Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '12

 
Kategori
Güncel
 

Yargılamak öç almak mıdır?

Yargılamak öç almak mıdır?
 

İntikam isteyen de var


Ak Parti Hükümeti, yüksek yargıçlarla paşaların iktidarını sona erdirdi. Onların, olağanüstü varlıklarmış gibi algılanmalarına, yüce ve kutsal kişi muamelesi görmelerine son verdi.

Dokunulmaz ve ulaşılmaz sanılanların zırhları delindi ve bunlardan haklarında suç isnadı olanlar mahkemelere davet edilmeye, soruştulup kovuşturulmaya başlandı.

Böylece, "Herkes, ... kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."  şeklindeki Anayasa'nın 10. maddesi hayata geçmiş oldu ve belli makamlarda oturanlara tanınan geleneksel imtiyaz yani istisnai hal sona erdi.

Artık kimse eskideki gibi, koltuğunun veya konumunun gücünü kullanarak soruşturmadan azade kalma hakkını kullanamıyor. Gerek duyulan herkes yargı önünde hesaba çağrılıyor. Bazı zevata emniyet sağlayan  "rütbe ve makamların etkisi" giderek zayıflıyor. İnşallah bir gün herkes, yaptığı en ufak yanlışta hukukla yüzyüze geleceğini anlayacak ve buna göre davranmayı öğrenecektir.

Belli bir kesime hitab eden medya (ve dolayısı ile onun takipçileri) bundan çok rahatsız gözüküyorlar. Bunu, tutuklanan bürokratların, rütbeli askerlerin ve gazetecilerin ardından duygu sömürüsü yapmalarından anlayabiliyorum.(Meselâ: İçeri alınan doktorsa, "hastaları öksüz," askerse, "terörle mücadele başsız,"  gazeteciyse, "çocuğu babasız kaldı" gibi manşetler atılıyor.)  Halbuki sadece bunların değil, tutuklanan herkesin dışarıda üzülecekleri bir şeyleri kalıyor.

Esasen ayrıcalıklı ve buyurgan tiplere dur denilmesi, mafyanın, kapkaççıların, hırsızların eskisine göre güç kaybetmesi özgürlüğümüz ve emniyetimiz açısından kayda değerdir. Artık birilerinin, "kim olduğu" önemsenmiyor. Kişinin kimliğinden çok, eyleminin suç teşkil edip etmediğine bakılıyor. iyi bir şey!

Ancak burada, eski ayrıcalıklı ve buyurgan tiplerin yerini, yenilerinin alacağı gibi bir endişe taşıdığımı ifade etmek istiyorum. Gücü eline geçirenin karşıtlarına esip gürlediği bir ortamda adil, eşitlikçi ve hoşgörülü bir anlayışın gelişebileceğini mümkün görmüyorum. Doğrusu duruma baktığımda, böyle bir noktaya doğru yol aldığımız hissine kapılıyor ve üzülüyorum.

Önceki gün Başbakan'ın, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncularını ve 19 Mayıs düzenlemesini iptal eden Danıştay'ı eleştirirken söylediği sözler bana, reddettiği buyurgan tavrın tersyüz edilmiş hali gibi geldi. Çünkü Başbakan'ın kullandığı, " .... hiç kimse mürebbiye gibi parmağını sallayarak bizi tehdit etmesin!" cümlesi de aynen ötekilerinkine benzeyen buyurgan bir ifadedir. Bence, "türbanlılar İran'a" ile "parmağını sallama!" sözleri arasında bir fark yoktur. Zira ikisi de mutlak emirdir.

Aynı konuşmada İ.B.Ş.T oyuncuları için de, "Hem belediyeden maaş alacaksın, hem de tiyatroyu ben yönetirim, oynayacağım oyunu ben seçerim diyeceksin" benzeri bir söz sarfetti. Yani, "böyle şey olmaz, burada sizin kadar patronun da söz sahibi olması gerekir" demeye getirdi. Eh pek yanlış ta sayılmaz. Ancak, sanatçıların tutumuna tepki olarak, "tiyatroları özelleştireceğini" söylemesi büyük hata idi. Eğer hoşlanılmayan her tavır bu biçimde bir karşılık bulacaksa, darbecilere ve haklarında zan bulunan kadim efendilere hesap sormak için boşuna yorulmayalım. Hepsini serbest bırakıp eski düzene dönüverelim. Önceden olduğu gibi gene herkese istikamet verilecekse, paşa ve yüksek bürokratların yerini Başbakan'ın alması bir şey değiştirmeyecektir.

Burada, Yüksek Yargı ve Muvazzaf Asker'den sonra bir de "Sanatçılar'a" bakmamız gerekiyor. Bunlar ayrıcalıklı kitlemizin 3. grubunu temsil ediyor. Kılıçdaroğlu, "Sanatçı bizim bilmediğimizi bilir, görmediğimizi görür" diyor. Doğrusu bilinmeyeni bilen, görünmeyeni gören kutlu ve olağanüstü bir kişiliğe sahip demektir. Bu haliyle de zaten onlar, üst düzey muameleyi hakediyor.

Eğer belli görev ve misyonu olan insanlara olduklarından fazla değer verirseniz onlar, kendilerini bir şey sanır ve üstün nitelikli varlıklar olarak görürler. Pohpohlandıkça şımarırlar ve zamanla kendilerinde tanrısallık vehmetmeye başlarlar. Bir türlü, medya ve ideoloji nefesiyle şişirilmiş balonlar olduklarının farkına varamazlar.

Halbuki sanatçı bu dünyada, kimsenin beceremediği bir şeyi değil sadece işini yapıyor. Yani ya rol kesiyor ya da heykel yontuyor. İşte hepsi bu!  Bu dünyada herkesin bir görevi vardır. Birisi adalet dağıtır, diğeri süt. Biri heykel yapar, diğeri duvar. Kimi diğerinden daha üstün tutabiliriz ki? Lağımcı olmasa hepimiz b...k içinde kalırız.

Detaya girer ve "Başbakan haklı mıdır?" diye sorarsak cevabım, "kesinlikle haklıdır" olacaktır. Zira insanın kendisine yapılan hakareti, aşağılamayı unutması ve hazmetmesi kolay değildir. Başbakan ve arkadaşlarının siyasete girdikleri günden beri nelerle karşılaştıklarını, önlerine çıkarılan binbir engeli hangi zorluklarla aştıklarını az çok biliyorum. En azından, "muhtar bile olamaz" şeklindeki küçümsemeyi, şiir okumaktan yattığı hapsi, DGM den aldığı ceza erteleme kararını, Danıştay'ın yıldırım hızıyla iptal ettiğini hatırlıyorum.

Ancak yeni güç sahipleri, kendilerine yapılanı ayniyle iade ederlerse (ki, bunun adına "öç alma da rövanş" ta denilebilir) hasımlarından bir farkları kalmaz. İşte bu yüzden burada Başbakan'ımızın, bakanların ve yetkili bürokratların daha yumuşak ve daha duru bir dil kullanmalarının önemini vurgulamak istiyorum.

Kendine yapılanın benzerini başkalarına yapmaya örnek olarak aşağıdaki yasa maddesini sunuyorum. Belki iddiama birebir uymuyor olabilir. Ancak madde bana göre, yasa koyucunun ve yönetimin umursaması gereken vahim bir hata içeriyor.

İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6287 Sayılı Kanun'un 9. Maddesi'nin oldukça kısaltarak aldığım ilgili kısmında,  "Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. ... diğer seçmeli dersler ... Bakanlıkça belirlenir." deniliyor.

Her ne kadar son bölümde bakanlığa inisiyatif verilmişse de bu, maddenin ana maksadını yani temel amacını gizleyemiyor. Açıkçası burada başkalarını umursamayan bir anlayış sırıtıyor ki, bunun öncekilerin hukuksuz tavrından bir farkı bulunmuyor. Herhangi bir yahudi veya hristiyan vatandaş bu 9. maddeyi okuduğunda, başörtülü kızların AYM'nin türban kararından sonra düştüğü kahredici durumu yaşayabilir. Burada kendini bulamadığı için manen çökebilir. Bu madde, daha sempatik hale getirilebilirdi. Dindarlara yapılanlar, gözümüze perde olmamalıydı.

Mesela bu kısım, "Din ve ahlak dersi isteğe bağlıdır. Bu derslerde, her öğrencinin inanç tercihine uygun bilgiler okutulur." şeklinde düzenlenerek diğer dinlerle ilgili tereddütler ortadan kaldırılabilirdi.

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste demişler. İnsanlar kolay unutamaz ama buna rağmen düşmanına merhamet edebilir. Eğer bunu becerebiliyorsak, sözlerdeki keskinliği de yumuşatarak barışa katkıda bulunabiliriz.

Resim: sondakikahaberleri.info.tr

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..