Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '08

 
Kategori
Eğitim
 

''Öğretmenler Günü'' ve ''Eğitim açmazlarımız''

''Öğretmenler Günü'' ve ''Eğitim açmazlarımız''
 

neyle iştigal ?..




Atatürk, 21 Kasım 1928 'de Millet Mekteplerini açtıktan sonra 24 Kasım'da, Başöğretmenlik ünvanını kabul etmişti.

Ülkemizde, 24 Kasım'lar,1981 Yılı itibariyle , Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.

Mustafa Kemal, Millet Mektepleri'ni kurarak yediden yetmişe birçok insanımıza yeni harfleri öğreterek yeni bir aydınlanma dönemini başlatmıştı.


Millet Mektepleri uygulamasıyla tüm yurtta geniş bir halk eğitimi hareketi başlatıldı ve Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu hareketin “Başöğretmen”i oldu.

Her gittiği yerde tahta başında halka okuma-yazma öğrettiği gibi, tüm milletvekillerini, devlet memurlarını ve öğretmenleri bu yolda seferber etti. Millet mekteplerinde okuma-yazma yanı sıra, matematik, sağlık bilgisi, yurt bilgisi gibi dersler de veriliyordu.

Çalışanlara, gaz lâmbası, mum ışığı altında gece verilen derslere, bu davaya gönülden inanan halk, hiç aksatmadan devam ediyordu; bitirenlere, Atatürk tarafından bir Anayasa metni armağan ediliyordu.

Bu büyük seferberliğin ve coşkunun sonucu, yeni harflerin kabulünden bir yıl sonra (1929), Millet Mekteplerinden diploma alanların sayısı 1 milyon 200 bine ulaştı.

Millet Mekteplerinde temel eğitim görenlerin zamanla okuma-yazmayı unutabilecekleri düşünülerek 1930’da “Halk Okuma Odaları” açıldı ve 1936’da okuma odalarının sayısı 500’e ulaştı ve aynı yıl millet mektepleri uygulamasına son verildi; bu kursların işlevini Halkevleri ve Halkodaları üstlendi.

17 Nisan 1940'da kurulan Köy Enstitüleri eğitim modeli, bireylere,olayların farkına varabilme yetisi kazandırıyordu. Kendi bilincine varan, ülkesinin ve dünyanın değerlerinin farkına varır. Bu da yurttaşlık bilincini yaratır. Ancak ülkemizi bu duruma getiren soğuk savaş mantığı sahipleri, ülkemizin geleceğe yönelik yetişmiş insan yetiştirme projesini erken fark ettiler ve engelleyebildiler.

Köy Enstitüleri’nin temel espirisi, bu eğitim modeli kişinin kendi farkına varılabilirliğini kazandırmasıydı. Anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyor. Yaptığı işin verdiği mutluluk ile yaşamına anlam katabiliyordu.

Maalesef ülkemiz o gün bu kazanımı koruyamadı. Çünkü o dönemde toplumun eğitim düzeyi, demokrasiyi sindirme bilinci, batının baskısı sonucu bu proje ortadan kaldırıldı. Bugün bizler Köy Enstitüleri’ni okuyunca hayıflanıyoruz, ancak yakalanan fırsatların değerlendirilmemesi kaçan trene benziyor.

Toplum olarak o dönemde neye sahip olduğumuzun farkında değildik. Bugün de farkında olduğumuz konusunda kuşkular vardır.

Ulusal bilincin siyasi kaygılarla harmanlandığı dönemlere gelmeye başlamıştık. Dışa bağımlı yönetim anlayışlarıyla birlikte öğretmen yetiştiren okulları ,birer birer yok olmaya başladı.

1974 yılında ,öğretmenlerin yüksek okul okumalarını kolaylaştırmak anmacıyla açılan eğitim enstitüleri kısa bir zaman içinde;özellikle 1980 yılından sonra siyasi kutupların kaleleri haline getirildi. Önce öğretmen okullarında başlatılan anarşik hareketler hızla diğer üniversitelerimize yayıldı.

Böylece, Atatürk'le başlayan; Tonguçlarla, H.Ali Yücel'lerle devam ettirilen gerçek öğretmenlik ruhu, zaman içinde ''Davos ruhu'' içinde,''Tuz ruhu '' olup buharlaştı.

12 Eylül Harekâtıyla gelişen yeni dönemde kurulan YÖK emrindeki yeni eğitim fakülteleriyle,öğretmenlik eğitimi ,Hakk'ın rahmetine kavuşmuş oldu.

Hiçbir altyapısı olmayan şehirlerde, oy uğruna açılan baraka üniversitelerle (?) sözümona'' öğretmen yetiştireceğiz '' diye yeni bir eğitim cinayetine göz yumuldu.

Ünvan ve makam eşinde koşan ve adına öğretim üyesi denilen binlerce ''Boş adam ''konuşlandırıldı. Uluslararası yayını olmayan;yabancı dil bilmeyen ;devlet arşivlerinden ''Tez çalan'' ve bunları kitap diye yutturanların sayısı gittikçe çoğaldı.

KPSS adı altında ne idüğü belli olmayan sınavlarda yüksek puan alan gençlerin öğretmenlik mesleğine hazır olup olmadıklarına bakılmaksızın,siyasi yatırım amaçlarıyla ülke geleceğine, ''İncir ağacı dikildi '' ve dikilmeye devam ediyor...

Sözleşmeli Öğretmen alımları da samimiyetten uzak, bu işin bir başka popülasyonudur.
..........


''Günümüz dünyasında deterjan üreticileri bile ürettikleri deterjandan müşterilerin memnun olup olmadığını marketlere, evlere gönderdikleri görevlileri aracılığı ile öğrenme gayreti içerisinde iken eğitim fakültelerinde yetiştirdiğimiz öğretmenlerden eğitim sisteminin (öğrenci, veli, yöneticiler vb öğeler) memnun olup olmadığını ya da memnuniyet derecesini anlama gayreti içerisine girmemekteyiz.

Eğitim fakültelerinin kendi işleyişlerine bir yön verebilmeleri için eğitim sisteminde neler olup bittiğinden haberdar olmaları gerekmektedir.

Yedisi de “taşra üniversiteleri” olarak ifade edebileceğimiz üniversitelerde bulunan eğitim fakültelerindeki öğretim üyesi ve öğrenci sayılarına baktığımızda taşrada olan eğitim fakültelerinde öğretim üyesi başına 133.4 öğrenci düşerken büyük kentlerde ki eğitim fakültelerinde öğretim üyesi başına 77.8 öğrenci düşmektedir.

Türkiye’de öğretmen yetiştirme işi taşra üniversitelerine bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.

Siirt, Adıyaman, Ağrı, Kilis, Giresun, Kırşehir, Aydın, Uşak, Kilis gibi illerimize akademik kadro yeterliliği ve alt yapı sorunları çözülmeden eğitim fakülteleri açılmıştır.

Türkiye de bir yere üniversite ya da fakülte açmak bilimsel kaygılardan çok siyasi yatırım aracı olarak görülmekte ve bu bakışın ilk kurbanları da eğitim fakülteleri olmaktadır.

Bunun sorumluluğunu politikacılar kadar bu işlere araç olan “politikacı zihniyetli” akademik unvanlı kişiler de taşımaktadır.

Öğretmenlik meslek bilgisi derslerinin kaynak kitapları çoğunlukla yardımcı doçent unvanlı öğretim üyeleri tarafından yazılmakta, yazılış kaygısı da daha çok kariyer basamaklarında yükselme ve ileride alınabilecek unvana olası katkısı olarak düşünülmektedir.

Yazılanların çoğu da öncekileri tekrar etmekten öte gidememiştir.

Ayrıca durumun yayınevleri açısından bir gelir kaynağı olarak görülmesi de ayrı bir sorundur. Eğitim fakültelerinde okutulan öğretmenlik formasyonu ders kitapları birçok açıdan sorun taşımaktadır.

İstihdam alanının da diğer meslek gruplarına göre daha fazla olması nedeniyle öğretmen yetiştirmede niceliksel bir artış sağlanmış ancak nitelik yönünden bir ilerleme gerçekleştirilememiştir.

Örneğin yeniden yapılandırma sürecinin en önemli getirisi olarak ifade edilen fakülte uygulama okulu işbirliği, uygulamada yer alacak ve rehberlik sağlayacak öğretmenlerin eğitimi yapılmaksızın başlatılmış; eğitim fakültesi bulunan bazı illerimizde her yarıyıl binin üzerinde öğrenci uygulama okullarına gönderilmiş ve bu öğrencilerin durumunu izleyecek olan fakülteler dahi bunu tam olarak gerçekleştirememiştir.

“Okul deneyimi” ve “öğretmenlik uygulaması” dersleri uygulama kitabı bir çok açıdan yetersiz kalmıştır. Yapılan bilimsel bir çalışmada 2600 öğrencisi ve 95 öğretmeni olan bir ilköğretim okuluna 268 uygulama öğrencisi gönderildiği saptanmıştır.

Eğitim fakültelerinde çalışan öğretim üyelerinin (özellikle taşrada) haftalık ders yükü ortalama 30-40 saat arasındadır. Haftada ortalama 30 saat derse giren bir öğretim üyesi nitelikli öğretmeni nasıl yetiştirecektir ?

Ancak nitelikli insanlar ,nitelikli insanları yetiştirir. Eğitim fakültelerinin nitelikli öğretmenler yetiştirmesini bekliyor isek, öncelikle bu fakültelerde çalışan öğretim üyelerinin niteliğini arttırmalıyız.


Bunun için ne yapılabilir sorusunun en sade cevaplarından biri eğitim fakültelerinin öğretmenlik programlarındaki öğrenci sayılarının gereksinimler doğrultusunda gerçekçi bir planlamaya bağlanması olacaktır.

Türkiye de bir çocuğun geleceğinin ne olacağını belirlemede, o çocuğun ilkokul öğretmeninin kim olduğu anne-babasının kim olduğundan daha belirleyici olmaktadır.

Bir X öğretmeninin Anadolu’nun herhangi bir köyünde bir sınıfta öğretmenlik yapması, öğretmenlik yaptığı sınıftaki çocukların belki de yaşamlarında yakalayabildikleri en büyük şans ya da en büyük şanssızlık olacaktır.

Biz yetiştirdiğimiz öğretmenlerin, bütün çocuklarımızın en büyük şansları olmalarını sağlamalıyız.

Kendi çocuklarımızı gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz öğretmenleri yetiştirmeliyiz.

Öğretim görevlisi, Sayın Kemal Kartal , bu noktayı yaptığı bir benzetme ile şöyle açıklamaktadır:

”Baharın başlangıcında, tam da filizlerin yeni yeni kendilerini gösterdikleri dönemde bir fırtına olur. Bu fırtına şiddetli eser, buram buram eser ve Anadolu’nun pek çok yerini kasıp kavurur.

Halk, bu fırtınaya “filizkıran fırtınası” adını koymuştur. Bu fırtına taze ve gevrek filizleri kırar, ağaçlara zarar verir.

Çocukları ve gençleri bu taze gevrek filizlere benzetirsek, öğretmenlerin onlara özenle davranmalarını ve filizkıran fırtınası olmamalarını istemekteyiz
”.


Öğretmenlerimizin filizkıran fırtınası olmamaları onların hizmet öncesi öğretmen eğitimlerine bağlıdır. Filizkıran olmayan öğretmeni yetiştirici bir öğretmen eğitimi ve yapılanmasına gidilmesi artık zorunluluktur.

Öğretmen eğitimimiz, eğitim sistemimizin kanayan yarası olmaya devam etmektedir.

Halen 60 eğitim fakültesinde yetiştirmeye çalıştığımız öğretmen adaylarımızın çocuklarımızın geleceğini nasıl etkileyecekleri noktasında kaygılar sürmektedir.

Öğretmen yetiştirme uygulamalarımızın kendinden bekleneni vermesi için yapılması gerekenler vardır. Şu anki öğretmen yetiştirme uygulamalarımız bir çıkmaza doğru gitmektedir. '' (M.Üstüner )
..........

Bugünün öğretmen yetiştirme çıkmazları, yarın toplumun çıkmazları olacaktır.


“Nasıl bir eğitim” sorusunun cevabı “nasıl bir öğretmen” sorusuna verilecek cevapta saklıdır.

*Eğitim fakültelerindeki ikinci öğretim programları (özellikle taşra üniversitelerindekiler) derhal kapatılmalıdır.

*Eğer ikinci öğretime gereksinim duyuluyorsa bu programların gelişmiş üniversiteler tarafından açılması sağlanmalıdır.

*Fen-Edebiyat fakültelerimizin şu anda içine düştüğü/düşürüldüğü durum fen bilimi adına bir ihanettir.

*Bu fakültelerimizdeki ikinci öğretim programları da derhal kapatılmalıdır.

Bu programların veya üniversite düzeyinde okullaşma oranının düşük olduğu ülkemizde bir yüksek öğretim programının kapatılmasını önermek yadırganabilir.

*Ancak yüksek öğretimde okullaşma oranını artırma adına belirli mesleklerin veya bilim dallarının özellikle de öğretmenlik mesleğinin niteliğini düşürmeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi olmamalıdır.

*Yüksek öğretimdeki okullaşma oranı artışı başka öğretim alanlarında sağlanabilir.

Yoğunluklu olarak mesleki eğitim yapan fakültelerin (eğitim, tıp) okullaşma oranı adına nitelikleri düşürülemez. Ayrıca üniversite öğreniminin “ekmek kapısı” olarak görüldüğü ülkemizde, bizler öğrenci kontenjanlarını belirlerken toplumun istihdam olanaklarını da dikkate almak zorundayız.

Prof.Dr.Yahya Akyüz eğitim tarihimizden öğretmen yetiştirme konusuyla ilgili hangi dersleri çıkarmamız gerektiğini yanıtlarken şöyle özetlemektedir:

(a) Genellikle niteliğe önem verilmeyen bir eğitim politikası izlenmiştir,

(b) Eğitimin doğasına uygun kişilikte ve yapıda öğretmenler yetiştirilememiştir,

(c) Milli bilinçten yoksun öğretmenler yetiştirilmiştir,


(d) Doğaya ve çevreye karşı duyarsız bir öğretmen kitlesi yetiştirilmiştir,

(e) Toplumun büyük çoğunluğu öğretmenin çabasını desteklemeden uzak kalmıştır.

(f) Bir eğitim sorunu olarak öğretmen yetiştirme bir model, para sorunu değil, ciddi olarak ele alınması gereken Devletin temel sorunudur
.(M.E.B. 1992: 116).

.........

Bugün geldiğimiz nokta eğitim ve istihdam açısından içler acısıdır. Medyada içimizi karartan çocuk ve gençlere yönelik her türlü istismarın, devlet görevlilerinin rüşvet,irtikap gibi yolsuzluklarının ; kötü yönetilmenin ve sağlıksız yaşamın tek müsebbibi yukarıda saydığımız eğitim sorunlarına dayanmaktadır.

Niteliksiz eğitim;yasak savmacı zihniyet;günübirlik politikalar, milyonlarca gencin işsiz kalmasına da neden olmuştur.

Ara insan gücüne ve teknik elemana ihtiyacımız gittikçe artmakta iken yıllardır uygulana gelen ruhsuz ve yanlış eğitim politikaları yeni nesilleri bir açmazın içine sürüklemektedir.


Cumhuriyet'imizin ilk yıllarındaki başarılı uygulamaların'' nasılları,nedenleri ve sonuçlarını ''analiz edip ders alacak yöneticilere ihtiyacımız vardır. ''Kafalar kumdan çıkarılmalıdır '' artık !..

Yoksa, 24 Kasım'larda atılan ve atılacak olan ''Hamasi nutuklar'' la kendimizi kandırarak ''kısır döngülerde '' başı dönmüş bir toplum olarak kalıp gideriz...

............





KAYNAKÇA

Dr.Mehmet Üstüner ''Öğretmen Yetiştirme Sorunlarımız '' İnönü Üniversitesi -Eğitim Fakültesi-

İbrahim Ortaş:Çukurova Üniversitesi

Aksu, Mualla (2003) “Öğretmen Eğitiminin Bugünü ve Geleceği” Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde 2 Aralık 2003 tarihinde düzenlenen panelde yapılan konuşma. İstanbul

Akyüz, Yahya (2001) Başlangıçtan 2001’eTürk Eğitim Tarihi. Genişletilmiş 8. Baskı, ALFA Basım Yayım, İstanbul.

Akyüz, Yahya (2003) “Eğitim Tarihimizde Günümüze Kadar Öğretmen Yetiştirilmesi ve Sağlanması İlkeleri, Uygulamaları” Eğitimde Yansımalar

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..