- Kategori
- Basın Yayın / Medya
Yazıyoruz Okunmuyoruz
TIKLAYIP KAÇIYORUZ
BEN YİNE ŞANSLIYIM (Dünden Devam)
Günümüz nesli telefona bağımlı, elinden hiç düşürmediği telefonuyla geçiriyor vakitlerini; yazılanı okumak yerine görüntüye bakmayı, iki cümlelik konuşmayı dinlemeyi tercih ediyor. Dinledikleri de işine yarayacak duyumlar değil. Çoğunluk için gırgır şamata olsun, boş lafla vakit dolsun türünden yayınlar revaçta. Paylaşım ağlarında nice gençler argo konuşmayı, kırık söylemleri, belden aşağı komiklikleri seviyor. Sosyal medya gençliğe bu hizmeti sunuyor. Çok çabuk tüketen bir nesil zamane gençliği, herşey paylaşılıyor, bakılıp bitiyor. Uzun okumalara tahammül gösterilmiyor.
Milliyet Blog yazarlarının çok okunur olanları gerçekten okunduğu için mi çoklar, yoksa sosyal sayfalarında yapılan paylaşımlarında, tıklanma usulüyle mi çok görünüyorlar bilemiyorum. Günümüzde her paylaşımda herkes okur sayısını, takipcisini kendi belirler olmuş. "Sen beni izle, ben seni." "Sen beni laykla, ben seni" Layklamak ne demek, Türkçesi beğenmek oluyor. Bir tür karşılıklı vefa örneği sunuluyor.
Doğru olan bu değil, bu biraz riyaya dayalı. " Yazılarını beğenmesem de sen benim yazıma baktığın için ben de seni okumuş gibi yapayım, sayfanı tıklayayım." İnternet ortamında mantık bu, lakin aklımın kabullenmediği bir kandırmaca bu... Ben birinin sayfasına girdiysem yazısını sonuna kadar okurum. Beğenirim veya beğenmem ama mutlaka yazanın, yazarken hissettiklerini hissetmeye çalışırım. Tıklama, yada tıklanma kaygısında olmam.
Benim yıllardan beri az ama öz denilecek kadar, belli başlı bir grup okurum vardır. (Belki öteki yazan arkadaşlarında kendi çevrelerinin çokluğuna göre çok okurları vardır.) Benim azınlıkta ki okurum yazılarımı nerede olsa, gördükleri yerden hiç kaçırmadan takip ediyorlar. Buyüzden şanslıyım diyorum. Zaten yazılarımı yazarken, "elbet birgün bir kişi bir yerde görür okur" düsturuyla yazan biriyimdir. Yakınlarımdan ziyade hiç tanımadıklarım yazımı okusun isterim. Yakınım zaten fikrimin, zikrimin ne olduğunu biliyor. Onun bana katacağı bir tıklamaya ihtiyacım yok. Tıklamaya yönelik okurumun çok olması için çaba harcamam.
Okunmuyoruz diyorum ya, inanmayan bir yerlere yazdığı yazı hakkında en güvendiği arkadaşını sınasın, "okumuş mu, tıklamış kaçmış mı," isteyen bu yöntemle gazete, dergi, internet sayfasını açıp ünlü yazanların da okunup okunmadığını görebilir. Bana ondan sonra ne demek istiyorsa diyebilir. Okur yüzdesi ülkemizde çok az, her geçen gün de azalmakta. Ben farklı mıyım, ben de her yazılanı okumuyorum. Yazı çok ilgimi çekecek, yazan kişinin yazdığı satırlarda benim de katılacağım görüşleri olacak öyle göznurumu o yazıya yönlendireceğim. Açıkcası vaktimi okunur yazılardan yana harcarım.
Geçen gün bir arkadaşa uğradım. Kendisi yerel bir gazetenin sorumlu müdürü, basın yayınla ilgili fakülte mezunlarından; beni görür görmez. “Abla gazetemiz internetten de yayınlanıyor. Filan linkte, siteye giriyor musun? Benim yazıları takip ediyor musun?” diye sordu. İlk kez duymuştum. O an “Aa öyle mi, ne güzel. Bakarım.” diye geçiştirdim.
Bir kaç gün sonra aklıma geldi. Bir bakayım dedim. Hani tekrar görürsem, sorarsa söyleyecek bir fikrim olsun gibisine; yazdıkları benim ilgi alanım dışında konulardı. Beğenmedim. Kendisini telefonla arayıp, okunur yazılar yazmasına yönelik tavsiyelerde bulundum. O da beni bir güzel eleştirdi. İçinde hakkımda ne düşünmüşse dışa döktü. "Sen çok uzun yazıyorsun, uzun yazılar okunmuyor kısa yazmalısın" dedi. Ona göre ne demek istiyorsam, mesajımı kısaca belirtmeliymişim. Sosyal medyada "Mutlu Pazarlar" denilmesini örnek verdi. Reytingini yükseltmem için ara sıra yazılarını tıklamamı rica etti.
Alındım birazcık, "mutlu pazar mı olur, insanın mutlusu olmalı" demeye çalıştım. Reyting için yazı yazılmaması gerektiğini belirtir sözler söyledim. Sıkıldı öğüt vermemden, kapattı telefonu...
Bir yazı satırlar sayfalar dolusu olmuş yada kısa kelimeler içermiş. Benim için farketmez. İlgimi çeken konuyu kim yazmışsa, ayırımsız üşenmeden sonuna kadar okurum. Yeterki anlamı olsun yazılanların. Yapıcı olsun, doğru mesajlar versin. Örneğin: "Uyudun öğleye kadar, yastık gibi şişmanladın." Bu satırları yazan biri bana ne kazandıracak, vaktimi boşa harcamış olacak.
İsterim ki hep okuyan olalım. Zira okuyan olmazsak, kalkınan, ilerleyen de olamayız. Çok gezenden ziyade çok okuyan bilir. Okumayan duyduğuna inanır. Yanlış dolduruşlara gelir. Yazıları okur için yazdığımıza göre, okur nerede olsa yazıya ulaşıp okuyan olmalı. Aynı zamanda bir okur olarak, beğendiğim yazana bu ulaşımı yapan biriyim.
Okumak, değişik kişilerin değişik fikirlerini öğrenmek, dimağımızın dingin kalmasına aracı olur. Doğru yazılanı okumak, yazanın satırlar arasında saklandığı iyi, samimi, dürüst, sağlam anlatımı anlamak ve günlük yaşantısında tatbike çalışmak bir kazanımdır. Bu kazanımlarla insanımız mutlu, donanımlı, kendine güvenli, üretken, paylaşımcı olacağı gibi milletimiz, devletimiz de daha müreffeh, daha üretimci, daha dünya sahnesinde söz sahibi olacaktır.
Okuyan öğrenir, kulaktan duyumlar insanları yanıltabilir. Ben şahsıma eski okurlarımı çok özlüyorum. Eski okurlarımla görüşmelerimden, onlardan aldığım yormayan yorumlardan, etkili eleştirilerinden çok değerler elde ediyordum. Şayet eski okurlarımı koruyabilseydim. Onlar dünyadan göçmeyenler, ya da yaşlanmayanlar, gözleri görenler, kulakları sağır olmayanlar olarak hala duruyor olsalardı. İnanın bugün İnternet ortamındaki yazılarımın reytingi bir günde binleri aşar, belki milyon sınırlarını zorlayan olurdu. Onlardan az da kalmış olanlar hâlâ varlar da; bu kadar yazı çokluğu içinde ve değişen gündemlerle yorulmuş olmalılar, yazılarımı ara sıra bulup okuyorlar şükür. Buyüzden ben yine şanslıyım diyebiliyorum. Çünkü onlar okumalarında samimiler, her satıra göznuru dökerek okurlar. Yazıya göz gezdirerek geçiştirmezler. Onlar ki, her halleriyle geçmişi bize böyle özletirler.
Yeni nesille yaptığım görüşmelerde gazetelerde yazılanlara artık değer vermediklerini belirtiyorlar. Çoğunluk genç okumaktan ziyade izlemeyi tercih ettiğini belirtiyor. Sanal alemdeki görsel yayınları takip ettiğini belirtiyor. İnternette oyun oynamayı okumaya yegleyenlerde hayli fazla, bir kısım gençlerde okumanın sıkıcılığını dile getiriyorlar. Ne kadar acı verici.
Eski yoğun okurumun pek çoğunu, yaş haddinden dolayı kaybetmiş olmaktan hayli üzgünüm. İnsanları yeniden okur kılmak için ne lazımsa yapılmalı, yapalım. Gazeteleri çıkıyor olmak için çıkarmayalım, (sonradan türeyen, kendince reyting için yazanlardan) sebebiyle okur kaybetmeyelim. Yazdıklarımızı okunur kılmak için elimizden geleni sunalım.
Ben bir kişi bile okusa, yazımı yazmaktan gocunmam, gurur duyarak yazmaya devam ederim. “Bir okur, bin kişiyi bile etkiler” diye düşünürüm. Ama sorun bu değil. Benim korkum bu gidişle o bir kişinin de okumaktan vazgeçmesi, hiç okurumuzun kalmaması. Çünkü okur varsa, biz yazarlar varız. Onlar olmasa kalem sahibi olmamız ne işe yarar ki? Ümit edeyim de geleceğin gençleri beni yanıltan olsunlar. Tüm okurlara sevgiler.
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com