Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '08

 
Kategori
Güncel
 

"Dişlerimle yolacağım" diyordu Mehmet Kambur’un annesi “O'nu bir görebilsem"

"Dişlerimle yolacağım" diyordu Mehmet Kambur’un annesi “O'nu bir görebilsem"
 

O acıları bilmeden büyüdük, kocaman bir ihanetin ortasında. Sırlara kadem bastırılan acıları bilip algılayamadan. Sanki yokmuş hiç olmamış gibi. Kurgusu tiksindirici niteliği ise zulüm olan gözü dönmüş kudurmuş köpek misali amok koşucusu kısa bir süre önce diyordu ki ‘aynı durum şimdi olsa elim titremeden yine aynı kararı veririm.’ Acı karanlığa bürünerek gölgelerin zevkani böğürtüleriyle birlikte yankılanırken pek çoğumuz hiçbir şey olmuyormuşçasına yaşıyorduk bu topraklar üzerinde yirmi sekiz yıl önce.

Acı akacak yer arıyordu o ürkünç dehlizlerde ve solarak cansızlaşan bedenlerden son raddede ise ölüm olarak akıp gidiyordu. Bu acı hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği türden bir acıydı. Bakış açısına göre değil acının düştüğü yere göre değişip derinleşen. İsimler var yürüyen merdivenin üstünde ardı ardına sıralanmışlar. Yürüyün diyor amok koşucuları, ‘kaderinizi belirledik sizin! Ölüm payınıza düşen’!!!. Ölüm soğuk bir rüzgar, hissedilemeyen ve dokunulamayan. Birkaç damla gözyaşı belki de.

İsimler;

Nejdet Adalı... Sedat Soyergin... Erdal Eren... Veysel Güney... Ahmet Saner... Kadir Tandoğan... Mustafa Özenç... Ethem Coşkun... Necati Vardar... Seyit Konuk... Ali Aktaş... Ömer Yazgan... Erdoğan Yazgan... Mehmet Kambur... Ramazan Yukarıgöz... İlyas Has... Hıdır Aslan... yitip gittiler.

Herhangi bir isim gibi. Çok sıradan. Okuyup geçmek ne kadar kolay bir şey değil mi bizler için?

Ama değil işte!!! kazın ayağı öğle değil başka türlü. Adice bir tezgahın rezilce bir anlayışın yaşamdan mahrum bıraktığı talihsiz kişiler, bu toprağın çocuklarından sadece bir kaçı yukarıda isimleri geçenler. Anaları, babaları ve sevgilileri vardı onların. Koklayamadan, doyamadan hoyratça koparılarak yok kılındılar bu dünyadan.

Yaşamak ne güzel bir şey değil mi bizler için?
Sakin ve de huzur içinde!!!

Değil işte, yaşamak günü kurtarmak değil işte!!! Kurtarılamayan günlerin üstüne eceliyle ölmemişlerin vebali ve gölgesi düşmüştür bu ülkenin üstünde. Bu vebal bize yetecektir akıbetimizin geleceği nokta açısından!!!

Acılarla yüzleşmek adına söylenecekler asla yeterli değil bugün için ama gerçeklerin yükü o kadar ağır ki o resim tuvaline dokunan fırçayı tutan el bir insana ait olamaz. Ona insan diyen dile ve O dile sahip olana da insan denemez!!!


Yaşı yirmi bile olmayan birini heyet önünde ağzından burnundan kan gelesiye dövdüler. Bu gelişme yaşanırken heyetteki yargıçların yüzlerinde ilkelce bir tebessüm vardı. Dövülen ve ardından yaşı tutmadığı için yaşı büyütülerek dört celsede asılmasına karar verilen kişi Erdal Erendir. Bu ülkede yetmiş milyon insanın kaç tanesi bu isme ve diğerlerine aşinadır acaba?

Bu utanç duyulacak bir olaydan çok öte bir durumdur. Bu acı ancak cellat kıvamındaki katillerinden hesap sorulduğunda bitebilir. Ve mutlaka Erdal Eren ve diğerlerinin cellat kıvamındaki katillerinden bir gün mutlaka hesap sorulacaktır. Bu vatanı kurtarmak adına atılmış bir adımdır safsatasının ardına sığınan güruha karşı onlar idam sehpalarında titremediler. Zulmün karşısında boyunlarını eğmediler.

Dedi ki: Bırak!!!

“Cellat boynuna ipi geçirmek için uğraşıyordu. ‘Bırak’ dedi, ‘Ben yaparım. Bir yerimi sakatlayacaksın yoksa’. Aldı yağlı urganı, kendi boynuna geçirdi. Sonra... 21 dakika sallandı ipin ucunda.

Evet tam yirmi sekiz yıl önce yaşanmış zulümün kapanmayan ve her daim kanayan yarasıdır bu yara!!!

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..