Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

25 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Yazmak zor zanaattır...

Kalemin kâğıda değdiği sesi hep sevdim sanırım. Yeni kâğıt homurtusu gözümü döndürmeyi başardı daima, bunun yanı sıra sahaflardaki kitapların eskimiş sarı kokusu, içime D&R kitaplarından daha çok sindi… Bilenler bilir, kalem seçmek önemlidir yazmaya başlamak için; kalemimi kendim seçmeye, ince uçluyla yazmayı sevdiğim zamanların keşfinden sonra başladım. “Bir kâğıtla ne yapılabilir?” diye sorulan sorunun ardından uçak yapanlardan değil, uçağı anlatanlardan oldum… Acaba bu yüzden mi, kalem-kâğıt yüzüme gözüme bakarken klavye bana “onların katili olma” diye söylenir yavaştan yavaştan…

Büyüdüm zaman zaman ben de… Ve hayatımın çoğunu içine alan evresinde yazdım: kendime yazdım, birilerine yazdım, bir şeylere yazdım, sesli yazdım, sessiz yazdım, yavaş yazdım, hızlı yazdım… Ancak böyle mutluydum çünkü. Birine sevgimi de kırgınlığımı da yazarak anlatmak bana daha sahici geldi hep. Bu yüzden kendime bile yazdım ben. Neye sevindiğimi, neye üzüldüğümü bilemediğim zamanlarda hep yazarak yönlendirdim kendimi, öyle buldum gerçekten ne hissettiğimi… (“Ve” ile cümlelere başlanmayacağını, “çünkü”den sonra nokta konulmayacağını bilecek kadar çok okudum; ama kelimelerin bir haritasının olmadığını bilecek kadar da çok yazdım.) Hiç kimseye söylememem gereken şeyler vardı, sadece benim bilmem gereken… Yıllarca onları da yazdım. Küçük kâğıtlara bulaştırdığım, şimdi nerede olduğunu bile bilmediğim bir sürü sır… Sakladığım yerlerden sonradan çıkanlar oldu, kaybettiklerim oldu, sakladığım yerlerin artık olmadığı sırlarım oldu.

Okuduğum kitapları bile yazdım aslında bir zaman aralığında. İsimlerinin artık hiçbir şey ifade etmediği ama bir dönem tanıştığım ve şimdi zorla hatırlamaya çalıştığım bir sürü insanı bile yazmışım. Üniversiteyi ilk kazandığım yıllarda tuttuğum bir deftere, sonradan okuduğumda da aynı tatla güldüren, başıma gelen bir sürü komik hikâyemi yazmışım mesela. Okuduğumda, “ben bunu nasıl söylemişim ki” dedirttim kendi-kendimeJ Her yerde yazardım… Otobüste yazardım mesela dershaneye giderken. Neyi mi? Her şeyi… Ne gördüysem… Çoğu zaman görmek istediklerimi yazardım. Kalem- kâğıt oyuncağım gibiydi, hiç bitmeyen bir oyunun içindeydim, çocukların en sevdiğinden…J Dedim ya her şeyi yazardım. Ne olmak istediğimi yazdığım yazılarım çıktı seneler sonra.

Bugün, hiçbirisi değilim onların ama hala ne olmak istediğimi yazdığım bir kâğıdım var ve hala en sevdiğim kalem, ince uçlu olanlar… Şiir yazdım, makale yazdım, hikâye yazdım, kısa yazı yazdım, düz yazı yazdım, birilerinin hayatını yazdım, şehrimi yazdım… Ama çoğu kez kendimi yazdım… Kendimi anlatmaktansa yazdım ben sanırım yıllarca. Her yere benden bir şeyler yazdım. Derste konuşmadım sıra arkadaşımla, çoğu kez yazdım; yolculuklarda sohbet etmedim çoğu kez yanımdakiyle ama yüksek ses rahatsız ettiyse belki diye küçük bir kâğıda özrümü yazıp sıkıştırdım mesela bir yerlerine. (kitabına, dergisine, açık kalan çanta fermuarının arasına…) Yolda yürüyen “birileri”ne hayat hikâyesi yazdım, onlara kafamdan yaşamlar verdim mesela. Ya da otobüste yanıma oturana anı’lar biçtim; sorunlar, çözümler yarattım… Sonra yazmayı bıraktım… Üniversiteyi kazandığım yıllardı, 2003 dolaylarındaydı takvim… Bir gün bir fark ettim, ben artık yazmıyorum. Bunu fark ettiğimde 2007 bitmek üzereydi. Aradaki 4 yılda hep okumaya devam ettim ama yazmadım hiç. Neden hiç gelmedi içimden, neye küstüm, ya da küstüm mü, nerde unuttum kalemimi bilmiyorum ama bırakmışım yazmayı; kendimi tanımaya da ara verdiğim yaşam aralığım oldu o boşluk benim tarihimde… Son 3 yıldır yine yazmaya başladım. Kalem tutmak da bisiklete binmek gibidir, bir kere öğrendiysen, dengede kalmak “çocuk oyuncağı”… Yıllarca sürmesen de, düşmüyorsun aynı diz kabuklarının üzerine. Yıllarca yüzmesen de, öğrendiysen bir kere, boğulmuyorsun hiçbir su derinliğinde…

 
Toplam blog
: 57
: 877
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

1985 doğumluyum ve geçmişte yaptığım işlerle ilgili her bilgiyi önceki adımlarda sizlerle paylaşt..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara