Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '18

 
Kategori
Eğitim
 

Ülkemizde Lisansüstü Eğitime Giriş Üzerine Bir Deneme

Bir ülkenin önde gelen zenginlik kaynaklarının başında beşeri sermaye olarak da adlandırılan yetişmiş insan gücü gelmektedir.

Yetişmiş insan gücü değeri yüksek olan ülkeler, Japonya ve Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonraki dönemdeki gelişme süreçlerinde net olarak görüldüğü gibi tamamen yenilmiş, yıkılmış olsalar dahi kısa sürede toparlanabilirler. Kısa sürede o savaşa hiç dahil olmamış, o felaketleri yaşamamış kimi ülkelerin önüne de rahatlıkla geçebilirler.

Yetişmiş insan gücünün en temel kaynağı da eğitimdir. Eğitim süreçlerini doğru kuran, yöneten ülkeler bu anlamda doğal avantaj sahibidirler. Gerçekten kalkınma ve gelişme derdi olan ülkeler bu yüzden konu eğitim olduğunda en küçük bir hataya yer vermeyecek düzenlemeler yaparlar, boşlukları doldurur, eksikleri tamamlarlar. Eğitim süreçlerine bulaşan ya da bulaşması muhtemel olan yanlışlara, eksiklere izin vermezler.

Bu anlamda ülkelerini yönetenlerle, eğitim süreçlerini yönetenler, ilköğretimden üniversiteye her düzeyde eğitimde verimliliği ve etkinliği sonuna kadar arttırmanın başlıca görevleri olduğunu bilirler. Sağlıklı, verimli ve etkin bir eğitime direnen ve karşısında duran kuralları, düzenleri ve insanları iyileştirir ya da değiştirirler. Doğru da yaparlar.

Özellikle bizimki gibi kalkınma derdi olan ve nüfusunun büyük bölümü gençlerden oluşan ülkelerde eğitim anlamında bilinçli, bilgili, verimli ve etkin olmak, bu alana bütçeden ayrılan her kör kuruşun hakkını vermek  olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Öyle olunca da, her şeyin baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde ilköğretimden doktoraya her düzeyde eğitim politika, yöntem ve araçlarını uygun aralıklarla güncellemek, çağın gereklerine uydurmak kaçınılmazdır. 

Hem tamamen devletin kontrolündeki ilk ve orta dereceli okullarla özel okullarda, hem de özerkliğe sahip devlete ait ve özel üniversitelerde eşgüdüm içinde eğitim kalitesini yükseltmenin yollarını arayıp bulmak çağın olmazsa olmazıdır. Yani, temeldeki her değişim ve gelişim, çatıya da yansıtılarak tamamlanmalıdır.

Liselere giriş ve yükseköğretime giriş sınavlarında bugün artık geçmişe göre daha şeffaf, suiistimallere meydan vermeyen sınavlar yapılmaktadır. Buna karşılık lisansüstü eğitime giriş sınavlarında kimi yakınmalar sürmektedir. Yani temeldeki düzelme ve düzenlemeler henüz lisansüstü eğitime giriş süreçleri anlamında tam olarak çatıya yansımamıştır.

Lisansüstü eğitime giriş sınavlarında çağın gereklerine yanıt vermeyen farklı uygulamaların gözden geçirilmesi, yakınmalara yol açan üç kişilik jüriler ve sözlü sınavlarla yapılan yerel elemelerin sağlıklı ve şeffaf zeminlere oturtulması; bu anlamda mümkünse üniversiteler arasında eşgüdüm sağlanması ile mevcut farklı uygulamaların fırsat eşitliği sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi adeta bir zorunluluk haline gelmiştir.

Mevcut sınav uygulamalar çeşitli yakınmalara yol açsa da, bu yakınmaların büyük bir çoğunluğu “sözlü sınavla sonucun belirlenmesi” şeklinde bir yöntemden kaynaklandığı için itirazla sonuç alınamayacağı düşüncesiyle resmiyete dökülmemekte, dökülememektedir. O da, dışarıdan bakanlar için sistemin sağlıklı yürüdüğü gibi bir intiba oluşmasına neden olmaktadır.

Öte yandan adaylar, resmiyete dökülecek bir yakınmanın gelecekte hocaları olacak kimseleri rahatsız edeceğini ve bunun eğitim süreçlerine de yansıyacağını düşünerek sessizliği tercih etmektedirler.

Konunun daha net anlaşılabilmesi için güncel bir doktora sınavının ayrıntılarına bakabiliriz.

Yakın tarihte üniversitelerimizin birinde, yaygın bir bilim dalında, on kişilik kontenjan ilan edilerek doktora sınavı açılmıştır. Sınavın yazılı bölümünden 50 ve yukarı puan almanın mülakata girme koşulu olduğu da ilgili ilanda belirtilmiştir.

İlan edilen zaman aralığında sınav için on sekiz başvuru yapılmıştır.

Sınav sabahı adayların katılımıyla yazılı sınav sorunsuz olarak gerçekleşmiş, öğlenden sonra da notları 50 ve üzeri adayların mülakata alınacağı bildirilmiştir.

Öğlenden sonra yazılı sınav sonuçlarını öğrenmek için fakülteye gelen adaylar, sonuçları gösteren bir liste aramış ancak bulamamışlardır. Daha sonra kendilerini bir araya toplayan sınav jürisi başkanı gereken açıklamayı sözlü olarak yapmıştır.

Bu sözlü açıklamada, yazılı sınav sonuçlarının çok düşük olduğunu, bu yüzden değerlendirme dışı bırakılacağını söylemiş; kazananların yazılı yerine bu kez sözlü sınavla belirleneceğini ifade etmiştir. Yani sınav günü sistem değişmiştir.

Yani 40 yazılı, belgeli test sorusuyla ölçülemeyen bilimsel yeterliliğin her ne hikmetse üç jüri tarafından sorulacak toplam 6 belgesiz sözlü sorusuyla ölçülmesi yoluna gidilmiştir.

Daha sonra adaylar sözlüye alınmış, sözlüye katılan adaylardan birine başlangıçta “senin yüksek lisans yaptığın bölüm çok uygun değil,” gibi moral bozucu açıklamalarla; “şimdiye kadar niye yapmadın? Bu yaşa kadar neden bekledin?” gibi sorularla ve “sen yıllar önce mezun olmuşsun bu olumsuz bir durum” gibi bir anlamda olumsuz niyeti belli eden değerlendirmelerle başladıktan sonra sözlü soruları yöneltilmiştir.

Böylece, diğer adaylara göre yabancı dil puanı üst sıralarda olan, bir doktora sürecini rahatlıkla götürebilecek nitelikteki aday daha baştan devre dışı bırakılmıştır.

İki gün sonra enstitünün sayfasında sınav sonuçları açıklandığında da on kişilik kontenjan olduğu halde sekiz kişilik bir kazanan listesi olduğu; başarısız kabul edilenlerin notlarının ve sıralamalarının gözükmediği;  iki kontenjanın boşta bırakıldığı; mülakatta gösterilen hassasiyete rağmen seçilenlerin birinin lisans ve yüksek lisans konularının ilgili bilim dalına göre tamamen farklı alanlarda yaptığı diğer, birinin de yüksek lisansının yine ilgisiz, farklı bir alandan olduğu görülmüştür.

Açıklama sonrası kendi yazılı sınav sonucunu öğrenmek, yazılı sınav listesindeki yerini görmek isteyen adaylardan biri, yazılı bir dilekçe ile sınavı yapan birime başvurduğunda sonuçlar kendisine gösterilmemiş; bölüm başkanı tarafından “biz bu işi enstitü adına yaptık, bilgi vermeye yetkimiz yok; o birime başvurabilirsiniz” denilerek enstitüye yönlendirilmiştir.

Bir başka dilekçe ile enstitüye başvuran aday burada da sadece kendi yazılı sınav kağıdını uzaktan görmüş ve kendi yazılı sınav notunu öğrenebilmiş ancak yazılı sıralamasındaki yerini de, son değerlendirmede kaç puanla nasıl elendiğini de öğrenememiştir.Enstitü yetkilisi de, adayın listedeki yeri ile son değerlendirmedeki puanının ancak bir mahkemenin talebi halinde bildirilebileceğini  ifade etmiştir.

Bütün bu süreçlerin doğru, vicdana uygun ve şeffaf olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bir adayın “velev ki değerlendirme dışı bırakılmış olsa dahi” yazılı sınav sıralamasındaki yerini öğrenmek; son değerlendirmede nasıl elendiğini bilmek istemesi en doğal hakkıdır ve engellenmiş olması şık da değildir, doğru da değildir.

Ayrıca on kişilik kontenjana on sekiz kişi bütün gerekli koşulları, notları sağlayıp başvurmuş durumda iken, iki kontenjanın boş bırakılmış olması da tartışmaya açık bir durumdur.

Yükseköğretimde ciddi anlamda eğitilmiş insan açığımız varken jürinin böyle bir karar verebilmesi ilginçtir.Yazılı sonuçlarını bir kenara bıraktıktan ve gizli tuttuktan sonra, üç kişilik jüri ve çok geniş bir bilimsel alandan sorulan altı adet soruyla on adayın tamamının daha doktoraya başlamadan yukarıda anlamını bulan kimi sübjektif değerlendirmelerin de dikkate alınmasıyla “bilimsel yetersiz” ilan edilmesinin anlaşılır bir yanı yoktur.

Sonuçta  gerekli koşulları sağlayıp sınava giren kimselerden kontenjan kadarının doktoraya kabul edilmesi, başarısız olacaklar varsa, onların da eğitim süreci içinde elenip ayrılması daha akla yatkın bir yaklaşım değil midir?

Başarısızlık bir yana, kontenjan kadar bile öğrencinin alınmaması geriye kalan adaylar anlamında onur kırıcı sayılmaz mı? 

Ayrıca ifade etmeden geçilemeyecek bir şey daha vardır.

İlgili bilim dalında jüri başkanı olan hocamız sınav sonrası bir görüşmede,başka dallarda sınavlara itirazlar ve sıkıntılar olduğu halde, bugüne kadar kendilerinin yaptığı hiçbir sınava hiçbir itirazın gelmediğini bildirmiş ve bu anlamda en temiz sınavların kendileri tarafından yapıldığı beyanında da bulunmuştur ki bu da ilginç bir yaklaşımdır.

Elbette lisansüstü eğitime giriş sorunlarını zaman içerisinde sağlıklı kurallara bağlayarak çözmüş olan üniversitelerimiz de vardır. O üniversitelerde lisansüstü eğitime başvuran adaylarda aranan not ortalamaları belli katsayılarla çarpılarak ayrı bir sınava ve mülakata gerek kalmaksızın listelenir ve kontenjan kadar öğrencinin kabulü ile kaydı yapılır.

Kaydı yapılanlardan yetersiz, başarısız olanlar da zaten zaman içerisinde elenirler.

Hal bu olunca da kimse şeffaflığı ya da başka şeyleri sorgulama gereği duymaz, tartışmaz, itiraz etmez. Kimsenin onuruyla da oynanmaz, oynanamaz. 

Jüri olarak oturanların şu ya da bu nedenle, bazen kendi sübjektif değerlendirmelerine dayalı olarak, istemedikleri adayları elemek için ilgisiz yollara başvurmaları gerekmez. 

Sonuç olarak yukarıdaki tek bir örnek  bile bu süreçte ciddi güncellemeler yapılması gereğini ortaya koymaktadır.

Sadece lisansüstü eğitime giriş aşamasının değil, gerçek amacı, eğitim süreci sonunda ilgili bilim dalında felsefe yapabilecek, fikir üretebilecek  kimseler yetiştirmek olan doktora eğitiminin bütün süreç, gereklilik ve sonuçlarının tepeden tırnağa masaya yatırılması ve görünen, görünmeyen bütün sorunlarına neşter atılması ülkemizin geleceği açısından, lisansüstü eğitimde kalitenin yükseltilmesi açısından yapılacak en doğru şeydir.

Yüksek lisans ve doktora ile ilgili sınavlar yapılacaksa bunların kontenjan belirtilerek ülke genelinde yetkili bir kurum tarafından gerçekleştirilmesi ve gerçekten hak eden kimselere ülke çapında koşulları uyan herkese fırsat tanınması da bir başka seçenek olarak düşünülebilir.

İşin aslı, ilköğretimi de, orta öğretimi de  besleyen en güçlü kök yükseköğretim, özellikle de  lisansüstü yükseköğretimdir.

Lisansüstü eğitimin sorunları varsa o sorunların daha alt düzeydeki eğitim süreçlerine yansıması kaçınılmazdır.

Oralarda sorunlar varsa o sorunların gündelik yaşama, insan ilişkilerine, ekonomiye, çalışan ya da işveren olarak iş süreçlerine, politikaya, güvenliğe, sağlığa ve hayata dair diğer her şeye yansıması da kaçınılmazdır.

Gelişmiş ve kalkınmış bir ülke hedefine doğru yürürken zengin beşeri sermaye sahibi olmanın tek yolu kaliteli eğitimdir.

Eğitim süreçlerindeki kimi sıradan görülen ayrıntıların hayati önemi vardır.

Bunun farkında olmak ve gereğini yapmak ülke ve eğitim yöneticilerinin başlıca sorumluluğu; o sorumluluğun gereğinin yerine getirilmesini beklemek de bu anlamdaki adayların önemli haklarındandır.

04/10/18

13:34

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..