Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

' Marmaris' in en kral adamı benim! '

' Marmaris' in en kral adamı benim! '
 

Kaldığım otelin ön cephesi, deniz. Arka cephesi de bomboş bir arazi. Ben diyeyim on, siz deyin on beş futbol sahasının yan yana getirilmiş büyüklüğünde. Yeşilliklerin ve ağaçların orta yerinde bir kulübe. Ve bu evde geçen bir hayat var. Her gelişimde aynı ev, aynı tavuk eşelenmeleri, aynı boş arazinin yeşillikler içinde verdiği serinlik ve huzur. Tam on dönümlük, yeşil ve düz saha.

Hep merak etmişimdir. Marmaris’e her gelişimde, burada yaşayanlar, ne yer, ne içer, kimdir, neyin nesidir. Dertleri var mı? Neyin nesidirler. İki dakika içinde, otel balkonundan oraya varıverdim.

Tavuklardan yer aça aça vardık kulübeye. Dev gibi bir adam karşılayıverdi. Upuzun bir hoş geldin çekti önce. Kendini takdim etti: ‘ Marmaris’ in en kral adamı benim’ diye gürleyiverdi. Oturduk. Hayat hikâyesi sade ve basit. İsmi Kâmil İnan.

Etrafı beş yıldızlı otellerle çevrili. Kendisi çayırlığın tam orta yerinde basit bir hayat yaşıyor zannederdim. Adamı deştikçe anlattı da anlattı. Yaşını sordum, ‘Sen tahmin et ‘ dedi. 60 dedim ilkten. İitiraz etti: ‘ Çık hele çık!’ 70 dedim, ‘Çık çık’ diye üsteledi. 80…90… Hala daha ‘çık’ diyor. Ben sustum. ‘Sen söyle dedim’ Ve gür sesi ile 91 dedi… Şaştım da kaldım.

Otelin balkonundan hep duyardım teybinden dökülen nağmeleri. O, bir Özay Gönlüm hayranıydı. ‘Gaydırı guppak’ lı türküler dinliyordu. Ve, tirilyonluk villaların, otellerin arasında kendi yarattığı hayatını yaşıyordu etrafın kirliliğine ve sıhhatsizliğine rağmen. Otelden hep duyardım. Komşu otelin barında ne çalıyorsa, o şarkılara inat, sonuna kadar açtığı radyolu teybinden, bangır bangır kendi şarkılarını çalıyor, keyfine bakıyordu.

Komşunun barından ‘ Amour, amour’ şarkısı mı çalıyor? O da Özay Gönlümdem: ‘ Gaydıırı guppak Cemile’mi çalıyordu. Komşuda ‘Ma vie’ mi çalıyordu? O da koyuyordu ‘Çöööz Mıstıfa Ali çöz ‘ diye bangır bangır bağırtıyordu teybini. Açıyordu rakısını. Hem içiyor, hem de kendi yeşilliğinde turizmi yaşıyordu yıllar yılı.

Sordum: Bu arazi denize yakın. Kimbilir ne kadar para verdiler bu araziye. Yıllardır da satmamışın , dedim. Güldü. Satmam dedi. Ben cimri insan değilim. İkisi kız, dört çocuğu var. Her birine altışar daire vermiş. Yanı başına da bir ilkokulu hediye etmiş. Karısı ile iki başcağız, burada yaşıyorlar. Akşam olunca rakısını da içiyor, çevredeki barlara da inat doğal, yapmacıksız, sade. Özay gönlüm dinliyor, hayatını yaşıyor.

Orada iken oğlu geldi, eşi geldi. Tanıştık. Oğul Mustafa İnan babasına saygılı. Baba Kâmilin torunları, hep iyi okullarda okumuşlar. İleride arazilerine 5 yıldızlı otel yapacaklarmış.

Veda edelim diye kalktım. ‘ Olmaaaaz!’ dediler. ‘Kolonya dökmeden, şeker tutmadan, dut toplamadan, erik yolmadan, portakalımızdan tatmadan, kahve içmeden nereye gidecekmişsin’ diye gürlediler hep birlikte. Hemen oracıkta ağaçlardan temin edildi. Kolonyalarını da dökündük. Sıra, Özay Gönlüme de geldi: ‘ Bizim için de Özay Gönlüm’den döktürdüler:

’ Amanın yavrım… Ben öyle duyuyom, o gocuman memleketlerde cicili bicili, boyalı moyalı, şıngırdak fıngırdak, kirpikleri takma, saçları sokma, onlan, bunlan düşüp kalkma, gözleri elde, etekleri belde, artanı da yerde, sıska mıksa, şıbıldak gibi bazı, çirkin mirkin hanımlar gızlar oluveriyomuş. Amanın onlara tutuluveren de, yanıveren de deme yavrım. Alceen gızın soyu sopu belli, saçı sırma telli, eline el değmemiş, kötü süt emmemmiş, sevisi derinde, eti budu yerinde olmalı. Dizine oturtturuverdin mi kucağın dolmalı, evlenince de mezara gadar varmalı. Goluna da taktın mı, yakışmalı, duvara attın mı yapışmalı. Bu sözlerimi eyi dinle bakem. Bi gulağından sok da, öte kulağını tıka, çıkıvemesin len. Senin nazlı Eminen ne günbe duruyoru?!’’

Has Marmarisli Kâmil Ağa, sıhhatini, doğal yaşama borçlu. Kendiliğinden organik tarım işletmeciliği yapıyor, kendi arazisinde, sırf kendileri için. İşin sırrı burada. ‘Ben bu doğada doğdum, buranın malıyım. Sonunda toprağa döneceğim’ diye düşünüyor. ‘Her şey, topraktan bana ulaşsın, saf, temiz ve hormonsuz’ diyor. Salçasını, sabununu, peynirini kendisi üretiyor. Koyun sütünden doğal olarak maya ve peyniri, elma üzüm sirkeleri, turşusu, salçası, sac ekmeği, çaldığı CD’leri ile gaydırı guppak şarkıları ile, akşamları rakısı eşliğinde yaşıyor işte.

‘Bu arazide kene olmaz mı?’ diyorum. ‘ Olmaz!’ diyor. Kene, sıcağı çok sever. Keçi gübreleri ile beslenir. Tavuklarımızın altlarını, tuzlu zeytinyağla ovaladın mu, kene gelmez’ diyor. Akıl da verdi. ‘ Kene ısrırsa, Z.yağında tuzu erit, tepesine dök deyyusun!.. Ossaat deriden kopacaktır’ dedi.

‘Halis köy yumurtasının tadını unuttu şehirli. Zaten hiçbir zaman tatmadı ki! Şehirli çocuklara köy yumurtası ver, beğenmezler’ diyor.

Bu doğa aşığı, çok uzaklardan doğal kaynak su taşıyan bu adamın dinçliği yaşadığı ekolojik şartlara sağladığı uyumdan geliyor.

Belediyenin suyunu içmiyor. Bir de dinlediği Özay Gönlüm’ ün türküleri var: ‘Sade, yapmacıksız ve doğal’. Kendi hayatı gibi.

Veda edip giderken, arkamızdan söyleniyordu Özay Gönlüm: ‘ Ey benim canı gönülden kursağımın incisi, gözümün zencisi, gıymatlım, çılbağım, bağrıyanığım, yetimim, elimin asası. Sen ne deyon len!.. Çööööz Mıstıfa Ali çöz gari. Huna bak cavur, bir de güler gari..’

RESİMLER: Ailenin büyümüş torunları. Etrafı otellerle çevrili arazideki evi ve oğlu, eşiyle birlikte ve Kâmil ağa ayrı karedeler.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..