Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '14

 
Kategori
Dostluk
 

''Adı Nurcan'dı"

''Adı Nurcan'dı"
 

''ADI NURCAN-DI''


Her akşam ki gibi parktaki yerimdeyim. Park birkaç yıldır benimle özdeşleşmiş sayılabilir bile. Bütün mevsimlerde aynı saatte, aynı bankta bir süre karşımdaki bir noktaya dalarım. Bazen sevdiğim şairlerden birinin kitabını alır kendime şiirler okurum kitaptan. Bazen sevdiğim şiirleri şairlerinden daha iyi okuduğum bile söylenebilir hani. Yaşım biraz yılları tüketti. Hayat dediğiniz şey en son elinize size ait bir yalnızlığı bırakıp gidiyor. Yalnızlık sizi sarıp sarmaladığında durmuyor tabi. Hayat devam ediyor, dünya dönüyor. İnsanlar birbirini sevip yaşamlarına mutluluklar katmaya koşuyorlar. Bana sorarsanız her yaşınızın ayrı bir anlamı var. İnsan yaşlandıkça tek şey anlıyor, kuralcıların kurallarından nefret ediyorsunuz. Ama acı gerçeğiniz nedir biliyor musunuz? Siz de bir zamanlar o kuralcılardan biriydiniz. İnsanlar hayatlarını demir parmaklıkların arasına hapsetmeye bayılıyorlar. Sonra kendilerine itiraf edemedikleri bir gün gelip çatınca bir boşluğun derin düşüncelerinin arasında kendilerini buluyorlar.

Kurallar, kurallar; ahlâk kuralları ya da dini kurallar. Hepsi sizi sizde tutmayan olgular mı? Yoksa kuralcı kalabalığın arasında sizin de kaybolup gitmeniz mi acaba? Bazı sorular karşınıza yaşınız ilerlediğinde çıkar. Aklı başında biriyseniz mantıklı cevaplarınız zaten kafanızın içindedir. Yoksa yaşamınız boyunca kazdığınız kendi çukurunuz içindeki debelenmelerinize merhaba deyin. Felsefe falan yaptığım yok. Düşünmeyi seviyorum, doğrularımı ve yanlışlarımı seviyorum. Kendinle barışık olmak deniliyor buna son yıllarda. Seksenli yılların bir tek odada geçen filmleri gibi sanki bu deyim. Kaçamak cevap bu olsa gerek. Yaşamak, yaşamaktır bu kadar işte. Doğruların, geride kalan eğrilerin; hepsi senin işte nihayetinde. Geçmişinizde kalan bir eğrinizi düzeltme imkânınız var mı?

Oturduğum bank benden daha yaşlı bir çınar ağacının altında. Doğrusunu isterseniz hem bu çınar ağacının bir gece vakti kesilmesinden çok korkuyorum hem de bankımın çalınmasından. Kentleri artık ağaç katilleri ve para tutsakları yönetiliyor. Televizyon izliyorsunuzdur. Her gün şehirlerden Belediyeler ağaçları göçe zorluyorlar. Kurumayan ağaçları dibinden kesip kanlı noktalarını koyuyorlar. Sonra adına medeniyet diyorlar mahkûmiyetlerinin çok katlı apartman dairelerinin küçücük koğuşlarına girip. Hep bahçeli bir evim olmasını istemişimdir, tek katlı ve bahçeli. Anlıyor musunuz beni?

Elimde Murathan Mungan’ın ‘’Bazı yazlar uzaktan geçer’’ şiir kitabı var. Seviyorum bu adamı. Çünkü normal insanlar onu okumaya kalktıklarında bir süre sonra bir kenara unutmak için atıyorlar. O çağ atlayan mısralar içindeki kendilerini bulamıyorlar. Bulamayınca, şiirden anlarmış gibi; eleştirmeden şiirlerden kaçıyorlar. Zaten herkesin şair doğduğu bu memlekette anlamayı zorlaştıracak şiirler yazmak bütün mesele.

Alacakaranlıkta olsa iyi olur bütün öyküler. Hafiften hüzün çağrıştırır. Hatta biraz daha ileri gidip hüznünüzü ortaya çıkarır. Hüznünüzü sevdirmeye kalkar bir de bu alacakaranlık öyküleri. Neyse sözü fazla uzatmaya kalkmanın anlamı yok.

O geldi, yanıma oturdu. Omuzlarından biraz daha aşağısına dökülen düz ve siyah saçları vardı. Yaşına göre hafif kilolu. Hani evdeki ıspanak yemeğine burun kıvırtıp adı mac bilmem nelerle beslenmeyi kendilerine itibar sayan yeni gençlikten. Üzerinde siyah bir mont var. Gözleri iri, biraz Türkan Şoray misali yani. Güzel sayılmaz ama banka otururken bana bakışından anladım, kendini epeyce güzel varsayıyor olmalı. Yeni zaman, yeni şehirler; yeni kadın ve kızlar işte. Birkaç çapkın sosyal paylaşım sitelerinde ‘’ay ne kadar güzelsiniz’’ sözüyle kendini amerikanın vazgeçilmez holywood güzellerinden sanan kızlardan olmalı. Yanılıyor olabilir miyim? Elbette, yanılıyor olabilirim. Bazen yaşamdan edindiğiniz tecrübeler size tuzaklar hazırlamaya bayılırlar. Yanımda, hemen yanımda oturuyor. Gözleri benim daha önce takılan bir göz takılma noktasına takılıp kalmış olabilir. Az sonra dayanamayıp, elimle takıldığı noktayı gösterip; o nokta benim işareti yapıyorum. Anlıyor ne demek istediğimi. Biraz huzursuz olmasına rağmen ilk defa dikkatlice bakıyor bana. Eliyle o noktayı gösterip, yüzüyle senin mi; ya, der gibi bakıyor. Ben de evet der gibi sallıyorum başımı. Sonrasını tahmin edemezsiniz. Aynı noktaya farklı gözlerle bakıyoruz. O nokta da ne mi var? Sadece küçük bir kuş barınağı var. Bu kadar basit bir şeyi paylaşamıyoruz işte. Konuşmaya başladığında aynı noktada gözlerimiz. O konuşmaya başlıyor.

-Benim adımın bir önemi var mı sizin için?

Ona bakmıyorum, cevap vermiyorum.

-Ne önemi olacaksa adımın sizin için. Tanışmıyoruz ki değil mi?

Ben noktama sahip çıkma telaşındayken sesini biraz yükseltiyor. Ben onu duymamış gibi yaparken sıkıntıya düştüğünü belli ediyor hali. Sanırım beni duyma yeteneği kayıp biri sanmaya başladı.

-Bir adınız var mı?

Yine cevap vermiyorum.

-Şansımın içine tüküreyim. Şehirdeki milyonlarca insanın içinden sen sağır bir adama denk gel.

Sonra bana dönüyor.

-Duymuyorsun değil mi?

Cevap vermiyorum.

-Ne güzel bak sağırsın işte. Eksoz seslerini, bağıran, kavga eden insanları duymuyorsun. Benden şanslı olduğun kesin. Keşke şimdi bir piyangocu geçse de bir bilet aldırsam sana.

Sonra etrafına baktı, gözleri piyangocu birini aradı bulamadı.

-Bak, yanında oturan kız var ya; bu şehrin en şanssız kızı biliyor musun? Nerden bileceksin, daha beni tanımıyorsun bile. Benim adın Nurcan efendim, tanıştığımıza memnun oldum. Size adınızı sormayacağım, aslına bakarsanız umurumda da değil kim olduğunuz. Oldukca iyi bir dinleyici olduğunuz konusunda hem fikiriz. Ama arada bana bak olur mu, dinler gibi yap en azından.

Bana döndüğünde onu farketmiş gibi yapıyorum. Bakışıyoruz o sırada. Eliyle adam sende der gibi yapıyor. Gözlerim paylaşamadığımız noktaya sahip çıkmak ister gibi kuş barınağına döndüğünde tekrar konuşmaya başlıyor.

-Ah, siz erkek milleti. Çentikciler sizi, hepiniz aslında aynı b…n soyusunuz. Sahip oluncaya kadar canım cicim, sonra hadi gülüm güle güle. Ulan aranızda bir tek dürüst adam bulsam vallahi kul köle olacağım. Bu kadın var ya daha on altı yaşında kandırılmaya başlandı. Ayrıldığım kocamla aynı sınıftaydık. İlk göz ağrısı derler ya, manyaklık bu ya. Manyaklığın dik alası işte ilk göz ağrısı. Sonra yıllarca kenarlarda köşelerde seviştik onunla biz. Evlenmedik mi? Evet evlendik, kaç yıl sürdü biliyor musun? İki yıl. Ne uzun yıllar evli kalmış ilk göz ağrıları görüyor musun? Sonra kedi girdi aramıza. Kısa ayrılıklar, kedi özledi bahanesiyle biter sanırken; bir baktım artık kedi özlemiyor. Ulan sen misin kedisini özlemeyen, bir celsede boşandık. Sonra çalışmaya başladım. Çünkü bir hayatım olmalıydı kediyi bahane etmeyen adamsız.

Sonra tekrar baktı bana. Belki de şüpheye düşmüştü duyduğumdan. Bir süre sustu sonra dayanamadı tekrar konuşmaya başladı.

-Her girdiğim iş yerinde patronlar önce gözleri ile soydular beni. Sonra yanaşmaya başladılar. İlk zamanlar birkaç kez bu tuzağa düştüm. Sonra akılandım tabi. Ama yıpranıyorsun her ilişkide ve senin yıpranmanın onlar için hiçbir anlamı olmuyor. Sonra kedilerinin olduğu evlere dinlenmeye çekiliyorlar. Hayata mı, bana mı, kendilerine mi yoksa kedilerine mi ikiyüzlü davranıyorlar farkında bile değiller. Hayatı sadece o anın daha zevkli yaşanması gereken bir parçası gibi görüyorlar.

Sonra durdu, konuşmadı bir süre. Kuş barınağına baktık bir süre daha birlikte. Bir kuşun o küçücük delikten içeri girip bir süre içeride oyalanmasını belkide. Ama o sesizlik anında hiçbir kuş bizi memnun etmek için yuvaya gelmedi. Sanırım konuşkan biri olmalı ya da konuşacak ve içini dökeceği birini arıyor olmalı. Dayanamadı sonunda.

-Elbette benim de hatalarım var tabi. İnsan boşanınca elini tutacağı ya da eski kocasıyla yaptığı kavgaları edebileceği birini arıyor. Bulamayınca ilk kırmızı ışıkta kavşağa dalıp kaza yapıyor tabi. Benim kazalarım çok işin açıkcası. Dur bakalım, bir, iki, üç… Hay Allah beni kahretmesin emi, tam altı adamla romeo ve jüliet aşkı yaşamışım görüyor musun sen. Yani çentik attığım yerde tam altı çentik izi var. Hiç kalmayı bilen adama denk gelmemişim anlayacağın. Meğerse hepsinin cebinde zaten dönüş biletleri varmış bana gelirken. İnsanlar mı aşkla oynamayı seviyor yoksa aşk mı insanları kendinden kapı dışarı ediyor anlamadım. Doğrusu ya sanırım ne insanlarda dürüstlük kaldı ne de aşkta. Nerede o kamyon kapısını açıp sevgilisini uzak bir İstanbul’a kaçıracak canım erkekler. Hepsi hiç tanımadıkları ıslak kuyuların arayış kurbanları.

Bir ara yere bakmaya başladı. Ağlamasını saklıyor gibi geldi o an. Baktım, hayır; ağlamıyordu. Düşünceye savurmuştu aklını. Bir şeyler yapıp o rüzgârdan onu çekip kurtarmalıydım. O anların en güzel uyarıcısı elbette öksürüktü. Öksürdüm. Savrulduğu düşünceden bir an çıktı. Sonra kuş yuvamıza birlikte bakmaya başladık. Bir süre sonra tekrar konuşmaya başladı.

-Aslında hepimiz doğarken hata yapıyoruz değil mi. İnsan zaten ihtiraslı anların meyvası değil mi? O an ve sonrası rahimdeki ihtiras savaşını kazanan tek bir hücre yani sen işte. İnsan daha ana rahmine kavuşmadan kardeşlerini katleden katil gibi neredeyse. Sonra sıcacık bir boşluk, sonrasında büyüdüğümüz yeri hiç hatırlayamayacağımız. İnsanlar bilmedikleri, hatırlamadıklarını büyütüyorlar. Ve işin garibi sıkıştıklarında hatırlamadıkları o rahmin sıcaklığını arıyorlar. Sanki huzur orada.

Sustu, neden bilmiyorum. Sokağa açılan parkın kapısına bakmaya başladı bir süre. Birini beklediğini sanmıyorum. İnsanlar bazen birini bekler gibi yapar ama kimi beklediklerini kendileri de bilmez. Garip bir umut hastalığı olmalı bu. Umut hastalığı yalnızlığa iyi gelir. Hayata bağlamaya çalışır sizi. Hayatınızdaki yaşacağınız en güzel hastalık budur. Kendi kendine oluşur ruhunuzda. Tedavisi ise yaşamın içine karışmaktır. Baktı bana. Bu güzel işte. Bacak bacak üstüne attı o arada. Kendine güven gelmiş olmalı.

-Aman sende, hayat işte. Ya rüzgârsın ya rüzgârdan savrulan. Ama merak benim ki tabi, içinizde dürüst insanlar var mı?

Dürüst insanlar aramak ne kadar acı bir duygu. O kadar yanlış insanlarla olursunuz ki, gün gelir doğru insanlar aramaya başlarsınız. Doğru insanlar kimdir bilirsiniz de, yine de yanlış insanlara denk gelmeye zorlarsınız kendinizi bilmeden. Hayatı insanları yaşamamasını bilmemek budur işte. İnsan yanlışlarndan doğru insan olur ne yazık ki. Yanlışlıklarınız sizi doğru insan yapar. Doğru insan olduğunuzda da doğru zamanlar doğru insanlar bulamazsınız. Yanlış yapmayan insanlardan korkarım ben. Yanlış yaptıklarında ne yapacağını bilemezler hatta yanlışlıklarının sonuçlarına katlanamayan insanlardır bunlar. Yanlışlıklarından sonra her yeri ateşe verirler. Ateşe verdikleri yerden yıllarca dumanlar tüter. Bir kere bile arkalarına dönüp bakmazlar.

-Sanki dürüst insan bulsak ne değişecek değil mi? Koşup gelecek Nurcan’a ve diyecek ki… Yahu nerdesin sen, yıllardır seni arıyordum. Çentiklerin umurumda değil, benimle hayatımın sonuna kadar figuran değil başrol oynar mısın? Biz de bulduk kaybetmek istemiyoruz ya! Gişe rekorları kıracak bir filmde başrol oynamamak çok büyük yanlış olur hayatım. Tabi bu filmde ruhumla oynamaktan zevk duyarım. Sonra bildik hikâye. Evleniyoruz boşanmamacasına. Bebelerden hayatın farkına bile varamıyoruz. Bir sürü bebeğimiz oluyor ama mutlu bebekler. Ve yaşlanıyoruz sonrasında. Önce o ölüyor elleri ellerimde. Birkaç yıl sonra da ben ölüyorum. Ölünce ne oluyor? Tanrı bizi mükâfatlandırıyor. Buyrun, cennetin kapıları sizlere açık, hadi biraz da öte dünyada mutlu olun. Yani her iki dünyada da mutluluktan geberiyoruz ya.

Sonra birden kuş yuvasına bakarak ağlamaya başladı. Eliyle gözlerini kapadı, kapadığı aralıklardan gözyaşları yanaklarına akmaya başladı. Döndüm baktım, baktığımı anladı; ağladığını göstermemek için öbür tarafa döndü. Elimi uzatıp omuzuna koydum. Bana döndü, bir süre öyle bakıştık. Sonra, göğsümü gösterdim. Başını alıp göğsüme yanaştırdım. Sarıldı…

Sırtını sıvazladım bir süre. Ne kadar süre öyle sarıldı bilmiyorum. Ağlaması zamanla kesildi. Başı göğsümdeyken,

-Çok teşekkür ederim. Hiç tanımadığım birinin göğsünün bu kadar sıcak olduğunu sanmazdım. Keşke beni duyup… ama, duymadığınız daha iyi. Bir sürü saçmaladım işte. Duysaydınız belki kovardınız beni yanınızdan deli diye. Evet, duymadığınız daha iyi. Beraber bir kahve içelim mi?

Başını kaldırıp eliyle fincandan kahve içme hareketi yaptı. Gülümsedim.

-Konuştuklarınızın hepsini duydum Nurcan Hanım.

Hayretle irkildi o an. Şaşkınlığına utanma duygusu karışmıştı.

-Utanılacak şeyler söylemediniz merak etmeyin. Aslında insanların hayatını özetlediniz diyebilirim. Hangimizin kendilerine ait başkalarından sakladığı öyküleri yok ki? Sadece dürüst değiliz, ne kendimize ne başkalarına ne de hayata. Ben sizin kadar dürüst bir insana rastladığım için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. Eğer bir çentik daha atmayacağına söz verirsen, kahveyi benim evimde içmeye ne dersin?

Mehmet Özcan

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..