Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Yurtsuzluk Korkusu- (son)

Yurtsuzluk Korkusu- (son)
 

Bir ölüm – kalım mücadelesiydi. Osmanlı yönetici sınıfında Anadolu’yu da kaybetme korkusu uyanmış ve bunun için önlem alınması gerektiği fikri oluşmuştu. Hem göçmenlere yeni bir yurt açmak hem de olası bir ölüm kalım savaşında gayrımüslim nüfusun düşmanla olası işbirliğini önlemek için Anadolu ve Trakya’daki Rumların sürülmesine karar verildi. Bir plan dahilinde Trakya ve Ege bölgesindeki Rumlar göçe zorlandı. Rumların önemli bir bölümü kansız bir şekilde bu topraklardan uzaklaştırılarak yerlerine Balkan sürgünleri yerleştirildi.

Aynı süreçte yaşanan bu facialarda hemen hemen hiç payı olmayan Ermeniler de kendi varlıklarını korumak ve kültürel haklarını genişletmek için çeşitli çabalara giriştiler. Uyanan ve birbirine bakarak kamçılanan milliyetçilik akımları uzunca bir süredir Ermenileri de etkisi altına almıştı. Önceleri İttihatçıların özgürlük ve kardeşlik söylemlerine destek vererek çözümü bu işbirliğinde arayan Ermeniler, sonraları bir ölçüde İttihatçıların sözlerinde durmaması biraz da Avrupa devletlerinin kışkırtmalarıyla Osmanlı yönetimiyle yollarını ayırdı. Kültürel hakların genişletilmesi ve özerklikten başlayıp Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma emelini dile getirmeye kadar varan bir mücadeleye başladılar. Ancak bu çabalar Ermeni halkında henüz geniş bir taban bulamamıştı, halk büyük ölçüde kendi işinde gücündeydi. Adana, Zeytun, Sason gibi yerlerdeki yerel ayaklanmalar kolayca bastırılmıştı.

Ancak Ermeni toplumunun ileri gelenlerinin çoğu ayakları yere basmayan talepleri ve Rusya Fransa İngiltere gibi devletlerin Ermenileri kullanmak için kışkırtmaları Osmanlı yöneticilerini paniğe sürükledi. İttihatçılar Daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce Ermeni meselesini kökünden halletmenin yollarını aramaya başlamıştı. Hatta İttihat ve Terakki yöneticileri bir ara Ermeni ileri gelenleriyle bir toplantıda buluşup onları öteki devletlerin kışkırtmalarına kapılmamaları yönünde adeta yalvarırcasına uyardılar. Ancak basiretsiz Ermeni liderleri bu uyarılara kulak asmadılar.

Savaş başlayıp hemen akabinde de Sarıkamış faciası gerçekleşince Doğu Anadolu’da iyice güçsüz düşüp o toprakları ve hatta bütün Anadolu’yu yitirme endişesine kapılan Osmanlı yönetimi Tehcir planını uygulamaya koydu. Kafkasya ve Balkan facialarının bütün öfkesi birikip bir anda yoğunlaşmış ve kabak Anadolu Ermenilerinin başına patlamıştı. 1915 baharında başlayan Tehcir beş – altı ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Osmanlılar Rusların ve Balkan devletlerinin kendisine yaptığını Ermenilere yapmıştı. Ermeni tehciri ve katliamları bir çeşit karşı hamle veya intikamdı ama ne yazık ki yanlış yerden alınmış bir intikamdı.

İttihatçıların neredeyse tamamı Balkan kökenliydi. Hepsi de yenilgi ve sürgünü bizzat iliğinde ve ayaklarının tabanında hissetmiş insanlardı. Tehciri uygulayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın kadrolarının önemli bir kısmı Çerkeslerden oluşuyordu. Onların içi de Kafkasya’nın cennet dağlarından sürülmenin öfkesi ve hıncıyla doluydu. Son olarak Doğu Anadolu’daki bazı Kürt aşiretlerinin de Ermenilerden arınmış bir yurt edinme çabası vardı; çünkü onlarla aynı toprakları paylaşıyorlardı. Ermenilerle otuz yıldır süregelen paylaşım savaşını kazanmaları için Tehcir iyi bir fırsattı, onlar da bu fırsatı değerlendirdiler. Tehcir öncesinde Bitlis’in nüfusunun çoğunluğu, Van’ın da ona yakın bir oranı Ermenilerden oluşuyordu. Bugün oralarda tek bir Ermeni yoktur; peki yerli Türk var mıdır? O da yoktur!

Ermeniler kimi sürülerek kimi de öldürülerek Anadolu’dan kovuldu. Ancak cephe savaşında işler Osmanlının aleyhine gelişiyordu. Doğu Anadolu’yu Ruslar işgal etmiş, Rus ordusuyla gelen Ermeni kökenli askerler Kars Ardahan Erzurum Van gibi illerde bir-iki yıl önce kendilerine yapılan zulmün bir benzerini bu defa kendileri Türk ve Kürt kökenli Müslüman halka yapmaya başlamıştı. Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşip Ruslar geri çekilinceye kadar bu zulüm devam etti.

Neticede Osmanlı savaşı kaybedip teslim oldu. Bu defa sadece Doğu Anadolu değil Anadolu’nun neredeyse tamamı işgal edilmeye başladı. Daha birkaç yıl ya da birkaç on yıl önce yurtlarından sürülüp Anadolu’ya gelen insanlar ikinci defa varlık mücadelesi vermek durumunda kaldı. Sevr anlaşması bir kâbustu. Bugün hâlâ bu kâbusun etkileri canlıdır. Üzerine Yunan işgali geldi. Bir insan kuşağı hayatları süresince çok fazla savaş sürgün, katliam, cinayet görmüş, hem kurban hem de cellat olmak durumunda kalmıştı. Toplumsal belleğe ta o günlerde yerleşen yurdundan olma korkusu verilen İstiklal Savaşı’nın kazanılmasına rağmen bir daha asla çıkmadı. Tıpkı Ermeniler için zamanın 1915’te durması gibi biz de o yıllarda takılıp kaldık. Aslında bu bakımdan birbirimize çok benziyoruz. Fark şurada ki, bize bu acıları yaşatan esas olarak başka toplumlar/devletlerdi; biz onlardan çektiğimiz acıları da Ermenilere yükledik. Ermeni meselesi bütün travmalarımızın kristalize olmuş halidir.

Kendimizi burada iğreti biçimde duran bir halk olarak gördük hep… Her an birileri gelecek ve bizi buradan da sürecek diye korkuyoruz. Hâlâ çoğumuzun zihninde farkında bile olmadığımız o travmalar, o sürgün yolları, o acılar var. O korkuyla, kentlerimizi bile iğreti biçimde kuruyoruz. Devlet bu korkuyu ve nefreti canlı tutmak için can havliyle çalışıyor. Çünkü o zaman işi çok kolaylaşıyor, kitleleri çok rahat manipüle edip kendi hatalarını konuşulmaz hale getirebiliyor. Şu özür kampanyası bunun en tipik ve canlı örneği işte… Artık devletin kendi politikalarını hayata geçirebilmesi için manipülasyona bile ihtiyacı yok. Resmi tarihin papağanları, gönüllü linç kitleleri hep hazır kıta… Küfürle, sopayla, tehditle, blogla, sözle, yazıyla…

.........


 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..