programı düzenledik.

Gezimizin ilk durağı Marmaris Turunç beldesiydi. Sırtını dağlara yaslamış güzel koy, masmavi denizi, sakinliği, sıra sıra dizilmiş balık restoranları ile tam bir tatil yöresi. Kaldığımız beş gün sürecinde denize girdik, güneşlendik, dinlendik. Büyük şehrin stresinden uzaklaşmaya çalıştık.                                                                                         

Marmaris bölgesinin vazgeçilmezi olan orman ve deniz, ikiz kardeşler olgusunda birbirinden hiç ayrılmıyor. Bu özellik de insana inanılmaz bir keyif veriyor.

Marmaris ise tam anlamıyla Avrupai bir tatil merkezine dönüşmüş. Çoktandır gitmediğimiz eski Marmaris,  modern ve görkemli otelleri, temiz caddeleri ve plajlarıyla imrenilecek bir şehir olmuş. Ayrıca ekonomik olarak Türkiye’nin dövizden kaynaklanan ucuzluğu, yabancıları adeta “kapıdan kovsan bacadan girecek” kadar avantajlı kılıyor. Her ne kadar 2016 da ve kısmen 2017 de yaşanan kriz turizmi de etkilemiş olsa bile bunun sonuçları, büyük ölçüde Türkiye’nin dünya üzerinde yaşadığı siyasi olumsuzluklardan kaynaklanmıştır. Dış politikadaki bu olumsuzluklar ortadan kalktığında turist sayısının inanılmaz boyutlara ulaşacağını tahmin edebiliyorum. Nitekim, Turunç tatili sonrası kültür gezisi olarak devam ettiğim Rodos adası, çorak görüntüsü ve çok yeni olmayan tesisleri, ayrıca euro ile yaşanan bir ada olmasına rağmen, sadece tarihi ve denizi ile eylül ayında bile ciddi anlamda turist çekebiliyordu.

Turunç sonrası Marmaris’ten feribotla Rodos adasına geçiyoruz. Bizi ilk şaşırtan, feribotun kalabalık olmasıydı. Oysa “sezon sonu” gibi bahanelerle Marmaris boşalmaya başlamıştı bile. 

Birbuçuk saat süren yolculuğun ardından Rodos’a varıyoruz. Ada bizi görkemli bir kale ve surlarıyla karşılıyor. Liman ise değirmenleri, marinası ve cruise gemileriyle göğsüne takılmış birer madalya gibi… 

Ada, 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından, beş aylık bir kuşatma ve zorlu bir savaş sonrası fethedilebilmiş. 390 yıl süren bir    egemenliğin ardından 1912 yılında İtalyanlara geçmiş, sonrasında 1947 de  yunanlılara verilmiştir. Camileri-ki maalesef kullanılmıyor-, 18.yy.da yapılmış Hafız Ahmet Ağa kütüphanesi ve çarşılarıyla buram buram Türkiye kokan ada, Osmanlı Türk torunlarından kalanlarıyla da geçmişini unutmuyor.   

Merkezde bulunan Rodos şehri eski şehir ve yeni şehir olarak iki bölüm halinde karşımıza çıkıyor. Yerleşiminden de anlaşılacağı gibi eski şehir, surların içinde tarihi çarşıları, dar sokakları, küçük otel ve pansiyonlarıyla farklı bir güzelliğe sahip. El yapımı yöresel deniz ve ağaç ürünleri, Akdeniz havasını yansıtan cam ve seramik ürünleriyle mağazalar da bu güzelliklerin birer parçası. Rodos adası bu özelliklerinin yanı sıra, sıcak iklimi ve adanın hemen her tarafında oluşmuş kumsallarıyla tam bir tatil beldesi. Balıkçı restoranlarının- onlar taverna diyorlar- ünü ve çokluğu adayı cazip kılan diğer özellikler. Ayrıca, halkın turiste profesyonelce yaklaşımı, internetin her işletmede olması, herkesin İngilizce bilmesi ve fiyatların şeffaflığı, samimiyet ve sakinlik bir başka güzellikler. Sosyal yapı ve yaşam olarak Türklere yakın olan Rodoslular, bu özelliklerinden ayrı olarak “insana saygı” olgusunu benimsemişler. Gerek özel araçlar gerekse taksiler yaya gördüğü anda hemen duruyor, bizler gibi aracını insanın üzerine sürmüyor.

Rodos şehrinin yeni şehir bölgesi, surların dışında tamamen betonarme ancak yüksek olmayan binalardan oluşuyor. Lüks mağazalar, oteller ve tavernalar yanında konutlar da ağırlıklı olarak burada. Yeni şehri gezerken karşımıza neoklasik tarzda inşa edilmiş göz kamaştırıcı bir bina çıkıyor. Ziraat Bankası Rodos Şubesi….  Türk bayrağını ve banka amblemini görünce bir tuhaf oluyoruz, gururlanıyoruz. Aynı duyguları, kaldığımız otelin çok yakınında bulunan Rodos Konsolosluğumuzu ve bayrağımızı gördüğümüz zaman da yaşıyoruz.

Konakladığımız süreçte gerek eski şehir- surların içinde bulunan çarşılar ve dar sokaklar- gerekse yeni şehirde her yer turist kaynıyor. Sanırsınız ki mevsim yeni başlamış. Booking.com dan rezervasyon yaptırırken karşılaştığım “ yer kalmadı, sadece bir oda kaldı” gibi bilgileri biraz iddialı bulmuştum. Çarşılar kalabalık, tavernalar ve kafeler sürekli dolu.

Araba kiralayıp şehir dışına çıktığımızda, Faliraki bölgesinden başlayıp Lindos ve Ege Denizi’ne bakan sahillerin hemen hepsi ünlü plajlar ve otellerle dolu. Bu arada bölgede ilgi çeken bir koyu da geziyoruz. Anthony Quinn koyu. Sanatçının Navaronun Topları filmini Rodos’ta çekerken görüp beğendiği ve sıkça gelip denize girdiği doğal bir koy. Yunanlılar koyu iyi pazarlamışlar, her şeyde olduğu gibi.

Lindos ise tarihi ve görkemli kalesi, yamaç boyunca kademe kademe sıralanmış beyaz evleriyle tam bir Akdeniz şehri görünümünde. Daracık sokaklardan oluşan çarşılarında turkuaz ve beyaz renklerin öne çıktığı şık giysiler, kuyumcular ve yöresel ürünlerin satıldığı hediyelik eşyalar…. Ve bir de “eşek istasyonu”. Yanlış duymadınız, adanın vazgeçilmezi eşekler, yukarıdaki kaleye gitmek isteyen turistleri yüklenip taşıyor.

Altın kum dedikleri plajları ve sayısız otelleriyle Lindos şehri, adanın mutlak görülmesi gereken başka yerleri.

Rodos programının bir gününü de Symi(Simi) adasına ayırdık. Sabah bindiğimiz deniz otobüsü bizi elli dakikada bu şirin adaya getirdi. Renkli evler, güzel bir sahil ve bütünleştiği tekneler ilk başta göze çarpan görüntülerdi. Rodos’tan oldukça küçük olan adada tüm evler ve çarşılar tarihsel özellikte. Bizlerin Ege’de gördüğü rum evleri, Simi’nin yamacında olanca renkleriyle “kocaman bir tablo” gibi. Hepsi adeta pencerelerini açmış güzeller örneği, misafirlerini selamlıyorlardı. Merdivenli dar sokaklardan ve pastel renkli evlerin arasından yukarıya kale ve manastırın bulunduğu yere gitmeye kalkarsanız 375 basamak tutuyor. Biz yürüyerek çıkmak yerine taksiyi tercih ediyoruz. Chorio denilen bu bölgede manzara nefis. Aşağıda bulunan koy ve evlerin görüntüsü gerçekten inanılmaz. Merdivenlerden yavaş yavaş iniyoruz. Hem dar sokaklı Simi evleri hem de aşağıdaki manzara bizi yalnız bırakmayarak, sahile kadar uğurluyor. Bu arada geçtiğimiz tüm sokakların temiz, evlerin bakımlı olduğu dikkatimizden kaçmıyor. Turizm yanında balıkçılık ve özellikle sünger avcılığı adanın önemli gelir kaynakları arasında. Bir de Simi karidesi denen, çok küçük, koyu kırmızı renkli ve kabuklarıyla çıtır çıtır yenen deniz ürünü, adanın vazgeçilmez lezzetlerinden biri….   

Sahile kadar inince koya hakim bir kafede oturuyor, Türk kahvemizi (grek kahvesi imiş?) yudumluyoruz. Bu arada limana, farklı adalardan feribotlarla sürekli turist geliyor. İmrenerek seyrediyoruz bu görüntüleri. Yemek yanında yöresel giysiler ve el ürünleri satan küçük çarşısını da geziyoruz. İnsanlar cana yakın, esprili ve turizm bilincini çok iyi kavramışlar.

Akşamüzerine kadar kaldığımız güzel Simi, Rodos’a dönerken, büyülü güzelliğine güvenerek “yine bekleriz” der gibiydi.           

Rodos’ta son günümüz…Tarihi sürekli soluyarak bakımlı surları, çarşıları ve eski görkemli binaları dolaşıp bolca fotoğraf çekiyoruz. Akşam beş feribotuyla dönüş yaparken, geride bıraktığımız Rodos ve Simi adalarını, halkın turizme yatkınlığını düşünüyor ve onlara bu konuda yakalayabilmek için en az yirmibeş sene geçmesi gerektiğini üzülerek varsayıyorum.

Tevfik YAĞCI

Eylül 2017

 
Toplam blog
: 7
: 621
Kayıt tarihi
: 20.11.15
 
 

Ödemiş Lisesi eğitimi sonrası İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni-şim..