Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '07

 
Kategori
Anılar
 

Zerdali hırsızı

Zerdali hırsızı
 

Pazarın tezgâhlarında yanakları al al olmuş minicik, sarışın bir bebek başı gibi dururlardı öyle; yan yana, üst üste... Ne kadar tatlıydılar kimbilir. Orada öylece durup satın alınmayı beklerlerdi; biz yoksul çocuklar da karşısına geçip zerdali tezgâhını seyrederdik. Tezgahın önünden defalarca geçip pazarcının gözünün içine bakar, adamın merhamete gelip eziğinden, olgunlaşmamışından birkaç tanesini seçip bize vermesini umut ederdik. Arada bir yapan da olurdu bunu. Özellikle de pazarın kapanma saatlerinde, iyi geçmiş, kârla kapatılmış bir günün akşamında pazar tahtasında kalan son meyvelerden bir avuç alıp biz çocuklara verirlerdi.

Ama çok az olurdu bu, belki haftada bir defa ancak. Çocuktuk; yokluk, ticaret, kâr, emek nedir anlamazdık. Paran olursa istediğini satın alabileceğini bilirdik sadece. O da bizde yoktu. Ekmek, Sana yağı, birkaç zeytin ve çaydan oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra sokağa çıkar, oynayarak gezerek mahalleden yarım saat uzaklıktaki “Pazaryeri”ne gelirdik. Kimimiz simit, kimimiz eski gazete kâğıdı ya da çimento torbasından yapılmış alış veriş torbası satardık orada. Daha plastik torba devri başlamamıştı. Herkes alışverişe ya ipten örme bir fileyle çıkar ya da pazarda bizim gibi çocukların sattığı kâğıt torbaları alıp satın aldığı şeyleri onlara doldururdu. Pazardaki “torba satıcıları” arasında büyük rekabet vardı. Yaşça büyük çocuklar biz küçüklere ortalarda dolaşma ve satış imkânı vermezlerdi pek. Akşama kadar bağırmaktan sesimiz kısılır, sıcağın altında aç susuz dolaşmaktan cılız bacaklarımız bizi taşıyamaz hale gelirdi. Meyve tezgâhlarının önünde oyalanırdık en çok. Mevsimine göre erik, çilek, yenidünya, kiraz, zerdali, armut, üzüm, portakal, mandalina, elma, nar, kavun, karpuz...

Nasıl da güzel görünürlerdi. Pazarcılar nasıl da överek bağırırlardı onları satmak için. Bütün meyveler “bal”a benzetilirdi en çok, ya da nerenin nesi meşhursa oradan geldiği iddia edilirdi. Nereden gelmiş olursa olsun...

Birkaç çocuk birlikte gezerdik hep. Ötekiler bana nispeten biraz daha gözü açıktı. Benden daha çok torba satar, daha çok para kazanır, üstelik bedavadan karınlarını doyurmanın bir yolunu bulurlardı. Ben becerikli bir satıcı olamadım hiçbir zaman. O günlerde de değildim. O meyvelere ulaşmanın yöntemlerini öğrenmişlerdi. Müşterisi bol, kalabalık tezgâhların önünde bekleyip, satıcının dikkatini teraziye, müşteriyle para alışverişine ya da sohbete verdiği anlarda usulca uzanıp küçük avuçlarına ne sığdırabilirlerse çalarlardı. Doğrusu bu işin ustası olmuşlardı, hiç yakalanmazlardı. Meyveleri çaldıktan sonra hepimiz pazarın dışına çıkardık. Muzaffer korsanlar çaldıkları meyveleri karşımızda sularını akıta akıta, biz beceriksizleri imrendirerek mideye indirirlerdi. Çalamayanların “birisini de bana ver lan” isteği kolay kolay karşılık bulmazdı. Cesur ve becerikli hırsızların ödülü olan bir tür ganimetti o çünkü. “Sen de yap olum” derlerdi çalamayanlara.

Sonunda dayanamayıp ben de yapmaya karar verdim. Hem para vermek zorunda kalmıyor hem de çalmayı becerebildiğinde bir tür üst statüye yükseliyordun ötekilerin gözünde. Grup içinde beceri ve cesaretini kanıtlamış biri haline geliyordun. “Haram” kavramını anlayacak yaşta da değildik henüz.

O zaman bizim “zerdali” dediğimiz kayısıyı çok severdim. Görünüşü, tadı, kokusu öteki meyvelerden çok daha güzeldi. Eğer tatlıysa çekirdeği bile yenirdi. Ama pazarın en pahalı meyvesi de zerdali olurdu genellikle. Pazarcılar taneyle satın almak istesek vermezler, kiloyla almaya ise paramız yetmezdi. Gerçi babam arada sırada eve alırdı ama o bizi doyurmazdı. Hem evde yenen meyve pazardan kendin alıp yediğinin tadını vermiyordu nedense.

O gün pazarcının bir vitrin düzenler gibi özenle dizdiği zerdali tezgâhının önünde durdum. Zerdalilerin hafiften kızarmış yanaklarını müşterilerin göreceği tarafa çevirmiş böylece olduklarından da göz alıcı, iştah açıcı hale getirmişti satıcı. Öyle güzel duruyorlardı ki, sanki bir tanesini yesem bir daha hiç acıkmayacakmışım gibi geliyordu o anda. Tezgâhın önünden birkaç defa geçip uygun anı kolladım. Satıcının başına birkaç müşterinin biriktiği bir anda uzanıp bir zerdali alıp kaçtım. Avucumun içinde o narin cennet meyvesini incitmemeye, ezmemeye çalışarak gidiyordum. Her şey yolunda gibi görünüyordu. Sonunda ben de becermiştim.

Pazarın en yakın çıkışlarından birine yaklaşmıştım ki birden arkamdan, gömleğimin yakasından birinin tuttuğunu hissettim. Arkama bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştığım anda ağır bir küfür eşliğinde yüzüme inen tokatla sarsılıp düştüm. Zerdalim, başarabilsem hayatımdaki tek hırsızlığımın ganimeti olacak o sevgili meyve hâlâ avucumdaydı. Düştüğüm yerde oturup utancımdan başımı göğsüme eğmiş, boştaki elimi gözlerime kapatıp boşalan gözyaşlarımı saklamaya çalıyordum. Kimsenin yüzüne bakmadan, elimi kime uzattığımı bilmeden o vaziyette avcumu açıp zerdaliyi bıraktım. Bir el sert bir hareketle çekip aldı onu avucumdan. Pazarcının hareketine kızanların ona yönelik sesleri kafamın içinde uğulduyordu: “Ne yapıyorsun?”, “Yazık değil mi?”, “bir zerdali için çocuğa vurulur mu”, “parasını ben vereyim”...

Bir kadın beni yerden kaldırıp, “gel oğlum, ağlama, sen şurada yüzünü yıka, ben alayım sana zerdali” diyerek pazarın içindeki çeşmeye doğru götürürken kadının elini silkeleyip kaçtım, var gücümle, nereye gittiğimi bile bilmeden nefesim tıkanıncaya kadar koştum. Akşama kadar amaçsızca oradan oraya dolaşıp durdum. Manavların, bakkalların önündeki meyve tezgâhları düşman gibi görünmeye başlamıştı gözüme.

Ertesi gün anneme “ben artık pazara gitmeyeceğim, bana başka bir iş bulun çalışacağım” dedim. Buldular; altı yaşında falandım, o günden beri çalışıyorum. O günden sonra meyvelerden soğudum. Bazen markette alışveriş yaparken güzel görünüşlerine dayanamayıp alır buzdolabına koyarım. Orada öylece durur; kendimi zorlaya zorlaya içinden birkaç tanesini yer, eğer o arada ikram edeceğim misafir falan gelmezse geri kalanını çürüyünceye kadar beklettikten sonra çöpe atarım.

Foto: http://www.van.gen.tr/galerib/kayisi_1174154689.jpg

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..