Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '20

 
Kategori
Tarih
 

Yalakanın Arzuhali

Patrimonyal devlet sisteminde hükümdarın veya liderin elinde bulunan, astlarının önem verdiği değerlerin, gücün paylaşımında çoğunlukla çekişmeler, çatışmalar (saray entrikası) yaşanmaktadır. Osmanlıda padişah dahil gücü, erki elinde bulunduranlarla bu güçten ve o gücün imtiyazlarından faydalanmak isteyenler arasında karşılıklı beklenti içerisinde olduğu, bir bağımlılık gelişmiş, bu ilişki zamanla bir gelenek ve kültür halini almıştır.

Halil İnancık, ‘Patrimonial Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir İnceleme’ alt başlığı ile ‘Şair ve Patron’ adlı eserinde; üzerinde koruyucu tavrı bulunan hükümdarların özellikle dönem şairlerinin ortaya koydukları eserlerde kendilerini hissettirdiklerini belirtir. “Patrimonial devlette her türlü nimet ve mertebe, yalnız ve yalnız hükümdardan kaynaklandığı için buna erişmek isteyen namzetler arasında kıyasıya bir rekabet, haset, entrika ve yaltakçılık egemendi ve toplumun ahlakını ya da ahlaksızlığını (genellikle) oluştururdu. Osmanlı Vekayinameleri ve Şua’ra  Tezkiyeleri bu acımasız rekabet ve çekişmelerin hikayeleriyle doludur.” İnalcık, Osmanlı klasik şairleri üzerinde etkili olduğunu söylediği patronaj sisteminde, koruyan ile korunan arasındaki koruyucu tavrı belirleyen ilişkileri de irdeleyerek şu soruyu soruyor, “Bu arada ilişkide patron kurduğu kişiye nasıl ihsanda (iyilik) bulunuyor?” İnalcık buna cevabını şu sözlerle vermektedir: “Bir eser veya kaside yazar sahibine, patronun inayeti türlü biçimlerde kendini gösterir. Sultan mesleğine göre, münşi ise katipliğe, ulemadan ise müderrislik, kadılık gibi bir ilmiye mansıbına veya vakıf hizmetine tayın eder; asker ise tımar, zeamet veya hassına teraki verir. Kaside sunan şairlere cai’ze, çoğu zaman gümüş akçe (nadiren altın sikke) olarak ve yünlü veya ipekli hi’lat verilirdi. Divan dilinde ulema ve şairlere yapılan para bağışına, in’am, ca’ize hil’ata came denir. Genelde ca’ize, 1000 ila 3000 akça (20-60 altın) arasında değişirdi.”

Topkapı Sarayının eski müdürü Tahsin Öz tarafından, müze arşivinde bulunan değerli bir vesika vardır ki yalaka (dalkavuk) esnafının içeriğini gereği gibi aydınlatmaktadır. I. Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir. Bugünkü dille içeriği şöyledir: “Devletli inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk kullarının arzuhalidir. Her sene ramazan-ı şerif geldiğinde İstanbul’da davetli davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalın devletin sair büyüklerinin mevki sahiplerinin, büyüklerin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler,  tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz. Üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Yalakalık (Dalkavukluk) sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard (uzaklaştırmak, sürmek) edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağanın kahya tayın olunmasını eline memuriyetini bildiren bir vesika ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emr ü ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: dalkavuk kulları”

Bu vesikanın altına  da şu dikkate değer satırlar yazılmıştır.: “Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh (çirkin) tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı (iyilik) gizlice alacaklardır. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir.”

Cumhuriyetten önce her birey Osmanlı hanedanının kulu ve bu kulların oluşturduğu topluluğa da tebaa denirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve saltanatın kaldırılmasıyla kul olarak tanımlanan bireyler, yasalarla belirlenmiş hak ve özgürlüklere sahip yurttaşlık kimliğini kazanırken tebaanın yerini de millet ve ulus kavramı almıştır.

Cumhuriyet; bireyi kulluktan vatandaşlığa taşımış sistemin, özgür bireyin öteki adıdır. Yalakalık, Dalkavukluk kültürünün yok edilmesi, ancak; nitelikli bir eğitimle, davranışı olumlanmış, kişiliği gelişmiş bireyin, yerleşik bir hukuk sisteminin varlığına, devlet yönetiminde liyakatın etkinleştirilmesine bağlıdır.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..