Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '11

 
Kategori
Kitap
 

Yahudilik, Monoteizm ve Paganlar

Yahudilik, Monoteizm ve Paganlar
 

Altındal'ın üç kitabının kapak fotoğrafları...


Yahudilik, Monoteizm ve Paganlar Aytunç Altındal “DEVLET ve KİMLİK” adlı kitabındaki “Din Sorunsalı” başlıklı bölümün sonunu şöyle bitiriyor:  

“Bilimsel Kuramlar” için “Mutlak Gerçeklik” yoktur. Bilim, insanî bulguların* götürebildiği yere kadar götürebilir; ama insanlar daima ondan ötesini merak eder ve öğrenmek ister. İşte bunun için, öncelikle, kendisine güvenmesi gerekir. Kişinin kendisine güven duygusunu oluşturan unsurların başında da “İnançlı” olması gelir. Neye inanmak istiyorsa ona inanmalıdır insan. Bu, Tanrı da olabilir; Madde de olabilir; İnsan da olabilir hiç fark etmez ve aslolan inançtır. Bilimi ilerleten de, İnsana Tanrıyı daha derinden anlama olanağı sağlayan da “İNANÇ”tır. Bu, akıldan hiç çıkartılmamalıdır. 

(*Bulgu: Var olduğu hâlde bilinmeyeni bulup ortaya çıkarma işi ve bu işin sonunda elde edilen şey )  

Bilimin ilerlemesini sağlamış olan Galileo Galilei (1564-1642), Isaac Newton (1642-1727), Charles Darwin (1809-1882), Gregor Mendel (1822-1884), İvan Pavlov (1849-1936), Sigmund Freud (1856-1939) ve bu yazıda anamadığımız pek çok bilim insanının yaşam öyküleri okuduğumuzda, ibret ya da örnek teşkil edecek şeylerle dolu olduğunu görmekteyiz. Bu insanlar, Tanrının bir armağanı olarak aramızda yer almışlar, fikir dünyamızı genişletmişler ve hayatımızı kolaylaştıran birçok teknolojik gelişimin temellerini atmışlardır. Ve bu insanların hepsi de, genel kanının aksine, inançlı kişilerdi. Bilime katkısı olan tüm insanları saygıyla anıyor ve varlıkları için Tanrıya şükrediyorum.  

Sanayi devrimi öncesindeki toplumlarda (ki bu devrimin, 1698 yılında ticari amaçla yapılan ilk buharlı makinenin insan hayatına girmesiyle başladığı kabul edilir) Avrupa kıtasında Latince “Scientia” kelimesinden türetilen ve Osmanlı literatüründe de “İlim” kelimesiyle belirtilen “Bilim”, temelde ilahiyat bilgileri üzerine inşa edilmişti. Okuma-yazma bilgisi de bu çerçevede oluşturulmuş kurumlar tarafından verilirdi. Sanayi devrimiyle birlikte Din-Tarım İmparatorlukları yıkılarak “Ulus Devlet” modeline geçildi; “Bilim ve Din” arasındaki kopuş ve uzaklaşma da başlamış oldu. Seküler yaşam geri döndü.  

Peki, geçmişte hiç Seküler (dünyevî) yaşam biçimi yok muydu? Elbette vardı, hem de binlerce yıl sürmüş “Seküler” sistemler vardı ve bugünkü Tektanrılı (Monoteist) dinlerden önceki Paganların oluşturduğu bir dönemi kapsamaktaydı.  

Günümüzdeki "Uygarlık ve Kültürün" ilk mimarları ve tarihsel olarak ilk kurucuları olan Paganlar için Din yoktu. İlk kentleşme ve kent kültürünü (şehir planlaması ve mimarisi de dâhil) başlatan Paganlar inançlı kişilerdi ama Dindar değillerdi; çünkü iman sahibi değillerdi ve buna gereksinim de duymuyorlardı. Pagan kentlerinde herkesin dilediği inancı yaşama özgürlüğü vardı ve hiçkimse başkasının Tanrısına, Kahramanına ya da bedensiz varlığına hakaret etmiyor, toplumsal ipotekler koymuyor ya da şiddet ve cebir uygulamıyordu. Çünkü Paganların yaşamlarına ve kentsel ilişkilerine yön veren tüm yasalar, kurallar ve yönetmelikler SEKÜLER (Dünyevî) nitelikteydi ve dogmatik değillerdi.  

Hz.İsa'nın doğumunun başlangıç (Milat) kabul edildiği tarihe kadar, küçük cemaatlerin en küçüğü İsraeloğulları kabilesinin dışında hiç kimse Tek-Tanrıcılık diye bir akımın var olduğunu dahi bilmiyordu. Sümer (yaklaşık 5.000 yıl önce yazıyı icat ederek resmi insanlık tarihini başlatmış bir millettir) ve Hitit Kralları Pagan geleneğinin kurucuları ve yayıcılarıydılar. Mısır Firavunları, İonyalılar, Sezar ve Kleopatra da Pagandılar. Günümüzden yaklaşık 2.400 yıl önce (M.Ö.332?) Pagan olan Büyük İskender tarafından kurulan İskenderiye Kütüphanesinde çalışmalarını yürüten Euclid de, Galen de, Arşimed de Pagandı. Galile'den yaklaşık 1.500 sene evvel Dünyanın Güneşin etrafına döndüğünü söyleyen Aristarchus da Pagandı. Yahudilerin yazılı kitabı Tevrat'ı, Latince ve Grekçe'ye tercüme edenlerde aslen Pagandı. Kentli Paganlar, tercümesi edilen bu kitapları tartışma konusu yapmasalardı Mono-Teizm belki de bilimsel tarih ve sosyoloji dallarındaki doktora tezlerinde küçücük dipnotlar olarak anılacağını iddia eden Aytunç Altındal “Üç İSA” adlı kitabında doğumu ve varlığı "Bilimsel Tarih" açısından oldukça tartışmalı olan Hz.İsa hakkında şu bilgileri paylaşmaktadır:  

“…Üyesi olduğu israeloğulları tarafından dışlanmış ve Tanrı'nın adını lekelemek ve küfre delalet etmekle suçlanmıştır. Musevi cemaatin otokrat ihtiyarlarından oluşan bir kurul ve Sanhedrin başkanlığında ölüme mahkûm edilerek dönemin Pagan Valisi Pilatus'a teslim edilmiştir. Bir Musevinin cezalandırılması için Seküler otoriteye (pagan kültüre ait dünyevi düzen) başvurma girişimi, dinî değil siyasal nedenlere yanıyordu; çünkü seküler otoriteye teslim etmek yerine taşlayarak öldürebilirlerdi (ki bu geleneklerinde var olan bir uygulamaydı). İyi bir politikacı olan Vali Pilatus, olabilecekleri öngörerek, Yahudilere "Onu siz alın ve şeriatınıza göre davranın" dedi. Museviler ısrarla infazı gerçekleştirmeyi reddettiler; çünkü Vali Pilatus'un tutukladığı Barrabas'ın hayatını kurtarmaya kararlıydılar ve Hz.İsa'yı öldürürlerse Barrabas'ın yaşamını da Pilatus'un elinden kurtaramayacaklardı. Sanhedrin ve Musevi otokratların bu tercihi muhtemelen siyasî kaygılar nedeniyleydi ve bu nedenle de dinsel bir sorunu siyasal bir gövde gösterisine dönüştürdüler. Vali Pilatus, Hz.İsa'nın Tanrının Oğlu hatta ilahi bir karakter olduğuna dahi inanmıyordu ama Museviler içinde önemli bir misyonu olduğuna ve masum olduğuna inanıyordu. Uzun ve karmaşık politik bir süreç sonunda Pilatus çaresizlik içinde infaz kararını verdi ama beklenmedik bir hamle ile Dinsel bir sorunu siyasal bir kriz hâline getiren Musevilere bir oldubitti yaptı. Hz.İsa'nın Musevilerin kralı olma iddiasını sözcüğün gerçek anlamıyla onaylayarak askerlerine bir duyuru yazıp çarmıhın üzerine asmalarını söyledi. "MUSEVİLERİN KRALI, NASIRALI İSA" denmekteydi bu yazıda.” 

Pilatus’un bu siyasi manevrasıyla Yahudilik tarihinde bir kırılma noktası oluşmuştur. Tarsus doğumlu ve Hz.İsa’nın çağdaşı olarak bilinen “Havari Pavlus”un (Saint Paul olarak da bilinir, Ferisi Yahudi ve Roma vatandaşıdır) Anadoluyu dolaşarak zekice örgütlenmesiyle Yahudi-Hıristiyanlık güçlenmiş ve Anadoluda yayılmıştır. Hıristiyanlığın asıl kurucusu ve yayıcısının Pavlus (Saint Paul) olduğu Hıristiyan dünyasında da kabul gören bir görüştür.  

324 yılında Licinius'u mağlup eden I. Konstantin için Roma İmparatorluğu'nun mutlak hâkimi olma yolu da açılmıştı. İmparatorluğun köhneleşmiş kurumları ve alışkanlıklarıyla Roma'dan yönetilmeye devam edilemeyeceği görüşünü benimseyen I. Konstantin, Bizans’ı (Bugünün İstanbul’undaki tarihi yarım ada içindeki bir bölgeyi tanımlayan bir isimdir) Tüm Roma İmparatorluğun yeni başkenti olarak ilan etti (13 Mayıs 330). Bizans şehri daha sonraları Konstantinopolis olarak ünlenecektir. I. Konstantin, imparatorluk sınırları içinde yaşayan Hıristiyanlara din özgürlüğü tanıması ve tüm imparatorluğun pagan inanç sistemini, bu tek tanrılı yeni dine geçirmeye başlamasıyla da tanınır. Bu amaçla M.S. 325 yılında Birinci İznik Konsilini toplayarak Hıristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek istemiştir. Birbirinden farklı ve çelişkili binlerce İncil (müjdeli haber), kendi kanaatleri çerçevesinde elenmiş ve özellikle “Mesih İsa”nın gerçek Tanrı olduğu fikrini savunan İncil yazarlarının görüşleri kabul görmüştür. Konsilde bu konuda onaylanan “İznik İman Bildirisi” Katolik, Ortodoks ve Protestan Kiliselerinin bugüne dek ortak olarak kabul ettiği metinlerdendir. Ve böylece, yazılı insanlık tarihi içinde ilk kez, Mono-Teizm (Tek-Tanrıcılık) iktidar olmuştur.  

Aytunç Altındal “BİR TÜRK CASUSUNUN MEKTUPLARI” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:  

“Tek-Tanrıcı (Mono-Teist) dinlerde "İman"dan bolca söz edilmiştir. En yaygın 3 Tek-Tanrıcı dinde ilke şudur: “Aklın durduğu yerde İman başlar.” Eğer kişi imanlı ise akla ve aklın kaçınılmaz olarak kişiye hatırlatacağı kuşkuya yer yoktur. İnanç'ta kuşku rol oynar ama konu "İman" ise Tanrıya kuşkuyla iman edilemez. Özellikle Rönesans ve Aydınlanma çağında büyük keşifler ve teknik gelişmelere imza atmış bilim adamlarının ATEİST olduğu iddiası doğru değildir. Başta Isaac Newton olmak üzere Charles Darwin de dahil "Ateist" diye yaftalanan bilim insanlarının neredeyse tamamı inançlı kişilerdi. Onları "Ateist" ilan eden ise "Yerleşik Kilise"nin liderleriydi. Giordano Bruno ve Hallac-ı Mansur gibi "İnançlı" insanlar ile onları ölüme gönderen "İmanlı" kişiler arasındaki temel ayırımlar dört başlık altında şöyle özetlenebilir: 

1- "İnançlı" kişi, düşünebildiği kadarına inanmak ister. "İmanlı" kişi ise: İman ettiğini düşünür ve gerisinin imanını zedeleyeceğini var sayar. 

2- "İnançlı" kişi, kuşkudan ve akıldan yola çıkarak gerçeğe ulaşmaya çalışır. Dogmalara (öğreti) itibar etmez. "İmanlı" kişi ise: İrrasyonelden veya mucizelerden yola çıkarak bunları değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez Tanrı buyruğu sayılan dogmalar haline getirir; akla ve kuşkuya yer tanımaz. 

3- "İnançlı" kişi için, başta felsefe olmak üzere "Bilim ve Hikmet(akıl-bilgelik)" en önemli fikir ve düşünce üretim araçlarıdır. "İmanlı" kişi ise: Felsefe, Bilim ve Hikmet(akıl-bilgelik) hiçbir zaman "Din" kadar değer taşımamıştır. Onlar için bağlayıcı ve aslolan, kaynağı ve tarihselliği meçhul, kim ve kimler tarafından yazıldığı bilinmeyen ama bunlara rağmen eli kılıçlı bir OTORİTE tarafından (örneğin İmparator Konstantin gibi biri) kutsandığı varsayılan kitaplar tek ve doğru kaynak kabul edilirler. 

4-"İnançlı" kişi, insanı kahramanlaştırır ve zaman zaman kutsallaştırır. "İmanlı" kişi ise: Hıristiyanlarda olduğu gibi Tanrıyı insanlaştırıp yeryüzüne indirme cüretini gösterebilmiştir (Katolik Kilisesi tarafından "İman Maddesi" olarak dogmalaştırılmıştır). Daha uyanık olan Yahudiler ise Tanrı ELOHİM'i, insan suretindeki JAHWEH haline getirmişleridir.” 

İman ve İnanç arasındaki çelişkileri, tarih içindeki örnekleri detaylarıyla öğrenmek isteyenler için Aytunç AltındalIın “BİR TÜRK CASUSUNUN MEKTUPLARI” kitabını hararet ile tavsiye ediyorum. Bu Kitabında Sn. Altındal, batıdaki örgütlü dinin (Roma Katolik Kilisesi ve organları) dogma ve doktirinlerine karşı verilen sekülerleşme mücadelesindeki Okültizmin ( Başta Alşimi-Simya olmak üzere Ezoterizmin ve Hermetizmin) gösterdiği gayret ve somut katkıları belgeleriyle sunmaktadır.  

Saygılarımla,  

Murat Kartal  

 
Toplam blog
: 27
: 2194
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

Hakikat, sadece hakikat... ..