Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '09

 
Kategori
Deneme
 

Yordun bizi AKP!

Yordun bizi AKP!
 

dünya


Her şeyin bir raf ömrü vardır. İnsanın da... İktidarların da...
Bu yüzden; doğar, büyür, çaptan düşer ölürüz....
Yarım asırdan beri bu dünyadayım, gidiş yolundayım yani, çok acılar çektik milletçe. Ağlayarak geldik, ağlayarak gidiyoruz desek yeridir. Bir kez olsun günyüzü göremedik gitti...
Anneannem, “Gelen gideni aratır!” derdi de bir anlam veremez; “olur mu, hani insan hatalarından ders alır” diyordun?
O an ki kızgınlığına verirdim. Yanılmışım. Küçüktüm.

Yaşayarak acı acı öğrendim. Türkiye burası, bir ileri, iki geri... Mehter yürüyüşü kültürümüzde var ne de olsa.
Düşünüyorum da son yıllardaki kadar bir zulmu, hiç görmemiştik. Zira, hiç yalnız olmamıştık. “Netekim” döneminde, tırnaklarımız söküldüğünde bile yanımızda bir dostumuz, arkadaşımız vardı. Bize güç veren, acılara dayanmamızı sağlayan ideâllerimiz vardı.
Dayak yerken, neden yediğimizi bilirdik, ölmekten bile korkmazdık. “Ben yanmasan, sen yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” der, gurur duyardık yaptıklarımızdan, ideâllerimiz için yaşamaktan...
Şimdi öyle mi? Nedenini bile bilmeden, anamız ağlıyor. Ağzımızı açmaya korkar olduk. “Gözünün üstünde kaşın var” diyemiyoruz. Konuşmuyor, adeta fısıldaşıyoruz. Hatta paronayaklaştık, halının altında dinleme cihazı arıyoruz.
Kalemşör bildiklerimiz birbir saf değiştiriyor. Bu nasıl bir korku? Korkuların en büyüğü, en çaresizi yaşatılıyor: YALNIZLIK. Tenhada kıstırılacakmışız gibi geliyor.

Biz psikologa gitmeyi ar bilir, -biraz da masraf olmasın diye- birbirimizle dertleşir, iki kadeh atar, hükümeti devirir, rahatlardık. Son kadehte; “Amannn, bunların hepsi aynı soydan, yok birbirinden farkı" der, tatlıya bağlar, kaldığımız yerden başlamak üzere masadan kalkardık.

Yıktın bütün ezberlerimizi, hayallerimizi AKP!
O yasak, bu yasak... Nette rumuzlarla konuşur, fısıldaşır olduk.
Ne dostumuz kaldı, ne düşmanımız. Daha doğrusu, real yaşamda hepimiz birbirimizin düşmanı, sanal alemlerde sarılır olduk.
Korkuttun, tırstırdın bizi.

Nasıl bir kin biriktirmişsin ki içinde, yaptığın her icraatında yeni bir “ring” hazırlanıyor sanki. Senden olanlar ya da başka bir deyişle: dönem adamları ile direnmeye çalışanlar, hemen karşı karşıya geliyor. Bugüne kadar hiçbir düşüncende toplumu uzlaştıramadın. Yaptığın her şeyde, arı kovanına çöp sokuyor gibisin.
Kimseyi, söz verdiğin gibi kucaklayamadın. Hoş, buna ne sen ne de bizler hiç inanmamıştık ya. “Ananıza iyi bakacağım!” diyen üvey baba gibisin. Gece anamızı, gündüz bizi...
Varsa yoksa, milleti birbirine düşürmek, senin işin. Ama son kararı; Afrika atalarının dediği gibi “suyun akışı” belirleyecek.
"Sular yükselince, balıklar karıncaları yer...
Sular çekilince de karıncalar balıkları yer...
Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin...
Çünkü kimin kimi yiyeceğine; “ suyun akışı” karar verir... "

Farzet ki, herkesi birbirine ötekileştirdin, nasılsa senin de bir raf ömrün! var ve mehter Marşı ile gelmiş olsan bile İzmir Marşı ile gideceksin.
Zaman daraldı, kimse dayanamaz yalnızlığa, patladı patlayacak ve bu yalnızlaştırılmanın elbet hesabı sorulacak. Ne de olsa Akdeniz İnsanı'yız biz; yine birbirimize sarılır halay çeker, horon teperiz, dayanamayız biz, fazla ayrı-gayrı kalmaya...
Ayrıca küpün de doldu, patladı patlayacak. Doyan, hesabı öder, masadan kalkar, yok başka şıkkı.

Üzülerek itiraf edeyim ki, hakkını vermek gerek; gerçekten çok yordun bizi. Bu konuda eline, gelmiş geçmiş hiçbir iktidar su dökemez. Her gün yeni bir kavga konusu; fitne, fesat işlerinle birbirimize düşürmeyi başardın. Gece yarıları araya sıkıştırdığın değişikliklerin için, oyunda söylenir bildiğimiz “kanmasaydınız!” açıklamaların ve daha niceleri... o yetmedi olan bitenden habersiz Kevin Costner’i bile işin içine katmaya kalktın. Hangi birini sayayım... Bizim anlamadığımız, senin bir türlü açıklayamadığın açılımlarınla aptala döndük. Niye ona buna açıldık, açıldık da ne oldu? valla bir türlü kavrayamadım.

Ama kabahatimizi çok iyi anladık; Atamız yıllar önce, senin geleceğini söylemişti bize de, biz gaflet uykusundan uyanamadık. Uyku yüzünden birbirimizi suçladık.
Burada gaflet uykusunu biraz açmak gerekir. Bu, öyle bugünden yarına değişen bir şey değil zira. Önce, bizlere doğruları, olup bitenleri anlatan tüm aydınlarımız, gazetecilerimiz birbir faili meçhullerle yok edildi.
Fırsat verilmeyen gençlerimiz, profesörlerimiz çekip gitmek zorunda kaldı, yani beyin göçü oldu bu ülkede.
Ardından ihtilâller, depremler, medya oyunları, eğitimsizlik, açlık, işsizlik, gelecek korkusu…
Tüm bunların rüzgârı senin gemini yüzdürmeye yetti. Geriye kalanlarla çoğunluğun demokrasisi, -buna diktatörlüğü demek daha uygun- seni bugünlere taşıdı. Rüyanda bile göremeyeceğin, yıkmak için diş bilediğin, Cumhuriyet’in kurduğu masalara, demokrasi sayesinde oturup, diktatörlük uyguladın.

Sıkıyoruz dişimizi şunun şurasında ne kaldı, su alan geminin batmasına… Ama helâl olsun, kutlarım, gerçekten, hem yordun, hem de çok iyi bir ders verdin hepimize.
Bir daha zor uyur bu millet!..
Çünkü Atamız bize, 29 Ekim 1933 de Ankara dan;
“Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti,
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene! “ diye seslendiğini hatırlattın bize…

Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..