Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

nazende korkmaz yıldız

http://blog.milliyet.com.tr/nazende1

06 Mart '22

 
Kategori
Gelenekler
 

YAŞMAK VE MASKE

Yazma; doğduğum Anadolu köyünde daha çok boncuklu ya da renkli ipliklerle oyalanmış tülbente denirdi. Bu beyaz, oyalı tülbente ve kendine özgü bir biçimde başa sarılması ya da dolanmasına da “dolak” denirdi.

Yaşmak ise; yazmanın bu örtünme biçiminde, ağız ve burnu da kapatarak kullanılan haline denirdi, en azından bizde böyleydi.

Yaşmak sözcüğünün sözlükteki tanımını merak ettim. TDK’ya göre;

- Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan, ince yüz örtüsü

- Halk ağzında; baş ile birlikte yüzü ve ağzı da kapatan başörtüsü.

Daha ayrıntılı bilgi vardır diye Wikipedia’ya da bakmak istedim. İlgili bölüm şöyleydi;  Yaşmak (Eski Türkçe: yaşmak, "örtmek, gizlemek"), Osmanlı İmparatorluğu zamanında Müslüman kadınların ferace ile birlikte giydikleri yalnızca gözleri açıkta bırakan ince kumaştan iki parçalı yüz ve başörtüsü. Türk-İslam kültüründe, özellikle Anadolu'da, kadınların başörtülerinin alt ucu ile ağızlarını kapatmalarına da denir.

Yaşmak, türlü ince kumaşlardan yapılırdı.…. Anadolu kadınlarının günlük başörtülerinin çene altına bağladıkları iki ucunu, çeneyi, dudakları, bazen de burnu kapatacak şekilde öne getirmelerine de yaşmak denir.

Bilgilerin aynı değilse de köyümde kullanılana benzer olduğunu gördüm. O halde köyümdekine dönebilirim.

Çocukluğumdan hatırladığım yeni gelinlerin, evlendiği ailedeki büyüklerin yanında oturmaması, konuşmaması, çocuğunu sevememesi büyüklerine saygı göstergesiydi. Özellikle de kayınpederin ve erkeklerin yanında. Buna “gelinlik etme” denirdi. Hatta yeni gelinin, oda kapısının dibinde ayakta dikilmesi, istendiğinde hizmeti hemen yerine getirmesi beklenirdi. Öyle ki kayınbiraderi küçük bile olsa konuşamaz, ona da gelinlik ederdi.

Bazıları ile mesela, kayınvalide ile ilk yıllarda işaret dili kullanarak anlaşırlardı. Sorulara kafayı ileri-geri, sağa sola sallayarak, kimi zaman “cık cık” sesleri çıkararak cevap verirdi.

Bu gelinlik etme faslı yıllarca sürerdi. Ancak yaş ilerledikçe kadınlardan başlamak üzere yavaş yavaş konuşmaya başlanırdı. Kayınpederle mi? çoğu gelin torun sahibi olsa bile kayınpeder ya da diğer yaşlı erkeklerle ömür boyu küs gibi yaşarlardı.

Öyle durumlar olurdu ki gelin mutlak konuşması gerekirse birinin kulağına fısıldar, o kişi de kayın pedere aktarırdı. Bazı müsamahalı kayınpederler, konuşması için zorlardı. Hatta kayınpederin, konuşmaya başlaması için gelinine hediye verdiği bile olurdu. Yaşı ilerlemiş gelin hanım buna cesaret etmişse bile en kısık sesini kullanarak ve yaşmaklı haliyle konuşurdu.

İşte buna “gelinlik etmek” ya da “gelinlik yapmak” denirdi.

Yaşmak olayı ise; yukarda sözünü ettiğim dolağın ağız ve burnu da kapatan hali demiştim. Kimse yokken yaşmak çeneye indirilirdi. Gelin hanım ağız burun açıkken, kayınpederi ya da başkasını veya yolda ya da herhangi bir yerde birini görecek olsa yaşmak çenedeyken, baş ve işaret parmağı ile tutarak yaşmağını hızla yukarı çekerdi.

Gelelim maskeye; aslında M.Ö. 9000-7000 yıllarına dayanan bir tarihe sahip olan maskeler, o yıllarda kötü ruhları kovmak amacıyla farklı malzemelerden yapılırmış.

Sonraları, malzeme ve biçimi değişse de tarih boyunca genellikle salgın hastalıklardan korunma amacıyla kullanılmış, günümüzde olduğu gibi.

İki yıldır tüm dünya ülkelerini kasıp kavuran, yaşantımızı başkalaştıran ve hala devam eden Covid-19, başedilemez ve gözle değil sıradan bir mikroskopla bile görülemeyen bir canavar gibi. Ne aşılar, ne maske, ne mesafe yeterli olmadı desek yeridir. Tanınmayan bir virüs olduğu için bilim insanları da deneme yöntemlerle baş etmeye çalıştı.

Ülkemiz için 11 Marta 2020’ye dönüp bakalım ve o ilk günleri hatırlayalım. Bazen kötüyü hatırlamak da, bulunduğumuz durumu değerlendirmeye yarar belki. Şimdi çok mu iyi durumdayız diyebilirsiniz elbette. Hayatın o kısmı bitmez zaten. Bu salgının başında aylarca evlere kapandık, iş hayatını eve taşıdık, alışverişe bile çıkamadık, çoğumuz ekmeklerimizi evlerimizde yaptık, evde kalmaktan sıkıldık, kilolar aldık, ruh sağlığımız korumanın yollarını aradık, yazmakla bitmez ki ne aldığımız tedbirler ne de hayatımıza getirdiği değişimler.

Yavaş yavaş sokağa çıkmalar başladı. Fakat bu kez sokaklarda ürkek davranmaya başladık. Karşılaştığımız insanları öcü gibi gördük, hatta virüsü üstümüze salacakmış gibi uzaklaşarak yürümeye çalıştık.

Birbuçuk yıldır sakin bir mahallede yaşıyorum. Yürüyüşe çıktığımda çok fazla insanla karşılaşmadığım için maskemi çeneme indiriyorum. Karşıdan gelen, yakınımdan geçen olursa hemen çenemden yukarı çekip, ağzımı burnumu kapatıyorum maskemle.

Kaç haftadır bakıyorum, karşılaştığım pek çok insan aynı şeyi yapıyor. Artık birbirimizden uzaklaşmıyoruz ama çenemizdeki maskeyi kayınpederi görmüş gelin gibi refleks olarak hemen ağız ve burnumuzu saklayalım diye yukarı çekiyoruz.

İşte bu da, bana her seferinde köyümün eski gelinlerinin, biriyle karşılaştıklarında yaşmaklarını aniden yukarı çekmelerini hatırlatıyor. Kendim yapınca da, karşıdaki yapınca da bu refleks hareket beni eskilere götürüyor. Gülmeye hasret kaldığımız bu günlerde, hiç olmazsa maske altından biraz olsun gülümsetiyor beni. Özellikle dün, bir saat içinde birkaç kez tekrarlandığı için yazmak istedim.

Bu kadar lafı, şu son birkaç satır için mi ettin derseniz, ben de haklısınız derim.

Beden ve ruh sağlığımızı koruyabildiğimiz ve gülümseyebileceğimiz, salgınlardan savaşlardan ve etkilerinden uzak günlere…

 
Toplam blog
: 12
: 230
Kayıt tarihi
: 02.08.21
 
 

Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyesiyim. ..