Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '14

 
Kategori
Siyaset
 

Yeni bir Anayasa olmadan bölgesel güç olunamaz.,,,

Yeni bir Anayasa olmadan bölgesel güç olunamaz.,,,
 

Coğrafya Kaderdir

İbn Haldun(1332-1406)

Konuyu açıklamak için önce bir durum tespiti yapalım. Bilindiği gibi Türkiye cumhuriyeti devleti milyonlarca kilometrekare alana hükmeden Osmanlı devletinin bakiyesi topaklarda inşa olmuş bir İç Kale Devlettir. Bize göre Türkiye Cumhuriyeti Devletini diğer müslüman devlet ve toplumlara göre özel kılan şey tam da burasıdır. Yani Anadolu toprakları, çağına hükmetmiş bir büyük devletin bakiyesi olarak yeni bir bölgesel güç olmak için gereken bütün politik, ekonomik, dini, askeri, teknolojik ve teolojik çalışmalara itici güçlük yapabilecek tarih/coğrafi/medeni hafızaya sahip vatandaşlardan oluşan bir iç kale devlettir. İşte Türkiye cumhuriyeti devletini diğer müslüman devletlere göre özel kılan şey de bu tarihi/coğrafi medeni hafızaya sahip bir devlet ve toplum olma özelliğidir.

Onun içindir ki biz İslam dünyası içinde şiddeti önleyici ve kuşatıcı dini anlayışımız, toplumsal reflekslerimiz ve siyasi vaziyet alış biçimimiz itibariyle hiçbirine benzemeyiz. Bu Osmanlı bakiyesi bir toplum olduğumuz kadar bir iç kale toplumu ve devleti olmamızdan da ileri gelmektedir. Başka bir ifadeyle Türkiye üzerine analiz yapan Türkiye’nin bu jeopolitik/jeostratejik ve siyasi duruşunu iyice kavrayamamış yerli ve yabancı tarihçilerin, sosyologların, siyaset bilimcilerin ve entelektüellerin bir türlü anlamakta zorlandıkları bu durum bizim otorite anlayışımızı ve buna bağlı olarak vaziyet alış tarzımızı belirlemekte, kurumlarımızı ona göre şekillendirmekte hatta şartlamakta ve şimdilik kendimize özel kılmaktadır. Bu bağlamda şu soru sorulmalıdır: bu siyasi ve toplumsal özelliklerimizi, bu vaziyet alış biçimimizi ve mutedil dini anlayışımızı bölgesel bir güç olmanın temel harcı haline nasıl getirebiliriz? Bugün için Türkiye’yi yönetenler bu sorunun üzerinde iktidarda kalma kaygısından uzak ciddiyetle düşünmeli bütün aydın ya da entelektüeller bu sorunun cevabını dürüstçe vermeye çalışmalıdır. Bu soruya vereceğimiz cevap ya bizi bölgesel bir güç yapacak organizasyonu bu kale içinde yeniden kurmamızı sağlayacak ya da içinde yüzdüğümüz problemlerimizle daha on yıllar boyunca boğuşmaya devam edeceğiz.

Önce iç kale toplumu ve devleti ne demektir bu kavramdan ne anlıyoruz onu açıklamaya çalışalım. Burada iç kaleyi eğretileme/metafor olarak kullandığımı sanırım söylemeye gerek yok. İç kale düşmanla yapılan savaşta yenilgiye uğramış bir toplumun artık düşman tarafından üzerinde yaşadığı mekândan sökülüp atılamadığı yenilgiyi zafere dönüştürdüğü ve orada yeni bir devlet ve otorite inşa ettiği yer olarak kullanıyorum. Osmanlı büyük kalesine harita üzerinde baktığımız zaman anadolu topraklarının bu harita üzerinde tam olarak ortada bir yerde durduğunu ve bir iç kale konumunda olduğunu görürüz. İşte bu iç kale durumu hem bu toprakları hem de bu topraklar üzerinde var olan devlet ve otoriteyi kendine özel kılmakta onu tarihi misyonunu üstlenmeye zorlamaktadır. Kim ne derse desin İbn Haldun’un dediği gibi bu bizim kaderimizdir ve biz bu kaderden asla kaçamayız. Bunun için de;

İlk olarak bölgesel güç inşasının bir hukuk devleti inşası olduğunu bilmeliyiz. Bu hukuk devleti inşasının İç kale topluluklarını bir arada tutacak Tarihiotantik kültür ve medeniyet anlayışımızın modern versiyonunu inşa eden bir hukuk sistemi olması gerektiğinin altını çizmeliyiz. Böylece bu topraklar dünyanın barış ve huzur arayan bütün akıllı insanlarının bilgileriyle geleceği yeni vatanları olacaktır. Başka bir ifadeyle tarihi/coğrafi/medeni anlayışımız bu hukuk sistemi üzerinden bizi bölgemizde yeni bir medeniyetin kurucusu ve öncüsü yapacaktır.

İkinci olarak bizim tarihi misyonumuzu yerine getirebilmemiz için öncelikle bu iç kaleyi her zamankinden daha muhkem, daha sağlam, daha güvenlikli, parçalanamaz, içinde yaşayan topluluklar birbirine eskisinden daha bağlı (tarihsel blok oluşturmuş), yıkılmaz bir kale olarak her defasında yeniden inşa etmemiz gerekmektedir. Onun için de iç kale konumunda olan bu vatan topraklarının temel özelliğinin parçalanamaz bir hücre yapısına sahip olduğunu, bu yapının en önemli refleksinin güvenlik üzerine kurulduğunu bilmemiz gerekir. Bu ülkede bazılarının anlayamadığı “illa da güvenlik” denmesinin sebebi budur. Dünya üzerinde var olan bizim gibi iç kale toplumu ve devleti olan siyasal sistemlere baktığımız zaman asla taviz vermedikleri temel konuların başında güvenliğin geldiğini görürüz. Güvenliği birinci sıraya almamış hiçbir iç kale toplumu ve devleti ayakta kalamaz, varlığını devam ettiremez. Bu topraklarda bölgesel bir güç inşa edebilmemiz de ancak önce iç sonrada dış güvenliğimizi garantiye almamızla mümkündür. İç Güvenlik garantisi olmayan hiç bir toplum gelecek inşasında görev alamaz.

Üçüncü olarak Batılıların dediği gibi imparatorluk bakiyesi olan bir toplum olmamızdan dolayı etnik temellere dayalı bir toplum ve otorite anlayışıyla hareket etmemizde mümkün değildir. Cümleyi tersinden okursak Bu topraklarda bulunan dini, dili, soyu, mezhebi, ne olursa olsun bu iç kalenin inşasında birlikte var olmuş olan bütün insanlar inşa etmek mecburiyetinde olduğumuz bölgesel gücün kurucu unsuru topluluklar olmaya mecbur ve mahkûmdurlar. Başka bir ifadeyle aynı zamanda bu topluluklar hukuk karşısında hür ve eşit vatandaşlar olarak bölgesel gücün merkezde/iç kalede ürettiği kültür ve medeniyetin maddi toplumsal tabanını oluşturur ve o anlayışa meşruluk sağlarlar.

Dördüncü olarak bölgesel farklılık ve çeşitlikleri yönetecek kuşatıcı bir kültür dili ve dini söylem bu iç kaleyi dışa doğru genişleyen bir coğrafyaya dönüştürecektir. İçeride güçlü ve dışa doğru kuşatıcı bir dil dostlara cesaret düşmanlara ise güven verecektir. Ayrıca bölgenin olmazsa olmazı niteliğinde olan dini grupları ve yapıları bir arada tutacak bir dil kullanmak aşırılıklara karşı bu iç kaleyi daha güvenli bir limana dönüştürecektir. Ehl-i Sünnetin geleneksel yapısının yeniden ihyası ve Hanefi-Matüridi geleneğin barış dilinin öncelenmesi bu ülkeyi yönetenler tarafından dikkate alınmalı ve mutlaka değerlendirilmelidir.

Beşinci olarak bölgesel güçler tarih boyunca ister imparatorluk tarzında, isterse hegemonya tarzında inşa olmuş olsunlar merkeziyetçi bir iktidar ve otorite anlayışına dayanırlar. Bu durum bölgesel güç olmanın olmazsa olmaz şartlarından birisidir. Farklı bir deyişle hiçbir bölgesel güç organizasyonu bu tarz bir zaman yönetimi anlayışından vazgeçemez. Her ne kadar bu söylediğimiz büyük toplumsal/siyasal/dini/ekonomik/askeri ve teknolojik sistemler, çok farklı coğrafi/jeopolitik öncelikleri olan mekânlarda inşa olsalar da bunların en bariz özellikleri ifade ettiğimiz gibi merkeziyetçi bir idareye sahip olmalarıdır. Merkeziyetçi bir yönetim ve ona bağlı olan epistemik/bürokratik bir yapı olmadan asla bölgesel güç olunamaz. Ancak böyle bir siyasal ve bürokratik yapının yönettiği organizasyonlar/zaman yönetim araçları bulunduğu mekândan/merkezden çevreye doğru gelişir ve büyürler.

Altıncı olarak bütün bu söylediklerimizin hayata geçirilmesi için hemen yapılması gereken şey gittikçe örselenen ve kurumları artık toplum nezdinde iyice yıpranmış olan devleti Yeni bir anayasa üzerinden hukukun üstün olduğu yönetimin merkezden yapıldığı bir devlet olarak tekrar inşa etmektir. Başka bir deyişle Türkiye’nin iç problemlerini çözmenin ve bu problemlerimizi güce çevirmenin tek çözüm yolu toplumsal/siyasal/bürokratik mutabakatlar yoluyla yeni bir anayasa, yeni bir hukuk devleti inşasıdır. Bütün mazlum milletlerin tek umudu olan bu ülkeyi içinde bulunduğu problemlerden kurtarmanın ve bölgesel bir güç yapmanın tek yolu yine söylüyoruz dünyanın en iyi anayasasını yapıp ona bağlı bir hukuk devletini inşa etmekten geçiyor. Herkesin geleceğinden emin olduğu böyle bir ülke için kim fedakârlıkta bulunmak istemez ki… İyi okumalar

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..