Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '10

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Yok yere katil olmayın

"Hayatımız pamuk ipiliğine bağlı" sözünü aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Bugün arabadan biraz kurtulup şehrin kalabalığında kaybolmak istedim. Tam kaldırımları adımlamaya başlamıştım ki, arkamdan bir ses "Arabayı buraya park etme"diye gürledi. Önce duymamazlıktan gelip devam edeyim dedim. Ama her seferinde daha bir palazlanarak ensemde şaklayan kelimeler beni yolumdan alıkoydu. Arkamı döndüğümde o İstanbul'un bildik, kaldırım işgalcisi esnaflarından biriyle karşılaştım. "Kardeşim bağırmana gerek yok. Bu kaldırımda senin ne kadar hakkın varsa benim de o kadar var" diyecek oldum. Sular seller gibi ezberlediği kelimeleri kınında çıkararak; "Bana bak! Burası benim dükkanımın önü. Çek arabanı! Yoksa ben yapacağımı bilirim" diye kükredi. Tartışmanın faydası yok. Ya gözünüzü karartıp arabayı kaderine bırakıp ayrılacaksınız ya da sorunu şehirleşmenin sosyolojisinden başlayan, dürtü kontrolü ve azgelişmiş ülkenin kültürüne dem vuran tartışma ortamlarına taşıyacaksınız. Ha! Bir de olayın hukuki boyutu var. Tabi bu sonuncusu uzak bir olasılık olacak. Çünkü hem spontane bir olumsuz refleksle içine çekildiğiniz anlık bir durumun, mahkeme kapılarında aylarca sevimsiz gelgitlere dönüşmesini arzu etmezsiniz, hem de adliyenin zaten yoğun olan iş yükünü gereksiz yere arttırmayı, sorumlu bir vatandaş olarak kendiniz için uygun görmezsiniz. Ama bir şekilde o "haksızlığa uğramışlık" ve "adaletin tecellisi beklentisi" de doyurulmalıdır. Değil mi?  

Peki nasıl olacak? Böyle durumlarda çoğunlukla, insanların iletişim hataları yüzünden kan döküldüğüne malesef şahit oluyoruz. Gün geçmiyorki park yeri, yan bakma, trafikte öncelik iddiası gibi sebeplerden medyada acı haberler yer almasın. Ama "O an" inanın bana, bunların hiçbirini düşünemiyorsunuz. İki kader arasında gidip geliyorsunuz. Ve işin kötüsü, gelişmelerin nasıl olacağını, birebir siz, kendiniz belirleyemiyorsunuz. Yani örneğin karşı taraf küfür ederse, bir yumruk sallarsa ya da daha kötüsü bıçak ya da tabanca çekerse, neler olacağını kestirmek gerçekten zor. Ertesi günü biriniz mezarda, öbürünüz hapis ya da hastanede olabilirsiniz. Ne kadar kötü değil mi?  

Peki ama 2010 yılında, İstanbul'un göbeğinde bunun bir hal çaresi, en azından bu gibi konularda geçerliliğinden emin olduğumuz bir hareket tarzı olmalı, değil mi? Aslında teorik olarak da var; Polis. Hani o ekip otolarının camlarında yazıyor ya;"Halk için emniyet, adalet için hizmet", işte ondan. Ben de öyle yaptım. Gördüğüm ilk karakola girdim. Tabi karakolların en zor kısmı girişidir. İnsanlar size "Bu adam suçlu mu? Niye karakola çağırılmış?" der gibi bakarlar. Kapıdaki nöbetçi yıllar önce beni "Ellerini cebinden çıkar da öyle konuş" diye azarlamıştır. Allahtan -en azından bana- artık öyle davranmıyorlar. Neyse efendim "müracaat" yazan bölümdeki arkadaşa derdimi anlattım. Başkası olsa ölümcül de olabilen bir olay yaşanabileceğini, toplumsal sorumluluk adına, o esnafın vatandaşların hakkını gaspetmemesi için bu müracaatı yaptığımı söyledim. Bir taraftan da ilgilensinler diye Milliyet Gazetesi blog yazarı olduğumu, daha ne kadar önemli özelliğim varsa hepsini saydım. Hatta içimden bir ara "Ben ne kadar önemli biriymişim de haberim yokmuş" diye küçük bir sevinç dalgası geçti. Görevli arkadaş, sanırım biraz da bu kadar önemli(!) bir vatandaş olmamın etkisiyle, sağolsun ilgilendi. Ekipten iki kişiyi çağırdı. "Beyefendiyle gidin, esnaf arkadaşa kaldırımı işgal edemeyeceğini söyleyin" dedi. Ben nasıl mesudum anlatamam. Sosyal bir görevi ifa etmenin, sisteminde sorunum karşısında yeterli çözüm üretmesinin etkisiyle, elimden gelse bütün polislere kırmızı karanfil dağıtacağım.  

Az sonra adamın dükkanının önündeyiz. Ben ekip otosundayım. Başka bir polis arkadaş ta araçta. Bana "Bunlar vatandaşa horozlanırlar. Polisi karşılarında görünce süt dökmüş kediye dönerler" diye nasihat veriyor. Esnafa neredeyse acıyacağım. "İnşallah fazla korkmaz" diye içimden geçiriyorum. Bir de ne göreyim? Adam dükkanında bağıra çağıra, el kol hareketleriyle sayıp duruyor. İki polis de karşısında durmuş, dinliyor. Bir anlam veremedim ama kuşkuya mahal yok(!), "Halk için emniyet, adalet için hizmet" alıyorum.  

Polisler ekip otosuna dönünce merakımı yenemedim, sordum; "Ne oldu? Anladı mı hatasını?" Polislerden biri arkaya döndü ve dediki; "Merak etmeyin. Ekip otosundan sizi alıp evire çevire döveceğini söyledi. Ama biz engel olduk". O anda suratımda eflatundan mora bir renk skalası herhalde oluşmuştur. Gel de polisin elini kolunu bağlayan zihniyete isyan etme..  

 
Toplam blog
: 68
: 644
Kayıt tarihi
: 17.11.08
 
 

1964 İstanbul doğumluyum. Bekarım. Çocuk hastalıkları uzmanıyım. Halkla İlişkiler ön lisans ve İk..