Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '12

 
Kategori
Felsefe
 

Yaşadığı geçmişiyle, beklediği geleceği arasında bir figür olarak : insan

Yaşadığı geçmişiyle, beklediği geleceği arasında bir figür olarak : insan
 

.


Kaybetmeye duyulan öfke ile kazanmaya duyulan özlem. Kaybetmeye duyulan öfke bizi geçmişe götürür. Çünkü kaybetmişizdir. Geçmişe dönük bir hayıflanma, en önemlisi ‘ah keşke’ iç geçirmesi oluşur insanda.

Bir nev’i başarısızlığa duyulan öfke ya da geçmişe duyulan bir özlem de diyebilirsiniz buna.

Sahip olduklarıyla yetinemeyen bizlerin, içine sık düştüğü bir durumdur.

Kabullenmesi güç olsa da ; herkes bilir ki, geçmişi geri getiremeyiz, yaşanmışlıklar bitmiştir artık. Bu eski bir sevgili de olabilir, belediyenin istimlâk ettiği bir alanda artık hiç olmayacak olan eski bir yol üstü lokantasında içtiğiniz güzel çorbalar da…

Kaybetmeye duyulan öfkenin yarattığı çaba, geçmişi geri getirme çabasıdır ki pratikte bu imkânsızdır.

Israrcılık ise, ağır yenilgiler alarak bizi sahip olduklarımızı kaybetmeye sevk eder de fark edemeyebiliriz.

Kazanmaya duyulan özlem ise bizi geleceğe götürür. Siz buna başarma arzusu, kazanma hırsı ya da en iyimser şekliyle kazanma isteği de diyebilirsiniz. Kazanmaya, sahip olmaya duyulan özlem bizi geleceğe götür de nasıl bir geleceğe ?

İçinde bulunduğumuz şu ânı aşıp ileriye, geleceğe varmamız mümkün değildir. Hem fiziksel olarak mümkün değildir, hem de aslında en önemlisi nereye varacağımızı bilmiyoruzdur.

Biz sadece, hayalini kurduğumuz iyi bir şeye ulaşmaya çalışırız. Aslında onu bu âna çekeyim deriz. Biraz risklidir bu durum. Çünkü hiç tanımadan bilmeden ve daha önce yaşanmamış bir zaman kesitini, olaylarıyla birlikte bu ânâ çekmeye çalışıyoruzdur.

Gelecekteki o ânı bu âna çekme gayreti sabırsızlık demektir ki, yıllardır ‘sabrın sonu ile’ demem kim bilir o ânı bu âna çekme gayretindeki sakatlığa işaret amaçlıdır.

Bir çocuğun doğması için 9 ay 10 gün geçmesi gerekir. Bu olağan bir süredir. Siz henüz doğmamış bu çocuğunuza duyduğunuz sahip olma, onu kazanma özleminden ötürü doğumunu geriye çekemezsiniz.

Sosyal hayatta, tabiatta da bu böyledir. Su zaten akar ve mecrasını bulur.

Sağduyu, soğukkanlılık, akılcı düşünce bunu gerektirir ve bu düşünce yapısı hiçbir zaman kaybettirmez. Biz aşırı isteklerimizden, kararsızlıklarımızdan bazen de korkularımızdan sıyrılmak için ‘şartların olgunlaşması’ kavramını hep ihmâl ederiz.

Halbuki hayatın olağan akışına müdahale etmek, sadece tabiattaki ekolojik dengeyi değil, insanın tabiatındaki ruhsal dengeyi de bozar.

Çiftleşmek için mart ayını hevesle bekleyen kedilere ‘aylardan ağustos göreyim sizi’ diye baskı yapamazsınız, zamanı beş ay geri getiremezsiniz. Hayatın olağan akışına müdahale etmek insana ve çevresindekilere zarar verir.

Hiç bilmediğiniz o geleceği "şu ânâ çekme” rahatsızlığı ve tehlikesini doğurur.

İşte bu hatayı hep ‘kazanmaya duyulan özlem’ den yaparız. Sonu hüsran olacaksa bile bunu bilemediğimizden arzu ve isteklerimize yenik düşeriz. Beklemek en doğrusuyken gözümüz bir şey görmez ve sun’i müdahalelerle bazen pusu bile kurabiliriz, bahane ararız, yapay gerilimler yaratırız karşımızdakiyle ya da çevremizdekilerle. Olmaz. Doğru olmaz.

Bir çocuğun doğması için 9 ay 10 gün geçmesi gerekir. Bu olağan bir süredir. Siz henüz doğmamış bu çocuğunuza duyduğunuz sahip olma, onu kazanma özleminden ötürü, ana rahminden ayrılacağı günü erkene alamazsınız. Yok illâ da doğsun, bekleyemem deyip ısrar ederseniz çocuk doğar ama ölü doğar.

Sabrın sonu ile

 

 
Toplam blog
: 269
: 1885
Kayıt tarihi
: 08.01.07
 
 

Kabataş Erkek Lisesi Matematik (1992) Marmara Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Mak..