Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '10

 
Kategori
Kitap
 

"Masalsı kurguda, deneme tadında öyküler"

"Masalsı kurguda, deneme  tadında öyküler"
 

Adalar ve Kıtalar'ı geçen sene Nisan ayında okuyucuya sunmamın üzerinden tam bir sene geçti. Bu süre içinde çok farklı deneyimler yaşadım. Radyo'da bir programa çıkmak ve TÜYAP Kitap Fuarı'na yazar olarak katılmak bu süreç içinde beni en fazla heycanlandıran olaylardı.

Kuşkusuz bir yazar için en önemli şey okunmak. Bir adım sonrasında da okuyucunun kitapla ilgili yorumlarını merak ediyorsunuz.

Milliyet Blog'ta kitabımla ilgili artık arkadaşım diyeceğim Ruksan İldan'dan gelen güzel tanıtım ve değerlendirme yazısını okurken, buna benzer biri iki değerlendirme olur mu diye aklımdan geçirmiştim.

Ancak en ilginç olan; yıllardır en yakınımda olan kişilerin, arkadaşlarımın, akrabalarımın kitabı okuyup okumadıklarını bile anlayamadığım sessizliğiydi. Sanki böyle bir şey hiç olmamış gibi üzerine hiç konuşmamalarının da bir çeşit geri dönüş olduğuna inanıyorum artık.

Fakat yıllardır görüşmediğim bazı arkadaşlarımla sırf Adalar ve Kıtalar sayesinde yeniden çok yakın ve sıcak bir ilişki kurduğumu da eklemem gerekiyor.

Bir takım kişilerin "korsanı yok mu, kitap çok pahalı" diye okumama mazereti bildirmelerini ise tebessümle karşıladım.

Kitapla ilgili bana mail yoluyla gelmiş bir değerlendirme yazısını burada paylaşmak istiyorum.

*** *** ***

ADALAR VE KITALAR[1]

Masalsı kurguda, deneme tadında öyküler.

Ahmet Ümit ALOĞLU

Kitabın adındaki coğrafî bilgiler içeren bir tez çalışması izlenimini atlayabilir de içine bakarsanız, masalsı öğelerle kurgulanmış, deneme tadında öykülerle karşılaşırsınız. Düşle gerçeğin harmanlandığı, dünyamıza dair; ama dış dünyamızın kıskacındaki iç dünyamıza ayna tutan öyküler.

Yazın dünyası, insanın bunalımını, yabancılaşmasını, aldatılmayı, aldatmayı, aldanmayı, sevmeyi, sevilmeyi ve sevilmemeyi, dünyamızın sorunlarını, bunların insana etkilerini, aydınlanmayı, çevre sorunlarını, sınıfsal sorunları… ne zamandan beri tartışıyor, daha nice yıllar tartışacak? Kim, şöyle ciddi bir süre düşünmeden, bir düşünür, bir filozof bile olsa, insanların üretip diğer insanların yararlanmasına sunduğu, hepsinin de insanoğluna yararlı olmak amacıyla ürettiği düşünce sistemlerinin adını bir çırpıda sayabilir. Vazgeçtim saymasından, sayısını söyleyebilir? Bu sistemlerin, bu düşüncelerin etkisinde gelişen siyasal sistemler, ekonomik yapılanmalar değil mi bizi bugünlere getiren?

Şöyle bir bakınca neredeyse yaşanmaz hale gelen, yarınlarımızın sahibi gençlerimizin yaşayamayıp yolda belde pat pat düşüp öleceği korkusu, birçoğumuzun yüreğini burkmuyor mu bugün? Tek değerler kaynağı varlığımız, insanlığın henüz seçeneksiz yaşama alanı olan bu dünya, elimizin altından kayıp gitmiyor mu “Adaları ve Kıtaları”yla… Böyleyken kim, canına siner yaşayabilmektedir dünyamızda; hangi zengin, hangi fabrikatör, hangi esnaf, hangi fakir, hangi asker, hangi memur, hangi sivil…?

Uzay Gökerman, bu ilk yapıtındaki on dört öyküsünde bize bizi ve dünyamızı anlatırken benzerine pek az rastladığımız bir yöntem kullanıyor: Bizi zamansızlaştırıyor. “Zaman” olmayan bir zamanda seyreden olayları, oluştukları anın içinde izlerken, kavramaya çalışırken bir başka zamanda olduğumuzun ayırdına varıp şaşırıyoruz. Bu üç boyutlu zamanın an, olayların yaşandığı zaman ve bunların bilinçaltında biçimlenirken kazandığı zaman olduğunu söyleyebiliriz. Bu karmaşık zaman süreçlerinin içinde oluşan olayları ve oluşum zamanlarını, zamansal faklılaşmalarını algılamaya çalışırken kendimizi bir düşünce ambarında buluyoruz ki Uzay Gökerman öykülerini “deneme” tadına taşıyan yan, burasıdır. Öykünün içinde deneme tadı… Tam düşünce düzleminde fikirler edinirken bunların doğuş ve yaşayış ortamını algılamaya çalışırken bu kez de karşımıza tarihin gerçekleriyle masalın, düşün, akıl alamaz rastlantıların zenginlikleri çıkıyor; geçmiş, hal ve gelecek böylece iç içe kendi koşullarında yaşarlık kazanıyor; bazen polisiye bir damak tadı bile vererek…

Öykü, belki sözcük kullanımında tasarrufu gerektiren bir türdür. Belki Uzay Gökerman böyle bir kaygı duymuyor. Belki alıştığımız şu yazın dergilerinde adına sık rastladığımız öykücülerimizin öykülerine pek benzemiyor Uzay Gökerman’ın öyküleri; ama böylesi de az yetişiyor. Çünkü onun öykülerinde yazarın kendi yaşamı içindeki gerçeklerle düşlerin savaşında okuyucu kendi kavgasını, kendi geçmişiyle düşlerinin, kurgulamalarının hesaplaşmasını, yarınını kurmaya çalışırken cesaret edemediği atılımları görüyor, imreniyor, hatta yaşama karşı yürekleniyor. Çoğunlukla umutla karamsarlığın atbaşı gittiği bu öykülerde yazar, yaşama hırsının, yaşama bağlılığının savaşını da yansıtıyor bize ki yazın dediğimiz insan uğraşısının temeli bunu yakalamayıp insanlığa sunmak değil midir?

Ben kendi adıma keşke daha gençlik yıllarımda okusaydım bu öyküleri diye mırıldanan sesimi duydum kaç kez.



[1] ADALAR VE KITALAR, Uzay Gökerman, Cinius yayını, İst. 2009

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..