Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Yenilikler üzerine kakafoni ...

Yenilikler üzerine kakafoni ...
 

kakafoni


Hafızalarımıza kazınan bazı fotoğraflar ve filmler vardır...
Biz onlara baktıkça bir şeyler hatırlarız hep...
Kimi zaman hatırladıklarımıza üzülür, kimi zaman da gülümser, geçeriz...

Yaşama her an, her yerde, yenilik katanlar gibi, tarihi tekerrür ettirenler de yok değil var öyle değil mi?
Onlar zihinlerinin derinliklerinde yaşattıklarını, hiç çekinmeden bir anda fütursuzca yansıtırlar gerçek yaşamlarına...

Canlıların yavruları ilk doğdukları zaman nasıl biçimsizse, zamanın doğurduğu yenilikler de ilk zamanlarda öyledir...
Yazıma "Yenilikler üstüne kakafoni" diye, ne diye başlık attım bilmiyorum... Belki de bu yüzdendir...

İnsanların yeniliklerde, kendi kendini büyük ölçüde ama sessizce, ağır ağır, hiç belli etmeden yenileyen zamanı örnek almaları iyi bir şey olur.
Yoksa, yeni olan her şey beklenmeden gelir, kiminin yararına, kiminin de zararına işler.

Yarar sağlayan kimse, "Talih yüzüme güldü" diye sevinir, zarar gören kimse de haksızlığa uğradığını sanır, talihine küser...

Devlet düzeninde de, bir zorunluluk olmadıkça ya da kesin bir yarar beklenmedikçe yeniliklere girişmemek yerinde bir davranış olur.

Ayrıca, değişikliğin ancak bir düzelme sağlayacağı zaman yararlı olacağını, düzeltme süsüne bürünmüş kuru bir değişiklik tutkusunun ise hiçbir şey getirmeyeceğini, iyi bilmek gerekir.

Son olarak yeniliğin, bir benimseme görse bile, gene de kuşkuyla karşılanacağı da unutulmamalıdır.

Ne demiş eskiler: "Eski yol üzerinde durur, çevremize bakarız, doğru yolun veya iyi yolun nerede olduğunu görünce oradan yürürüz..."

"Uzun ince dikenli yol"lardan yürüyüp de doğruya, iyiye ve ileriye yürüdüğünle böbürlenenler, gün gelir, tökezlenip, bir anda gözden de düşebilirler...

Kıssadan hisse olsun, maksat torba dolsun, yazım uzasın dursun...

"Orta yapıda bir adamdı; yüzü, daha yaşlanmadan yaşlı bir görünüş almıştı... Ağırbaşlı, hoş bir edası vardı... Yükseklerden uçan canlı zekasıyla bir yerlere varmaya çabalarken, anlamaktan daha çok hayran kalırdı ona kömürle, makarnayla doyan insan.

Bir şey anlatmak istediği zaman öyle kolay öyle çabuk dile getirirdi ki düşüncelerini, belleği de öyle güçlü, öyle işlekti ki tıpkı çenesi gibi, bu yüzden kendini kocaman bereketli bir yumurta ambarının sahibi olarak görür, doğanın bir ebesi gibi, önce onun civcivlerini çıkarttırır, sonra da onları yepyeni bir biçimde donatırdı, oğluna aldığı minik bir gemiciğin kaptan köşkünde...

Kısacası, kusurları, onu daha da ileri götürürek parıltısına gölge düşürecek elbet bir gün... Bir ülkeyi siyah giysilere büründürerek karanlığa sürüklemek için, çok çabalayacaktı... Ancak 'bindirilmiş kıta'lar, ona bir gün mutlaka oylarıyla engel olacaktı..."

The End...

Filmin birinci yarısı bitti, hadi pamuk eller şimdiden cebe...
Üç kuruşa ancak bu kadar anlatılır bir hikâye...
Devamı "Haftaya bu sinemada" olur mu olmaz mı bilinmez...
Şimdi antrak oldu, Frigo var, gazozzzzzz var, Alaska dondurmaaaaaa!....
Okuyucu sen bu hikâyeci adama sakın ha aldırmaaaaa!...

Ertan Yurderi

 
Toplam blog
: 111
: 1140
Kayıt tarihi
: 15.10.07
 
 

Kocaeli doğumlu. Yüksek tirajlı gazetelerin bilgi işlem ve yazı işleri bölümlerinde çalıştıktan s..