Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '18

 
Kategori
Sinema
 

Yıldızlar Asla Ölmez

Yıldızlar Asla Ölmez
 

Gloria Grahame


Hollywood pazarlama dehasını yine konuşturmuş, Marvel Evreni’nin suyunun suyuna banmamız için Avengers; Sonsuzluk Savaşı’nı, sulandırılmış akşam çorbası kıvamında önümüze koymuştu.

Reklâmı iyi yapılmış her şeyi zaten afiyetle yemeğe, içmeye, giymeye hatta kendi tercihimiz gibi sunulan her şeyi beğenmeye o kadar uzun zamandır alıştırıldık ki, “Yerseniz” diye sormaya bile gerek duymuyorlardı adamlar… Biliyorlardı ki önümüze ne konsa yiyecektik.

Bu hafta gördüğüm ilk filmdi Avengers, gittiğim ilk sinema da 4 salonda birden gösterildiği halde hem kapıda kuyruk vardı, hem boş yer yoktu. Üşenmeyip daha az popüler bir alışveriş merkezinin salonuna geçip orada izledim ve laf aramızda metrekareye en az üç süper kahraman ve mutant düşmüş, biricik Demir Adam’ım Robert Downey Jr. ve arkadaşları dünyayı kurtarmak için fazla mesai yapmış olsalar da filmi beğenmedim. Süper kahramanlar çay saatine dönüşen bu büyük prodüksiyona ait umduklarım, bulduklarımın yarısı bile değildi.

Halbuki, Avengers; Infinity War,  Amerika’da ilk iki günde bile 106 milyon dolarlık bir gişe hasılatı ile birlikte Disney, filmlerinin sadece ABD’deki gösterimlerden bir milyar dolardan fazla kâr elde etmişti. 3 günde 630 milyon dolar hasılat elde ederek dünya genelinde gişe rekorları kırmıştı. Film vizyona girdiği 27 Nisan Cuma günü Türkiye'de hem izleyici hem hasılat bazında, yabancı filmler arasında tüm zamanların en iyi Cumasını yaşamıştı. Hali hazırda rekordan rekora koşmaya devam ediyor. İlk gün bizde kaç kişi izlemiş diye rakamlara şöyle bir bakınca anladım ki,  ilk gününde 244.363 kişi tarafından izlenen ve 3.777.551 TL hasılata ulaşan film daha nice sulandırılmış devamları ile sinema ve “Sonsuzluk Savaşları”nda gişe rekorları kırmaya devam edecek.

Avengers’la aynı tarihte vizyona giren ve beni yazmaya sevk eden haftanın ikinci filmi ise (Stars Don’t Die in Liverpool), Yıldızlar Asla Ölmez’i bilin bakalım, kaç kişi ile birlikte izledik? Benimle birlikte salonda toplam üç kişiydik. 1 saat 46 dakika yerinden kıpırdamayan, sonunda mutedil bulutlarla sarmalanıp, ara ara duygu sağanakları altında gözlerine ve yüreğine yağmurlar yağan üç kişi…

Annette Bening hayranı olduğum için izlemeyi seçtiğim filmin, plastik ilişkilerle kuşatılmış ruhlarımıza böylesine iyi gelebileceğini girerken bilemezdik. Biz gözü yaşlı azınlık, kalabalıkların gösterişli ihtişamı yerine, tesadüfen paylaşılan özel bir zevkin ayrıcalıklı yalnızlığı ile ödüllendirildik.

Konusunu üstünkörü anlatacak olmam film hakkında zihninizde oluşacak klişelerin önüne geçemeyecektir. Film gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Annette Bening, siyah beyaz filmler zamanında ünlenmiş 1923’de doğumlu, 27 yaşında Güzel ve Çirkin filmindeki performansıyla en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını alan Gloria Grahame’i canlandırıyor. 4 kez evlenen ve 4 kocadan 4 çocuk yapan çapkın bir kadın Grahame. Filmden sonra filmografisini, siyah beyaz fotoğraflarını teker teker inceledim. Kuşkusuz çarpıcı bir femme fatale... Özel hayatını daha farklı yaşamış olsa Marilyn Monroe’ya rakip olabilir miydi diye düşünmeden edemedim. Genç erkeklere düşkün olduğu söyleniyor. Ancak Grahame belli ki önce oyuncu, son anına kadar sahnede olmak isteyen saçından tırnağına kadar tüm dokularına sahne tozu nüfus etmiş bir yıldız. Ellili yaşlarının sonunda genç bir amatör oyuncu olan Peter Turner ile tanışıyor, gerisi tipik bir “Love Story”... Turner'in anılarından uyarlanan filmde, 26 yaşındaki Turner ile 55 yaşındaki Gloria Grahame'ın dokunaklı hikâyelerini ayıplamayı, kınamayı aklınızdan geçirmeden izliyorsunuz. Peter Turner rolünde oynayan Jamie Bell’i siz, 11 yaşındaki Billy Elliot ile hatırlayacaksınız. 1986 doğumlu oyuncu şimdi yeteneği göz kamaştıran genç bir adam. Bening’in yanında mimikleri, bakışları ve aurası ile hiç de hafife alınmayacak bir oyunculuk sergiliyor. Yıldızlar Asla Ölmez’de olayların işlenişi, doğru seçilen müziklerin yerli yerindeliği, geçişler, yönetmen Paul McGuigan’ın ince işçiliği oyuncuların performanslarının birbirleri ile yarışıyor olması size, “tamam işte bu” dedirtiyor.

Filmin klişe bulabileceğiniz konusuna takılmadan, Annette Bening’in kısa küt tırnaklarından yavaş yavaş soyulan olan kırmızı cilâsı gibi, bedeninden dökülen dişiliğinin ve gençliğin son pırıltısının kayboluşundaki hüzün izlenmeğe değer. Alıştığımız romantizm arıyorsanız bulamayacaksınız.  

Size filmin en çok neresi dokunur bilemem, şöhretin gençliğin, alkışın gösterişli dünyasından yalnızlığa ve yaşlılığa savrulan kadının,  genç sevgilisinin şefkatli kollarında yorgun bedenini şifalandırma çabası mı, son günlerinde hiç sahip olamadığı yuva yerine sevgilisinin şehrine ve ailesine sığınışı mı, Romeo’nun Jülyet’ini kaybedişindeki acı mı?

Yıldızların altında daima parlayacak aşklara, işlerini aşk ile yapan tüm oyunculara, geçmiş gelecek tanıdık tanımadık tüm Yıldız’lara selam veriyor Yıldızlar Asla Ölmez. Öyle değil mi ya, yıldızlar, eğer ışıkları gerçekse ve evrenin herhangi bir yerinde kalabalıkları etkilemiş onların ruhlarına dokunabilmişlerse, değil Liverpoolda dünyanın hiçbir yerinde ölmezler ve daima “iyi” görünmezler mi? Eğer aşk bir suç ortaklığıysa,iki âşık arasında son günahın kimin dudağında kalacağının ne önemi var ki? Zirâ âşıkların ve yıldızların ışıkları sonsuzlukta bile göz kırpacak kadar parlaktır.

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..