- Kategori
- Güncel
Yeni Köşe Yazıları / Ahmet Ümit ve Ben, Dehşetin Dibi: İç Savaş

Her yazar bilinmek ve okunmak ister. Biraz da okuyucularından iltifat görmeyi ve bunun tabii bir sonucu olarak da kaleminden bir şeyler kazanmayı. Ancak bu herkese nasip olmaz. Kimi fenomen olur, kitaplarından milyonlar kazanır, kimi de bunu ancak rüyalarında görür. Kaç kitap yazarsa yazsın, kalemiyle boğazda bir yemek yiyecek kadar bile kazanamaz. Bu açıdan benimle ünlü polisiye yazarı Ahmet Ümit'i karşılaştıran bir yazımla, Suriye'de olup bitenlerden ders almayanlara bir şeyler söylemeyi amaç edindim:
Ahmet Ümit ve Ben: Ahmet Ümit.. Ünlü Polisiye romanı yazarı.. Bu dalda birçok romanı yayınlandı. Son halka da "Kırlangıç Çığlığı". Yurt dışında da bir çok dile çevrildi. Bunların arasında Yunanistan bile var. Hatta bazı ülkelerde best seller bile oldu. Gerçekten de iyi araştırıp iyi yazan, kimi popüler yazarlar gibi edebi zevke boş veren biri değil. Kitapları okuyanlarda unutulmayacak edebi tadlar bırakıyor.
Şimdiye kadarki kitap satışı 4,5 milyon ve giderek de artıyor. Bu arada kendimi düşündüm. Ahmet Ümit'in ilk romanı 1989'da yayınlandı, benim 1990'da. Onun traji 4,5 milyon, benim hâlâ 10 bine ulaşmadı. Yani bana nispetle Andromeda Galaksisi kadar uzak.
Neden böyle oldu: Birileri mi elimden tutmadı veya bilinçli olarak aşağılara mı itildim? Ya da reklam denen çağdaş illüzyon benim için çok mu luzumsüz görüldü? Ya da özgür ve tarafsız düşünüp yazmak beni "Bertaraf mı" etti? Ne yazık ki bunların hepsine evet derken, "Yoksa yeteneksiz miyim; benim karalamalarımı okumaya gerek mi görmediler? " İçimden taşan bir isyan buna hayır diyor.
Galiba bunların hiçbiri değil. Şimdiye kadar sayısız yazarın başına gelenler benim de kaderim galiba? "Yazdıklarımın kıymeti benden sonra anlaşılacak"
....
Dehşetin Dibi: İç Savaş: 1856 Amerikan ve 1936 İspanya İç Savaşı..İç savaş denen korkunç felaketin en ünlü örnekleriydi. Ancak hemen yanıbaşımızda yaşanan Suriye İç Savaşı hepsine tuz biber oldu. Yüzbinlerce kişi öldü; milyonlarcası göç yollarında perişan oldu. Eğer Türkiye olmasaydı yüzbinlercesi de sınırlarda ölür giderdi. Başta Halep olmak üzere, o güzelim Suriye coğrafyası yerle bir oldu.
İşte tüm bunlar iç savaş denen dehşetin gözle görünen tezahürlerdidir. Ya göze çarpmayan tramvalar ve onulmaz acılar? Ne yazı ki kuşaklar boyu sürecek acı bir kaderin ilk sonuçlarıdır.
Tüm bunları neden anlattım?: Ülkemizde de "İç savaştan bahsedenler" artmaya başladı da ondan. Bu güzelim ülkeyi Suriye'den bin beter edip, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü tamamen yok edecek bir dehşet için "Ağzından yel alsın" demek yetmiyor.
Belki birçok şey gibi iç savaş mikrobu da bulaşıcıdır ve bir epidemi gibi Suriye'den bize sıçrar endişesiyle tarihte Türk devletlerini çatır-çutur yıkan, selefimiz Osmanlı Devletini 1401'de tarihe karışmanın eşiğine getiren bu fenomen dehşetin biricik panzehiri; demokrasi ve uzlaşma kültürüdür.
Demokrasi prensiplerinden kıl kadar ayrılmamak ve Japonya ve Kore dahil günümüzde batı medeniyetini bugünkü düzeye getiren "Uzlaşma kültürü" yani asgari müştereklerde anlaşmak.
Aksi halde ilk çağlardan beri tarihin yazıldığı bu toprakları bize de bırakmayacaklardır.