- Kategori
- Deneme
Yolunuz açık olsun

Nerede unuttuk küçük adımlarımızı, kadife kumaşın soluk kırmızısının beraberinde hangi renge sığdırdık yıllarımızı. Çocukluğumuzdan mı büyük görürdük her şeyi yoksa gerçekten kocaman vitrinler, abajurlar var mıydı bilmiyorum. Mobilyaların kumaşları daha dokuluydu sanki eskiden, her şey gibi mobilyalar da dokusunu kaybetti. Renksizdi televizyonlar ama daha alacaydı hayatın kumaşı. Yüzü hafif yanığa çalardı pencerelerin güneş vurunca, plastik değildi o zaman evlerin ışık alan duvarları, kahverengi macun vardı cam kenarlarında; üzerindeki parmak izlerini ustanın imzası gibi taşıyan yanık yüzlü duvarlar... Çok değil 10 sene eksiltti hayatımızdan şimdi ilkellik saydığımız alışkanlıklarımızı, basit gördüğümüz eski göz aşinalıklarımızı. Naftalin kokulu hatıralar, dünde kalmış, yarını hiç olmamış, sanki geçmiş ama eskimemiş yıllar. Çocukluğun her şeyi büyük sanma, yetişkinliğin kendini büyük görme telaşının arasında kaybolmuş zaman hikayeleri o seneler. Sanki onları da katlayıp dolaba kaldırmış gibiyiz kırmızı kadifelerin içinde, tıkabasa duruyorlar ömür sandığımızın bir köşesinde. Gençliğimiz; en özensiz serilmiş çeyizimiz gibi.
Daha güzeldi yıllanmak, şimdi yaş almak suç sayılıyor, yaşlanıyor insanlar, yıllanmıyor... Güzeldi gül suyu kokuları, sokaklardaki bozacıların geceyi böle sesleri. Yüreğimiz daha genişti, şimdi kısalttık mesafelerimizi, yüreğimiz de daraldı mesafesizlikten. Çocukluk gerçekten bu kadar güzel miydi, yoksa dönüşsüz olması mı o yılları bu kadar özel, eşyaları dahi bu kadar eşsiz kılan bilmiyorum. Büyümek renklerle başladı, televizyonun renkleriyle, seslerin renkleriyle, eşyaların renkleriyle... Kutulardaki insanlar bize benzedi, sesler birbirinden ayrıldı, eşyaların rengi hafızamızda sarardı ya, işte o zaman belirdi büyük adımlarımız. Zarf açacakları yerlerini ahizelere, santral görevlileri işlerini telefon opetatörlerine, sokak bekçileri görevlerini alarmlara devrettiğinden beri özlüyorum zarf sesini, bekçi düdüğünü... İçimizde durmak bilmeyen boyut değiştime koşuşturması, eskideki büyüme şimdiki küçülmek hevesimiz yutkunduğumuz.
Dokunuşlarımızı da kaybettik dokulamızla beraber. Daha temassız konuşur, daha uzak yaşar olduk birbirimizden. Cam arkadasından gördüğümüz yüzleri tanır, insanları el yazılarından değil tematik harflerden okur olduk, birbirimizin el yazısını unuttuk, ellerimizi unuttuğumuz gibi... Zor geldi şimdi heceleyemediğiz geçmişimizi satır satır okumak; başkalarına okuttuk, çocukluğumuzu başkalarından dinledik, çoğu silinmiş ama duymaktan ezberlenmiş sözleri biz de başkalarına anlattık. Ne naftalin kokusunu duyduk seslendirirken ezberlerimizi, ne de sararmışlıkları umursadık, kabullenemedik özlediğimizi o büyük abajurları, vitrinleri. Epey yaşlı bir yürek sızısı, yoğun bir yaş sızıntısıyla sildik gözlerimizi. Akide şekerleri yok şimdi mendillerimizde, sarı lekeli gençliğimiz serili çeyiz sandıklarımızda. Kırmızıyı özlüyorum, parlak olanı değil, kadifedeki kırmızıyı, renk diye sayıkladığım sararmışlıktan uzak tüm beyazlar. Öyle bir hasar kalmış ki, yarısı yırtık biletler gibi olmuş çocukluğumuz, onarılmaz, küçük bir çocuğun cebinde kırıştırılmış...
Yine de güzel arnavut kaldırımların topuktan çıkardığı sesleri farkına varabilmek, mum ışığında yolunu gözlediğiz, soluğumuzla selamladığımız yeni adımlarımızı her yıl tatlandırabilmek. Eskiyi sallanan ellerle anımsayıp, yeniyi kollarımızı açarak karşılamak... Gülümseyerek hatırlanabilecek, naftalin kokusunu saf tutabilecek hatıralar diliyorum tüm yolu açık tren yolcularına. Ceplerinizi son bir kez daha kontrol edin yalnız, yırtık da olsa birer biletiniz olmalı yıllanmak için.