Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '16

 
Kategori
Öykü
 

Yolun başında...

Yolun başında...
 

Bir yeri bırakıp, anıları yüklenip bir başka yere, belki bir bilinmeze doğru yol almak gibi değil midir bazı yolculuklar. Tıpkı yaşam gibi. Kafamın içinde düşünceler pencerenin dışında akıp giden, durmadan değişen manzara gibi yer değiştiriyordu koştururcasına.

 Baştan bu yana durmaksızın konuşuyordu yaşlı adam. Şimdi yorulmuş olmalıydı. Göğsüne düşen başı trenin ritmik sarsıntılarına uygun bir öne, bir arkaya sallanıyor, yarı açık ağzından hafif bir horultu yükseliyordu. Tren sanki hiç bitmeyecekmiş gibi duran, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmış gibi ilerliyordu. Uyku, ayrılık, vuslat, ümit, kırgınlık, yarın taşıyordu sanki. Yaşamı taşıyordu. Tekdüze, kıraç, İç Anadolu'nun ufukta yumuşak hatlı çıplak tepelerle sonlanan yeknesak görüntüsü savrulup, dönerek arkaya kayıyordu. Artık uzamaya başlamış olan gölgeler içinden geçerek batıya,  şimdi batmakta olan güneşin kızıla boyadığı yere doğru günü taşıyarak geceye gidiyordu.

 Sarsıntıya uyandı ihtiyar. Toparlandı. Etrafına bakındı, esnedi. Uzandı filesinin içinden gazete kağıdına sarılı paketi çıkardı. Açtı. Etrafa kızarmış et kokusu yayıldı hafiften. Eskişehir'i yeni geçmişlerdi.

-Buyur yiyelim yeğenim.

 Yunus Emre istasyonundan alıp bitiremediği ekmek içi çöp şişi iştahla yemeye başladı. İlk aldığında da buyur etmişti oysa. Pencere kenarında karşılıklı oturan genç çiftin bebeği ağlamaya başladı. Yaşlı adam bir taraftan ağzındaki lokmayı çiğnerken seslendi.

-Huzursuzlandı bebe. Ya karnı acıktı, ya da altını pisletti. Bir bak hele gelinim...

 Kadın cevaplamadı. Çocuğu kucaklayıp elbisesinin ön düğmelerini açarak fütursuz, süt dolu iri memesini çocuğun ağzına dayadı. Çocuk gözleri yumulmuş, yüzünde bir melek gülümsemesi memnun, emmeye başladı. Birliğine katılmak üzere giden er adayı delikanlı kalktı, kompartımanın kapısını açtı. Çıktı. İçeriye hafiften kömür kokulu bir taze esinti girdi. Kapattı arkasından. Köşede kapının yanında oturan ve hiç konuşmayan adam okumakla bitiremediği gazetesini aldı eline yeniden. Altı kişiydik kompartımanda. İçerisi nefes, ter, ihtiyardan yükselen belirsiz bir hastane kokusu  ve belirsiz bir bebek pudrası kokusuyla karışık tuhaf ve bir o kadar da ağır kokuyordu. Bebek karnı doymuş mutlu, anasının kucağında uykuya daldı. İhtiyar yemesini bitirdi, toparlandı. Ağzında çiğnediği son lokmayı yutmadan uzandı su şişesine, dikti kafasına. Elinin tersiyle sildi ağzını, genirdi.

-Şükürler olsun! Sahi sen ne iş yapıyordun yeğenim.

 Üçüncü kez soruyordu. Cevabı beklemeden yerine iyicene yerleşti. Başı göğsüne düştü uyumaya başladı gene. Asker koridorda önündeki pencereyi aralamış sigara içiyordu. Akşam indi. Nefes çektikçe sigaranın ateşi kırmızı görünür oldu. Ölgün yandı kompartımanın sarı ışığı. Hava daha bir ağırlaştı. Tren gidiyor, karanlıkta gittikçe kompartımanın terlemiş olan camındaki ay yıldız daha bir belirgin düşüyordu dışarıdaki karanlığa. 

 Tekerleklerin biteviye madeni takırtısı ve monoton sallantı değişti birden. Yavaşladı tren. Peşisıra makas geçişleri ve hat değiştirmelerle sesi değişti. Afyon garına giriyordu. Gecenin içinden geçerek geceye, uykulu... Gar binasının önündeki peronda telaşlı kalabalık denkler, sepetler,valizler, tahta bavullar yüklenmiş bir koşuşturmada ışıklar içinde görünür oldu pencereden. Işığı sönük kompartımanın içi önünden yavaşça geçilen her aydınlatma direğindeki lambaların sarı ışıklarıyla bir aydınlanıyor hafiften, kararıyordu sonra. Uyuyordu herkes. Tren durdu gecenin içinde. Bir demiryolcu düdüğü duyuldu hüzünlü, uzun... Lokomotif soluk bıraktı, yorgun... Koşuşturma sesleri arasında bir ses yükseldi.

-Afyon kaymak! Tazeler...

 Sonra Afyon garının bitmek bilmez manevraları başladı. Ankara, İstanbul, Adana, Konya ve İzmir'den gelen ve buralara gidecek olan trenlerin yük ve yolcu vagonları ayrılıp, gidecekleri yöne göre yaşlı manevra lokomotiflerince yeniden birleştirilmeye başladı. Bir manevra lokomotifi bezgin soluklanmalarıyla yaklaşıp vagonu aldı. Götürüp seslerin uzaklaştığı bir karanlık uca bıraktı. Sert tampon vurmasına sarsıldı vagon. Uyandı ihtiyar. Besmele çekti, camdan dışarı baktı karanlığa. Bildik konuştu.

-Afyon'a gelmişiz. Amma uyumuşum be. Uyanıksın yeğenim, uyumadın mı hiç?

 Nedense cevap almayı beklemiyordu. Devam etti...

-Kalırız burada epey. İstersen in sen. Kaymak al, meşhurdur buranın kaymağı, kaymaklı lokumu. İyidir. Ama iyisi mi inme. Vagonu nereye çekecekleri belli olmaz. Bizim vagon Alsancak hattına gidecek olan trene bağlanacak. Diğerleri Basmane hattına gidecek olanlara.

Tren sabahın renklerine doğru hızlanmış akıyordu yeniden. Yıldızlar sönmüştü gökte bir bir. Bir tek Sabah Yıldızı parlıyordu tan yönüne inmiş, aydınlığa. Bir tan aydınlığı vuruyordu kompartımanın camına mavili, morlu, kırmızılı, ebruli. Giderek belirlenen dışarıda sabah buğusu içinde kavaklar, söğütler, çınarlar, akasyalar, ekili tarlalar, bakımlı meyvelikler, bağlar, uyanan yalnız köyler, bulutlar akıyordu. İhtiyar gene durmadan konuşuyor, diğerleri uyuyordu. Denizli'nin yakın bir köyünde oturuyormuş. Burada yapılamaz denilen bir ameliyat için Ankara'ya gelmiş, ameliyat olmuş dönüyordu. İyi geçmişti ameliyatı.

-Gerçi sağ olsun beni iyi ameliyat etti doktor (adını söyledi) tedavi etti. Ama iyi edemedi! Gönlümü kırdı, paramı aldı çok.

 Gözlerine baktım kaldım. Kalktım. Karakuyu istasyonuna yaklaşıyorduk. Isparta-Eğirdir trenine geçmek için aktarma yapmam gerekti. Valizimi indirdim. Vedalaştık. Diğerleri uyuyorlardı hala.

-Sahi sen ne iş yapıyordun yeğenim.

 Sanırım dördüncü soruşuydu. Cevaplayabildim bu sefer.

-Doktorum. İki gün evvel mezun oldum fakülteden.

 Kapıyı açtım, dışarı çıktım. Kapıyı kapatırken ihtiyarın şaşkınlıkla büyüyen gözleri kaldı arkada. Güneş Orta Toros'ların yalçın yükseltilerinden kurtulmuş, ovaya düşen sabah sisini aydınlatıyordu. Bir yol uzanıyordu önümde... Trenden sabahın ve istasyonun kimsesizliğine ve bilinmezliğine indim. İhtiyarın söyledikleri ilk doktorluk dersim olmuştu. Alsancak katarı İzmir'e doğru sabahın içinde gözden uzaklaşıyordu. Lokomotifin kömür dumanı ve hüzünlü uzun düdük sesi arkasında havada asılı kaldı, hafifledi... Bir yeni gün, bir yeni yaşam başlıyordu.

 İçim içime sığmıyordu...

Akın Yazıcı

5 Şubat 2016/İzmit

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..