Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '11

 
Kategori
Blog
 

Yeni yüzle aranız nasıl?

Yeni yüzle aranız nasıl?
 

 “Nassınız, eyi misiniz?”  Aman, aman. Eyi olun, eyi.

 

Yeni “Blog yüzü” ile aranız nasıl? Evde, her yastık yüzü değiştiğinde, bloğun yeni yüzü aklıma geliyor. Sizin de geliyor mu?

 

Küçüklüğümde, emniyette bekçi tahsildarı vardı. İsmi  “ Yüzsüz Zühtü” idi. Yastıkla, mastıkla karıştırmayın. Bildiğimiz yüz yani. Adam dürüst ve onurluydu amma, nedense yaz kış  yıllarca aynı elbise ile dolaştığı için, millet bu adı vermişti kendisine. Azarlansa bile o mübarek yüz, aynı güleçliğini muhafaza ederdi. İşte, bu Zühtü amca aklıma geldi. Valla, o adam, bloglara yetişseydi, yüzü “apak” olur muydu? Olurdu her hal! Ört ki, ölem!

 

Bu  yeni yüz çıktı çıkalı, Sevgili İdaremiz, bizlere, ne de güzel “uğraşlar” armağanlar etti. Ki tadından yenmez!  Vasıflı zengin bilmeceler gibi. “ İçi taş, dışı taş, ha dolaş, ha dolaş!” Veya, birbiri içinden peş peşe çıkan “matruşkalar” gibi. Fincan fincan içinde.  Anlayacağınız. Çık çıkabilirsen işin içinden.

 

Gir oyna, çık oyna, yat oyna, uyan oyna, üç öğün yemek sonrası oyna, yatmadan evvel bir daha oyna. İhtiyaten, sahura kalkar gibi kalk, yine oyna. Tık’laya tık’laya da oyna…Ne muhteşem şey. Hem “bellekler, hem gözler, hem eller” alışıyor, fena mı?

 

Sonracığıma, eski yüzde rahat, batıyordu. Sık sık kavgalar yaşanıyordu. Şimdi sıkı mı? Hepten azaldı. Herkes, yeni yüz derdine düştü de ondan bu tabi. Demek ki, “bize böyle lazımmış”. Ama, verilen hizmet, bir  "rönesans"  değerinde. Tabi, kimilerine göre.

 

Bu arada da herkes,“Başak” ismini iyice belledi. Kızcağız 3 kilo birden verdi, Eskiden, idarenin yolunu, pek bilen yoktu.

 

İşin özü, “yazmak” fiiliyken / Lüks değil miydi yeni yüz edinmek? / Hipotenüs icat edilmeseydi / Dert  miydi ? / Tarihteki Diyojen misali / Meşhurlaşır mıydı, olmasaydı feneri / Hele o Büyük İskender'i  / Aradan bunca geçmiş yılları / Kimler günümüze taşıdı? / Adam iyi adammış zâr / Kendi gitti, / Kebabı kaldı yadigâr …

 

Yeni yüzü, merdiven altı imalatı sananlar oldu. “ Eski köye, yeni adet” dendi. “Geçmiş günlerin gölgeleri, uzun olur,” derler. Bunu sıfırlama, düzeltme uğruna, küçük parmağımızı bile oynatmadık. Yalan mı?

 

Yeniçeri’liler gibi lâ minör tondan ve de  “nefreti makamından,” öyle bir “istemezük” çekildi ki, Sarayburnu önündeki,  Kız Kulesinin külahı bile sallandı. Yamuk külahı ile, insan içine çıkamaz olduydu. Bunca laf taşeronluğuna soyunanlar oldu. Bunlardan bir tekini yazılı basında  çalışırken yapmış olsaydık, kapının önüne konurduk. Teknik editörlük, kızamık çıkarır gibi  “kurdeşen”  döktüler, içlerine ata ata. Ya bunca emek, ya bunca uğranılan tahribat?!  Hı?

 

Eskiden pilav üstü az kuru ile doyardık. Şimdi inat olsun diye  pilav üstü “rosto”  istiyoruz. Yetmedi mi, “cacık üstü, kuru cacık” istemekteyiz, ne demekse?!

 

Bizim derdimiz yok mu? Hiç “Gık’ımız” çıkıyor mu? Çıkmaaaz. Bir bakmışsınız, yeni yüzde, benim memleket, olmuş Artvin... Lise olan öğrenim derecem de terfi etmiş ”lisansüstü” ne. Gıkım çıkıyor mu? Çıkmaaaz.

 

Sonra. Yazarın  ismine tıkladığınızda, beklediğiniz “Namik” gelmiyor. Gerine gerine, ele güne, ev halkına karşı “ Namiiik geldi” diyemiyorsunuz.

 

Dahası var. Sizi, tren yolcusu gibi, oradan oraya aktarıyorlar. Denizli’nin Goncalı aktarma istasyonu gibi, trenin kapı tokmağı, elinizde kalıyor. Tren gitti gider.  Üüüü, “ Denizli yolcusu kalmasın” diyenlere hayıflanıyorsunuz üstelik, dalga geçer gibi. Hiç gık’ım çıkıyor mu? Çıkmaaaz!

 

Sizlerde de oluyor mu bilmem. Ekranda; blog sayfanız, yarı beline kadar arzı endam edince, pelte gibi donuyor. “Yüz görümlüğü ister” gibi bekletiyor insanı.

 

Kuruluştan bu yana, rütbelerimiz arttı. Eskidik gari. Yıldızlarımız çoğaldı. Olduk her birimiz topçu sınıfından KORG'’BLOGGER... Bir yıldız daha, etti: ORG’BLOGER… Yenilere  “örnek” olmalıyız. Di mi?  Şimdi söz onlarda.

 

Aman ha, sakın ha,  yanlış anlaşılmayayım. Ben kendimden misal veriyorum. Sıkıntılarımı anlatıyorum. Blog’daki bir kere ben, ben değilim.

 

Ağrıdı başım nanay / Çok içmişim nanay / Nanay yavrum nanay / Ben Artvinli Muzaffer’im / Yemin etsem, ağrımaz başım / Kader bu, alın yazım / Öyle yazılmış, benim yazım / Netcez, gık’ım çıkmaz derim / Kaderime razıyım / N’olcek şimdi  halim /  Artık ben Aydın’lı değilim / İşte  budur benim halim  / Artvinli  Muzaffer Cellek’im. / Öyle yazılmış yazım. / Kaderime razıyım.

 

Ben, düpedüz, ne Yaşar’ım, ne de öbür yaşar. Yani “Yaşar, ne yaşar, ne yaşamaz” sınıfındayım. Hiç gık’ım çıkıyor mu? Çıkmaaaaz!

 

Sahi siz nassınız? Eyi misiniz? Eyi olur inşallah.  Eyi olun, eyi…

Ört ki, ölem!

 

  

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..