Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '16

 
Kategori
Blog
 

Yazmaya devam

Yazmaya devam
 

Epey zaman oldu yazmayalı… En son hangi tarihte yazmıştım, doğrusunu isterseniz bilemiyorum. Sanırım bu yılın başlarıydı… Aradan bayağı bir zaman geçti ve bu zaman dilimi içerisinde iş yoğunluğu nedeniyle yazmaya vakit bulamadım. J)))) Ne bileyim sadece iş yoğunluğu diyerek böyle bir mazeretin ardına sığınmakta bana pek doğru gelmiyor. Tam da tarif edemediğim bir takım nedenler olabilir… Biraz olsun bu nedenler üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum.

Yazmıyor olmak salt zaman yetersizliği, iş yoğunluğu gibi mazeretlerle geçiştirilebilecek bir durum değil. En nihayetinde bu günkü ufalmış dünya üzerinde en uzak şehre, en uzak ülkenin en uzak yerleşim birimine bir tık mesafedeyiz ve üzerinde yazılabilecek onca habere, onca gelişmeye en hızlısından yana ulaşabiliyoruz… Ama yazmak eskisi gibi istekle şevkle yaptığım bir uğraş olmaktan çıktı, çıkıyor. Pek tabi ki bu duruma üzülmüyorum dersem yalan olur. Yazmak güzel bir şey… Fikir üretmeye çabalamak, düşünceler ileriye sürmek ve bunları açabileceğin bir platform yakalamış olmak şimdinin teknolojisinin marifetiyle bayağı güzel olanaklar… Baksanız e Milliyet Blog’da neredeyse 10 yıl olacak bağlarım halen şu veya bu şekilde sürüyor.

Zaman zaman giriyorum Milliyet Bloğa, eski tadı yok. O hararetli tartışmaların, sıkı atışmaların mekânı olma özelliğini epey zamandır yitirmiş Milliyet Blog. Gerçi bu durum uzun zamandan beri böyle… Milliyet ne zaman ki iktidarın ardında saf tuttu, MB’de yazmak çekilmez oldu. J))))) Güldüğüme bakmayın… Nasıl gülmeyeyim ki! Zamanında “Fetö” meselesinden kaynaklı yazılarımın yayından kaldırıldığı günler aklıma geldi deJ)))). “Sayın yazarımız yazınızda kişilik haklarına saldırı olduğu gerekçesiyle malum şahsın avukatları, yazınızı dava konusu etmek yönünde…..” falan filan diyerek bir mail gönderilir ve yazı daha o dakka yayından alınmış olurdu. E şimdi tabi bu yazıları gün yüzüne çıkarmak evladır ama işte malum meseleyi biliyorsunuz. Anlamı kalmadı. Fetöye çakma enflasyonu yaşandığı için vaziyet pek bir vıcık vıcık hale geldi. İşin zevki de kalmadı. O dönemde yazılarımız malum şahıs ve nedenlerle yayından kaldırıldığında inanın insanda zerre olsun yazma hevesi kalmıyordu. Öyle ki bir de bendeniz güvenilir diye kodlanmış kıdemli bir yazardım. Tabi tabi hak veriyorum sizlere, tebessüm ettiğinizin de farkındayım, bütün mesele güç dengelerinde. Her şeye rağmen yazmak gerektiği fikrine sonuna kadar katılıyorum. Yazma eylemini ve zihni canlı tutma çabasını 2017 yılında daha bir verimli kılmaya dönük çabalarım olacak.

Geride bıraktığım son üç yıl içerisinde yazma eyleminde verimliliğimin düşmesine karşın, okuma konusunda bir hayli mesafe aldığımı buraya not edeyim. Onlarca kitap okudum ve her hafta çıkan edebiyat dergilerinin abonesi oldum. Kafa, Ot, Bavul ve benzeri dergilerden bahsediyorum. Bu konuda memleket ahvalinde bir hayli ilerleme var. Son yıllarda edebiyat dergilerinin artışı memleketin düşünce dünyasına yönelik iyi bir gelişme.

Ne zamandı bilemiyorum, Salah Birsel’in “Kahveler Kitabı” isimli kitabını okumuştum… İstanbul’un edebiyat çevrelerini anlatıyordu Salah Birsel… Beyoğlu’n da kimler hangi kahveye giderlermiş, bu kahvehanelerde neler konuşulurmuş, nasıl içki içtiklerinden ve memleket meselelerine nasıl müdahil olduklarından bahsediyordu Salah Birsel. Ve tabi bir süre sonrasında birkaç edebiyatçının bir araya gelmek suretiyle çıkartmaya karar verdikleri edebiyat dergileri… Genellikle üç sayıyı da geçmezmiş. Anadolu’ya dergiyi gönderirler ama iş parayı tahsile geldi mi işte orası muamma. Anadoludaki kitapçılar yılda bir defa İstanbul’a geldiklerinden üç sayısı çıkmış olan edebiyat dergilerinin muhataplarını bulamazlar mış ki kendilerine gelen derginin parasını ödesinler… Tabi şimdilerde durum değişti. Köprünün altından çok sular aktı… Malumunuz, teknoloji!

Hatırı sayılır sayıda edebiyat dergisi çıkıyor ve çıkan yazıları okumak başlı başına bir zaman ihtiyacı yaratıyor. Hep merak etmişimdir, acaba bu dergilerin tirajı ne kadar diye. Kitap okurluğu konusunda sınıfta kalmış bir memlekette edebiyat dergisi çıkarmak sanki ego tatmini gibi bir şey olsa gerek. Ama haklarını teslim etmem gerekiyor. Her bir dergi gayet güzel konulara değiniyor. Yazar kadroları son derece güçlü ve hakikaten merak ediyorum bu insanlar neler yazmışlar diye. Ve dergiler çıkacağı zaman hiç sektirmeden almaya çalışıyorum. Bir de verdikleri posterler var ki birbirleriyle yarış halindeler.

Neyse, kitap okuduğumu söylemiştim… Son üç yılda bu konuda işi abarttığımı düşünüyorum. Eşim de bu hususta şikâyetini dün şahsıma iletmiş bulundu… Lakin kötü olan şu ki insan kitap okudukça kitap okuma açlığı alabildiğine artıyor ve obezite sınırlarına doğru savruluyor. İnsan doymak nedir bilmiyor. Daha bu sabah… Sabaha karşı saat 03.30’da kalktım ve Yıldız Palaceda gün doğumuna kadar kitap okudum. Yatağımın başucu kitaplarla dekore edilmiş durumda. Geçen eşim sordu, kafanı meşgul eden şey nedir diye, valla okunması gereken birçok kitabı okuyamadan ölüp gideceğim ya, işte bu gerçeği bilerek ölüme gideceğimi kafama takmışım. E tabi bir kahkaha… Yani vaziyetin vehametinin geldiği noktayı anlatmaya çalışıyorum. Tabi vaziyet okuma alanında bu raddeye geldikten sonra yazmaya bir türlü geçiş yapamaz oldum. Bir şeyler mi yazayım, yoksa okuyayım mı sorusunda tercihi mi nedense hep okumaktan yana kullanıyorum. Ama 2017 için yazma hususunda bir atraksiyon gerçekleştireceğim kesin.

Tabi okuma eyleminin yanı sıra sosyal medyadaki paylaşımlardan kaynaklı hızlı tüketiminde sistemli yazma eylemini sekteye uğrattığı bir gerçek. Face ve Twitterda daha fazla zaman geçirir hale geldik ve daha çok düşünce üretmekten ziyade sloganlar bazında bir takım paylaşımların sınırlarına hapsolduk. Sosyal medyanın da yazma uğraşını olumsuz yönde etkilediğini buraya not edelim ve gelelim diğer asıl meseleye… Nede olsa OHAL ile yönetilmekte olan bir ülkeyiz. Vaziyetin geldiği noktayı çok fazla irdelemenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. 2013 yılı Gezi Eylemleri döneminde iddiam siyasal iktidarın baskı ve sindirme girişimlerinin artarak devam edeceği yönündeydi… Nitekim 2013 yılından beri her türden demokratik tepkiye ve demokratik muhalefete dönük iktidardan yana sıkı bir baskı uygulanıyor. Fetö bahanesiyle demokrasi talebinde bulunan çevrelere yapılan baskı Fetö çevresine yapılan baskıdan daha fazla… Eskiden beri bilinen ve çok defa pratiğe yansımış bir gerçek vardır ki darbe ve benzeri sıkıyönetim, olağanüstü hâl gibi uygulamalardan baskı ve sindirmeye dönük en fazla pay alan çevreler her zaman için devrimci-demokrat çevreler olmuştur ve sağolsun mevcut siyasal iktidar bu gerçeği bir kez daha teyid etme hususunda beis görmemiştir.

Bağlayacak olursak, ülkenin geldiği vaziyet, son birkaç yıldır yaşanan şiddet eylemleri ve bu eylemleri fırsat bilmek suretiyle demokratik alanın sınırlarını daraltan mevcut siyasal iktidar sayesinde de emin olun insanın içinden keyifli keyifli yazmak gelmiyor.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..