- Kategori
- Felsefe
Yaratımda özgürlük: Doğru notalara basmak

Yaratıcılık, içindeki güçleri özgür kılmaktır.
Normalde sanatçı olarak anılan çoğu kişi dünyanın en egoist insanıdır. Bu doğaldır, çünkü onlar gerçek bir sanatçı hiçbir zaman olmamıştır. Sanatı kendi egosunu tatmin etmek, bir işe yaradığını başkalarına ispat etmek, ruhsal bir tatmin sağlamak için aracı kılmak isteyenler... Onlar sürekli kendilerini ve eserlerini överler, biricik olduklarından, gelmiş geçmiş en büyük, en iyi sanatçı olduklarını düşünürler.
Gerçek sanatın bununla bir ilgisi yoktur. O çok nadirdir. Modern sanatın tamamına yakını çöpten ibarettir. Gerçek sanatçı sanatı içinde eriyen, sanatı içinde tamamen yok olan kişidir. O özgürlüğüyle derinden bağ kurmuş, kendi olma sorumluluğunu alarak cesaret göstermiştir.
Diğer insanlar sadece birer oyalanma halindeyken, tekniği öğrenip uygulamaya çalışan teknisyenken, gerçek sanatçı içindeki gücü serbest bırakır. Bir şiiri oluşturmak için sözcükleri, sıfatları, imgeyi, söz sanatlarını bilebilirsin. Ama bunları bilerek sadece şiir oluşturabilirsin. Kelimeler ve söz oyunlarıyla oynarken, tekniği mükemmel bile olsa içi boş, ruhsuz kalır.
Şiir yaratmak ise bambaşka bir şeydir. Şairin yağmurdan bahsetmek yerine, yağmuru yağdırmasıdır.
Şair şiir içinde kaybolduğu zaman, sözcüklerle, imgelerle yazmak yerine sözcüğün kendisi, imgenin kendisi, tınısı, parıltısı kendi olduğu zaman ortaya çıkar. Artık şair şiirden ayrı değildir. Yarattığı şey için özgürleşmiş, bu özgürleşmeyle içindeki güçleri serbest bırakmıştır. Bu özgürlük sonucu ruhu yaratıcı evren tarafından teslim alınmıştır.
Sanatçı ne kadar büyükse, bu ele geçirilmişlik duygusu, bu bir geçir, bir kapı, bir el olma duygusu o denli yoğun olur.
Bir ressam renklerin kendisi olduğunda, yarattığı resmin artık bilinmeyen bir gücün onu aracı kıldığını anlar.
Bir gitarist gitar çalmayıp artık bir gitar olduğunda, gitarın kendisi olduğunda, bilinmeyen bir kaynaktan gelen güç, onun içinden akmıştır. O sadece bir geçit, bir kapı olduğunu bilir.
Gerçek ikilem budur: Sanatçı kendinin yaratmadığını, varoluşun onu ele geçirerek ifade bulduğunu anlar. Sanatçının yok olduğu yaratım, eserdir.
Sanatçı yok olduğunda, ortada şiir, resim, müzik kalır. Ego yok olur, sanatçı sanatın içinde ne kadar azsa, sanatı o denli içten, o denli muazzam olur.
Aksine sanatçı eseri için ne kadar çalışırsa, ne kadar mükemmel olmaya çalışırsa o denli egoya teslim olur. Ego mükemmel olmak ister, sorun şu ki sen egonu bıraktığında mükemmellik kendiliğinden gelir.
Gerçek sanatçı mükemmel olmayı, şöhrete ulaşmayı değil, kendi doğasını özgürce yansıtmayı, ele geçirilmeyi yaşar. Mükemmel olmak istemez, sanatının tamamen içinde bile erimek gibi bir amacı yoktur, o eriyiş kendiliğinden olur.
Mükemmellik ve bütünlük asla birlikte olmaz. Aksine ne kadar mükemmelliği amaçlarsa çabası o denli kaygı dolu olur, huzursuzluk yayılır. O idealler, sanatçıyı ele geçirir ve onu sürekli bir kıyaslamaya, rekabete götürür. Rekabetin, kıskançlığın ele geçirdiği kişi, özgür olamaz. Çok fazla arzu doludur.
İnsanın gücü, zenginliği, şöhreti, saygınlığı... Gerçek bir sanatçı bunları düşünerek hareket etmez, sanatı bunlar için aracı kılmaz.
Özgür olman için özgürlüğü üstlenmen gerekir. Özgürlük hayatın riskini, heyecanını, serüvenini, cesaretini üstlenmektir. Hayatın bir sigortası yoktur, o büyük bir maceradır.
Özgürlüğün bir güvencesi yoktur. Tam da bu yüzden özgür olmak, özgür eylemi getirir. Özgür eylem her an tehlikede, farkındalıkla yürüyebilmektir. Bir meydan okumadır. Kendinle, tek başına olduğunda, bu sorumluluğu alabilirsin.
İnsanlar ve sanatçılar özgürlüğün getirdiği bu riski yok etmek için, cesaret toplayabilmek için idealler, hayaller düşlerler.
Umut, tatlı bir zehirdir, seni oyalar, bir süre daha ayakta kalmanı sağlayabilir. Ancak bu senin potansiyelini yaşayamamandır, korkarak köle kalmaya devam etmendir.
Özgürlük ahlaksızlık değildir. Sana bir ahlak dersi de vermez. “Şu doğru, bu yanlış” demez, “Bu ahlaklı, şu ahlaksız” demez. Sana farkındalığı getirir. Sen bir kere izlemeye, derinden fark etmeye başladığında doğru sana ulaşır. Artık yanlış hareket edemezsin, kendine yalan söyleyemezsin, farkındalıkla yaptığın hiçbir şeyi yanlış yapmazsın. Bilincin ordadır. Doğru ordadır.
Eğer farkındalık yoksa, gerçek sanat yoktur, o sadece bir gösteriş, bir ikiyüzlülük, bir araçtır. Ego ve idealler, mükemmeliyetçilik, çok zihin, şöhret oyunu altın bir kafestir.
Özgürlüğün güzel kokusu ise yaratıcılıkta ortaya çıkar. Sen benliğine ulaştığında, tekrar çocuk olmayı anladığında, öğrenmeye hazır ve açık olduğunda, şöhretin peşinde değil sıradanlıkta sıra dışılığın bulunduğunu fark ettiğinde, doğallığın, hayal gücünün gerçek gücünü fark ettiğinde... İşte o zaman yaratıcılık başlar.
Yaratıcılık illa senin bir sanat eseri üretmen değildir. Bir işi sevgiyle, daha sevgi dolu, neşe duyarak yapmandır. O işi yapmaktan muazzam bir mutluluk duymandır.
Hayat küçük şeylerin bütünüdür. Eğer çok seversen, varoluş seninle işbirliği yapar, sevdiğin iş bütünü yansıtır, yaratıcı olur. Eğer sevmiyorsan, sürekli yakınıyorsan o zaman egon devreye girer. Seni kıyaslamalara sürükler, daha yüce, daha ideal işler yapman için ikna etmeye çabalar. Bunu fark edersen özgürleşirsin, bu oyunu görürsen yaptığın en ufak işten bile zevk alırsın, basitçe ondan neşe duyarsın. Hiçbir şeyin sıradan olmadığını, bir anlamı olduğunu fark edersin.
Yaşamak budur. Yaratıcı olmak. Varoluşun, gerçek yaratının seni ele geçirmesine izin vermendir, özgürlük yaratı tarafından ele geçiriliştir.
Hayatında dokunduğun her şey, söylediğin her söz, yaptığın her iş kutsal gelmediğinde sen kutsal şeyler ararsın. Boşluklar doğar. Parçalara ayrılırsın. Ama bu kutsallığı yaşadığında, yaptığın her şeyi farkındalıkla gerçekleştirdiğinde her şey sana muazzam bir derinlik verir, farkındalığını derinleştirir.
Kutsal insan bir aziz, bir din adamı değildir. Sıradan insan, hayatı sevdiğinde, yaptığı her işe sevgisini, kavrayışını, saadetini kattığında her şey kutsallaşır. Sıradan insan bir bardak su da içse, bir mektup da yazsa, bir makbuz da doldursa, odun kesip kuyudan su da çekse, yaptığı her şey anlamlıdır. Her şeye bir anlam katar.
Gerçekten yaratıcı olduğunda yüce şeyler yapmazsın, aksine yaptığın her şeyi yüceltirsin.
Yücelik, kutsallık, büyüklük yapılan işte değildir. Gerçek yaratıcılık, senin o işi yaparken içine kattığın bilinçtedir.
Sen bir güle sevgiyle baktığında, gül de sana bakmaya başlar. Güle eğilirsen, gül de sana eğilir... Ve onu öyle derinden içinde duyumsadığın zaman, öyle bir an gelir ki kimin gül, kimin insan olduğu, kimin gül koktuğu anlaşılamaz. Senin benliğin gül tarafından, gül kokusu tarafından ele geçirilir.
İnsan isterse sadece görerek bile yaratıcı olabilir ve bunu bir maliyeti, bir bedeli yoktur.
Sadece kendini özgür bırakman, koşullanmışlıkları, idealleri, mükemmeliyetçiliği, tepkiselliğini bir yana bırakman yeterlidir. İçten bir keyif, bir neşe, bir doyum hissedersin. Sevgi seni dönüştürür. Kavrayış senin elinden tutar.
Yaratıcı olmak büyük bir oyuncu, bir ressam, bir yazar olmak değildir. Asıl sanatçı, yaşamını bir sanata çevirendir.
O zaman Nirvana’ya yolculuk başlar. Çünkü Nirvana sıradan bir hayatı, farkındalıkla, ışıldayarak, kendini özgür kılarak yaşamandır.
O zaman hayatın eşsiz bir resim, duyulmamış bir şiir, büyük bir ahenk olur.