- Kategori
- Felsefe
Vahşete çağrının aldığı yanıt nedir?

Nanik:-)
Bizlerin… Yani, insanoğlunun içinde, sürekli kendimizi izlediğimiz, ayarı dalgalı bir aynamız vardır. Bu ayna bazen kendimizi olduğundan çok küçük, bazen kendimizi olduğumuz gibi ve bazen de kendimizi olduğumuzdan çok daha büyük gösterebilir. Elbette birçoğumuz, baktığımız o aynanın bir dev aynası olmasını isteriz. O dev aynasından kendimizi izlemek çok hoşumuza gider. Büyüklüğümüze öylesine kaptırırız ki kendimizi… Herkesin bizi bir ‘Star’ gibi gördüğünden, yaşadığımız şu dünyanın (Örneğin MB'nin) sahibi olduğumuzdan emin olduğuna inanırız… Tıpkı, bizi izleyen 70 milyonun önünde söylüyorum, sözleriyle konuşmaya başlayan magazin kurbanlarının haline dönüşürüz.
Bazen kendimizi öylesine kaptırırız ki, Afrika’da yaşayan yaban köpeklerinin oluşturduğu kolonilerdeki alfa erkeğin yaptığı gibi, sahibi olduğumuz o dünyanın sınırlarına sürekli işaretler koyar, koloniye yeni katılan tüm bireylerin, ‘Alemin Starı’ olduğumuzu bilmesini isteriz…
Aynadaki görüntüyü oluşturan 3 ana faktör vardır.
Kendimiz: Yani bloktaki yazılarımız.
Ayna: Yani MB.
Ve görüntümüz: Yani okuyanların anladıkları…
Okuyan ne hissediyor ve ne algılıyorsa, görüntümüz o dur. Biz ne yaparsak yapalım, ‘Hayır… hayır… Aslında onun söylediği o değildi, buydu…’ diye ne kadar kendimizi yorarsak yoralım… O görüntünün değişime uğramasına katkıda bulunamayız. Örneğin, önerilerimde bulunan bir yazarın yazısı, ben ne dersem diyeyim, kendimi nasıl yorarsam yorayım, sizin anladığınız kadardır. Başkalarının aynadaki yansımasının ne olduğunu ve aynasının ayarını ben belirleyemem, siz okuyucular belirlersiniz. Bunu belirlemeye kalktığımda, sadece kendime zarar vereceğimi bilirim. Aynanın ayarı okuyanın elindedir. Okuduğu insanı bir dev, bir cüce ya da olduğu gibi kabullenmek tamamen algıyla ilgilidir. Yani şeyh uçmaz, okurlar uçurur. Bu platform, okuyanın aynı zamanda yazan olması ve gönüllülük esası üzerinde kurulu olması nedeniyle, şikeyi pek kaldırmaz. Hepimiz kendimize birkaç holigan bulabiliriz hatta farklı birkaç isimle de yazabiliriz ama gerçeğin akışındaki o samimi güce karşı yaptığımız bu operasyonlar hiçbir işe yaramaz. Toplum mühendisliği teriminin, blog mühendisliği terimine dönüşmesini sağlarız…
Bir gün birileri çıkar ve size, sizin yazdığınız bir yazıda, ne anlatmak istediğinizi anlatırlar... Kendi yazdığınız yazının neler anlattığını dinlersiniz... Her kafadan ayrı bir ses çıkar. Gözlerinin ta içine bakıp gülümsersiniz... Gülümsemenize şaşırdıklarında: Hayır bu yazıyı o yazmadı, başkası yazdı diyebilirler... Bu yazı böyle değildi aslında şöyleydi, değiştirmiş de diyebilirler. En sonunda: Aslında o yazıda hiç bir sorun yoktu sadece gelen yorumlar kötüydü bile diyebilirler... Güleceksiniz...
Sakın hayret etmeyin... Bu iş adil değil diye üzülmeyin. Tarafsızlığını koruyamayan, kimbilir hangi hesaplardan dolayı müdahalede bulunamayan erkler adına vicdan azabı da çekmeyin. Çünkü bu sahnenin adı hayat!
Ve hiç bir zaman steril olmadı hayat...
Hiç bir zaman adil olmadı hayat... İki kapılı hanın duvarlarına, tattığınız tüm maceraları yazarak yürümeye ve gülmeye devam edin...
Ardınızda kalanlar, en yüksek sesleriyle zafer naraları atsınlar. Gülümseyin... Çünkü olabildiğince yüksek çıkan her ses, içinde acı bir çöküşü taşır. Afrikanın vahşi alfası, saldırdığı ceylandan boynuzu yediği an, acı acı bağırır... O, artık Afrikanın güvenilir alfası değildir. Ve o gece, hele bir de gökyüzünde gümüş gibi bir ay varsa... Vahşi alfa bağırdıkça bağırır... Bütün sürü bağırdıkça bağırır...
Artık, her Firevunun bir Musası...
Artık, her ceylanın içten bir kahkahası...
Ve artık, her 'Star'ın da bundan haberi vardır...