- Kategori
- Deneme
Yaşama dair
Özgürlük onurumuzdur.
Hızla akıp gidiyor diye ifade ettiğimiz şey, aslında zaman değil yaşamın ta kendisi. Bir yaprak misali oradan oraya savruluyor, bazen bir ağacın gövdesine, bazen bir kaldırım taşının kenarına takılıp bir süre dinlendikten sonra, rüzgarla birlikte tekrardan ters yüz olup, akıp giden belirsiz yolculuğumuza devam ediyoruz. Rüzgarı kontrol edemediğimiz sürece bu hep böyle olacak.
Çıktığımız bu hayat yolu, inişli, çıkışlı, sarsıntılı, bazen aşırı sıradan, dingin, tekdüze giderken birden kendimize “ne oluyoruz?” demeye kalmadan, güçlü bir rüzgar etkisi ile alt üst oluyor yaşamlarımız. Bu soruyu kendimize sormadan önce, şu soruya cevap olacak şekilde geliştirip, yaşayıp, sonlayabilirmiyiz Yaşamımızı? Nasıl bir iz (etki) bırakabiliriz?
Uçsuz bucaksız bir sahilde önemi olmayan, gereksiz, etkisiz bir kum taneciği gibimi? Yoksa bir deniz feneri misali, karanlıkta yolunu bulamayan gemilere yol gösteren ışıkmıyız? Yaşamsal çizgimize iyi bir iz bırakmak için yeterince çaba sarf ediyormuyuz?
Onurlu bir şekilde, eğilip bükülmeden adalet için yalnız kalsak ta hayat yolculuğumuza devam etmeliyiz, korkmadan, korkutmadan. Kendi özgürlüğümüzü savunurken, başkalarının yaşamlarına hüküm vermeden, adalet ve doğruluktan ayrılmadan, hak ve hukukun herkese bir gün gerekli olacağını bilerek, dürüst, erdemli, namuslu bir şekilde, kul hakkı yemeden emeği ve alın terini savunmak, düşüncelerine katılmayacağımız insanlara söz söyleme özgürlüğü verdikmi? verebiliyormuyuz?
Yaşamlarımıza ait süreçler ile ruhsal durumumuz mevsimlere benziyor. Çevremize, dünyaya ve haberlere baktığımızda ruhsal bir kış yaşıyoruz adeta. Sanki beklenen bahar hiç gelmeyecek, göçmen kuşlar geri dönmeyecek, gökyüzü eskisi gibi bir daha hiç parlamayacak, gerçekten katıla katıla hiç gülmeyeceğiz.
Oysaki kış ne kadar uzun sürerse sürsün bahar mutlaka gelecek. Ama bizi sarıp sarmalayan kış havası dışarıda değil, ruhumuzda, vicdanlarımızda. Çünkü biz fark etsekte etmesekte bütünün bir parçası olarak, dünyada ve ülkemizde patlayan bombalar, savaşlar, açlıklar, sefaletler, hastalıklar, vahşetler, şehitler bizim yüreğimizi dağlıyor.
21.yüzyılın bu vahşet kesitinde halen rasyonel aklın, bilimin bittiği, barışın ve sevginin hiç olmadığı noktada olabildiğini görmek, yobazlığa, bağnazlığa dur diyememek, bizi savuran rüzgarın yönünü, hızını, şiddetini kontrol edememek. Dünyada ve çevremizde yaşananlardan dolayı, yüzünü gösteren tüm bahar koşullarına inat ruhsal kışlığımız devam ediyor.
Yaşamı hem hafife alıp, hem de onu sanatsal bir şekilde yaşayabilmeyi becerebiliyormuyuz? İşte tüm sorun burada. Ruhsal kışımızı atlayarak sürekli ruhsal baharı yaşayabiliyormuyuz?
Hepimiz iyi bilmeliyiz ki sabahın karanlığının en ağır olduğu noktadan sonra birden şafak söker, sağanak yağmurdan sonra beklenmedik bir anda gökkuşağı ortaya çıkar, umutların kesildiği bir anda ölecek diye beklenen komadaki hasta bir anda hayata döner. Yok oldu denilen bir ulus, kısacık bir hayat yolunda dehamsı harikalar yaratan bir önder ile dünyaya meydan okuyabilir, tüm yokluğa ve yoksulluğa rağmen onurlu, okunası bir tarih yazabilir.
Er ya da geç ışık ve ışık verenler kazanır, karanlığa karşı. Şimdilerde tekrar umit etmek, güvenle beklemek, sabır zamanı. Çalışmak, üretmek, kalıcı bir şeylerle hoş bir seda bırakmak zamanı. Her ne pahasına olursa olsun, yaşamı en iyi şekilde değerlendirmek, yılmamak, pes etmemek, engin sularda karanlığın ve fırtınanın içindeki deniz feneri ışığı olabilmek, ışık tutmak, ışığı birleştirme zamanı.
Akıp giden yaşamımızda, savrulan yaprak misali olsak ta. Bizi öteye beriye savuran rüzgarı kontrol edemezsekte.
Yönümüzü, kim olduğumuzu hiç unutmadan, hayat yolumuzda dimdik yürümeliyiz.
Umutla, inatla, sevgi ile…
Nizamettin BİBER
Uzman İnşaat Mühendisi