- Kategori
- Anılar
Yere Tüküren Adam
23.02.2010-Paris Bugün erkenciydim. Salamlı, beyaz peynirli, az sütlü-kahveli, gazeteli (tatsız-tuzsuz) bir gün başlangıcıydı benim için. Ne zamandır hayata karışmıyordum. Çalıştım bugün. Şaşkın bir şekilde ne kadar da fazla yazdığıma aldırmadan sürdürüp sona erdirdim bugünü. Ne zamandır tek tip yaşam saatlerinin dışında yaşadığım için trendeki gürültüler arasında, içselleştirilmiş küfürlerimle zor bir yolculuk yaptığımı da söyleyebilirim. Oysa ne tuhaf! Uğraştığımız, onuruna toz kondurmadığımız insanlığa ve onun hammaddesi olan insanlara ne zamandır “insancıklar” olarak baktığımı fark etmemiştim. İşin daha da vahimi yaşadığım topluma değil, insan cinsime karşı bu yabancılaşmamı nasıl ve ne şekilde açıklayabileceğimi gerçekten söylemek, bunları düşünmek zor. Nasıl yani? Anlamıyorum. Bendeniz insan da onlar gerçekten insancık mı? Kibir mi? Düpedüz aptallık mı? Abartılmaması gereken bir durum mu? Tribe gerek yok mu? Moda girmeye hazır olan bu kafa daha ne kadar mı bohem takılacak? Bu düşüncelere dalıp gitmek bile gelmiyor içimden. Sıradan bir adamın sıradan yaşamı olmalı benim yazdıklarım. Sistem abartılı yapıyor insanı. Siyah-beyaz; ya öl ya yaşa; ya para kazan-ya aç gez; ya ders çalış ya tembel ol. İnsanın gri renge ulaşması lazım… Grilerde yaşamaya alışmak lazım. Kişisel ahlakımız ile toplumsal ahlaklarımızı çatıştırmadan, aynılaştırmadan da yaşanabilir. Bir insan yere tükürebildiği gibi iyi bir insan olabilir. Arada kendime bu rot-balans ayarını çekmek hoşuma gidiyor. Şu ana kadar burada hiç yapmadığım ama en çok yapmış olmaktan zevk aldığım şeyi yaptım. Yatağıma uzandım, gözlerimi akşam maviliğine diktim. Küçük değişiklikler, hayatı renklendiriyor. Tükürdüğü için kötü olarak yaftalanmadan yaşayan insanların ülkesine! Bu eleştiri önce kendime… Bu arada ben hiç yere tükürmedim.