Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '12

 
Kategori
Magazin
 

"Yağma yok, Telif var"

"Yağma yok, Telif var"
 

Bir süredir gündemi meşgul eden Ata Demirer ve Ferdi Tayfur tartışmalarıyla ilgili (Okumak için tıklayın) yazdığım blogu okuyanlar bilirler.

Gündemde bu tartışmalar olurken dikkatimi çeken konunun iki tarafı ve magazin medyasından başka konu hakkında konuşanın olmamasıydı. Oysa bu konunun uzmanları var ve meslek odaları var. Onların da elbet söyleyecekleri var. Kaldı ki onların sözleri hepsinden daha önemli olmalıyken ne hikmettir ki meslektaşlarım onlara mikrofon tutmadılar.

Bu konuyu önemsediğim için bu uzmanlara ulaşıp onların fikirlerini aldım.  Fikri Mülkiyet Hukuku ve Haksız Rekabet alanında hizmet veren, bu konuda bizlere pek çok eserde kazandıran Av. Dr. Cahit Suluk, yine telif konusunda önemli çalışmaları olan Av. Abdullah Egeli ve SENDER adına SENDER yönetim kurulu üyesi Bilal Babaoğlu beni kırmayıp sorularımı cevapladılar.

Bu konuda hizmet veren diğer derneklere de ulaştım. Ancak onlar konunun tarafı olmak istemediler. Oysaki bu çalışmayı yaparken amacım konuya taraf aramak değildi. Sadece ve sadece magazin basınında çıkan ve bazı köşe yazarlarımızın telif eser konusuna küçümser bakış açısına karşı oluşan yanlış algıya bir açıklık getirmekti. Zira telif meselesi küçümsenecek bir durum değil aksine önemsenmesi gereken ciddi bir konudur.  İsterdim ki bu konuda çalışmaları olan her derneğinde aynı şekilde telif meselesi konusunda ki kesin duruşlarını sergileyerek konuya açıklık getirsinler. Yine de kendilerine bu sayfada söz hakkı tanıdığımı bilmelerini isterim eğer açıklamaları olacaksa ben de yer vermeye hazırım.

Ve kamuoyunda ki yanlış algıyı düzeltmek adına çalışmama destek veren Sayın Cahit Suluk’a, Abdullah Egeli’ye,  SENDER’e ve onlar adına açıklama yapan SENDER yönetim kurulu üyesi Bilal Babaoğlu’na tekrar teşekkür ediyor yaptığım o röportajı sizlerle paylaşıyorum.

Soru:  Ata Demirer- Ferdi Tayfur arasında ki senaryo tartışmalarında durum öyle bir hal aldı ki başta Ata Demirer olmak üzere birçok ünlü köşe yazarı edebiyatta 20-30 konu var bu konular üzerinden eserler yazılır benzerlik olması doğaldır şeklinde bir yaklaşım içindeler. Özellikle Ata Demirer bütün öykülerin daha önce yazılmış olduğunu söylüyor.

Bu durumda telif hakkı diye bir kavram olmayacak mı? Ya da nasıl yorumluyorsunuz bu olayı?"

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Bu yaklaşım bizi hem doğru hem de yanlış sonuca götürebilir. Nasıl yaklaştığınız önemli. Elbette herkes aşk motifini romanında, hikâyesinde ya da filminde işleyebilir. Aşk motifi ya da dram motifi kimsenin tekeline bırakılamaz. Ancak hiç kimse benim hikâye örgümü alamaz, roman kahramanımı kendi kitabında veya filminde kullanamaz. Aksi halde telif ihlali olur.

Cevap (Av. Abdullah Egeli): Bu olayla ilgili gerçekçi bir yorum yapmak için Ferdi Tayfur’un onaylı yani Ata Demirer’in filminden önce yazdığını ispat eden senaryo metni ile Ata Demirer’in filminin ve senaryosunun incelenmesi ve karşılaştırılması gerekmektedir. Bu incelemenin senaryo konusunda uzman kişilerce yapılması gerekmektedir.

Genel konular olabilir zengin kız fakir erkek filmi ya da doğuda yaşayan bir aşiret ailesinin filmi gibi ya da Hürrem sultan hikâyesi ya da güneydoğuda yaşanan olaylar ile ilgili dizi ve hikâyeler olabilir.

Bu yönlerden senaryolar birbirine benzeyebilir

Burada önemli olan senaryonun özgünlüğü ve olayların akışı ve senaristin yarattığı edebi tiplemeler karakterler ve senaryo içindeki orijinal hikâyeler ve olaylardır.

Senaryo aşırmasından söz etmek için özgün bir senaryonun yukarıdaki esaslarının alınarak fikri bir emek harcamadan benzerinin yapılması ile ortaya çıkar

Bu konuda bir hukukçu olarak konuşmak için öncelikle uzman kişilerin senaryoları incelemesi gerekmektedir.

Soru: Ata Demirer’in bu yaklaşımına karşın kendi senaryosu olan "Lambalı Saz" adlı film senaryosunun başına gelenleri açıklamak zorunda olduğunu ifade eden Tayfur, "Bu senaryodan esinlendik falan diyorlar. Benim bildiğim, çıkmış bir eserden esinlenilir. Halkın önüne çıkmamış bir eserden tek bir satır bile alamazsınız. Çünkü o bir emniyet suiistimalidir" diyor.

Esinlenme ile kopya hukukta hangi çizgiden itibaren ayrılıyor? İlgili

davada hakimin inisiyatif kullanma özgürlüğü var mıdır, varsa ne boyuttadır?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Ferdi Bey, dersini çalışmışa benziyor. Söylediği gerçekten de doğru. Şöyle ki; bir eser kamuya sunulmamışsa, o eserden üçüncü kişiler hiçbir şekilde yararlanamaz. Oysa sahibinin rızasıyla kamuya sunulmuş (alenileşmiş) bir eserden, Yasanın öngördüğü şartlar dahilinde üçüncü kişiler yararlanabilir. Örneğin, bir kitap alenileşmişse atıf yapmak kaydıyla o kitaptan bazı alıntılar yapılabilir. Yine bir eser alenileşmişse, bu eserden şahsen kullanım için çoğaltma yapmak kural olarak serbesttir. Özetle, alenileşen eser ile hala sahibinin gizli alanında kalan (alenileşmemiş) eser bakımından farklı hukuki rejim kabul edilmiştir. Ferdi Bey, buna dikkat çekiyor ve bu doğru.

Esinlenme ve intihal sınırını belirleme kolay değildir. Her somut olayda bu durum değerlendirilir. Bu da sübjektif yorum demektir. Ancak şöyle bir ölçüt verilebilir: bilimsel bir çalışma (örneğin, bir fen veya hukuk kitabı) ile bir edebi eser (hikâye, roman gibi) bu açıdan farklılık gösterir. Bilimsel eserde, eser sahibinin biçimlendirme alanı sınırlıdır. Herkes hukuktaki iyi niyet kuralını az çok birbirine benzer şekilde tarif edecektir. Buna karşılık aşk motifini kullanarak herkes birbiriyle alakası olmayan pek çok hikâye veya roman yazabilir, senaryo oluşturabilir. Zira edebi alandaki yazarın biçimlendirme alanı çok daha geniştir. Bu yüzden sonra gelen yazar, önceki edebi eserdeki karakter ve olay örgüsüne oranla daha fazla eserine mesafe koyması gerekir. Bu mesafe, bilimsel esere göre çok daha fazla olmalıdır. Aksi halde intihal vardır.

Türkiye’de biz daha işin başında olduğumuz için bu detay konularda insanları çok rahat intihal ile suçlayabiliyoruz. Ya da gerçekte intihal olmasına rağmen zaten bütün romanlarda aşk, dram, hüzün vb. motifler vardır diye kolaycılığa kaçıyoruz.

Cevap (Av.Abdullah Egeli): Yukarıda da belirttiğimiz gibi esinlenme olabilir ancak esinlenmenin ölçüsü vardır buda uzmanların incelemesi ile ortaya çıkacaktır. Kopya ise senaryoyu önüne alıp bir kısım değişiklikler yapar. Ahmet’i, Ali, Ayşe’yi, Fatma olayın geçtiği yeri Ankara yapar ama siz onun asıl senaryodan kopya olduğunu açık bir şeklide görebilirsiniz.

Bu bir teknik konudur hâkimler uzmanların görüşüne göre hareket eder.

Soru: Bir eserin özgün eser olması için hangi kriterleri taşıması gerekir.

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Türk hukukunda bir çalışmanın eser olabilmesi için hususiyet taşıması gerekiyor. Sahibinin hususiyetini/özelliğini/parmak izini taşımayan çalışma eser değildir. Hususiyet nedir sorusunun cevabı oldukça karmaşıktır. Sizler gazeteci olduğunuz için bu kadar detay bir konuya burada girmek istemem. Bir ipucu vermem gerekirse, yukarıda sözünü ettiğim biçimlendirme alanı burada da karşımıza çıkıyor. Şöyle ki, eser sahibinin, biçimlendirme alanı genişse kendisinden o çalışmaya çok şey katmasını bekleriz; bu alan darsa o zaman daha az şey katarak çalışmanın sahibi, o çalışmaya hususiyetini katmış demektir.

Bu bağlamda şunu da ilave etmeliyim ki, hususiyet çıtası hukukumuzda yüksek tutulmamıştır. Sıradan olmayan çalışmaların hususiyet taşıdığı kabul edilmektedir. Bu bağlamda hikâye, roman vb. çalışmalar eser olduğu gibi bir gazetedeki köşe yazısı da eser kabul edilmektedir. Hatta bir yemek kitabının veya bir şirketin katalogunun da hususiyet taşıyabileceği kabul edilmektedir. Fakat somut olaya bakılacaktır.

Cevap (Av. Abdullah Egeli): Bir eserin özgün olması için sahibinin hususiyetini taşıması ve orijinal olması, bir fikri çaba ve emeğin ürünü olması gerekmektedir. İki eser arasındaki fark ayrıntılarından ortaya çıkacaktır.

Fikri hukukta korunan şey fikir değil fikrin somuta dönüşmüş halidir. Yani bir yazar ben Almanya’da yaşayan bir adamın hikâyesini yazacağım, bu benim özgün fikrimdir, bundan böyle kimse bu tür bir hikâye ya da senaryo yazamaz diyemez bu nedenle ortaya çıkan ürünlerin karşılaştırılmasından sonra konuşmak daha hukuki olur.

Soru: Kadın Yazarlar Derneğinin başlatmış olduğu imza kampanyasına göre özgün eser taahhüdü koşulu yerine getirilirse bu konuda eser hırsızlığının önüne geçilebilinir. Özgün eser taahhüdü koşulu eser görücüye çıkmadan uygulana bilir mi? Ya da gerekli midir? Koruyucu olabilir mi? Bu kampanya hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Özgün eser taahhüdü zaten TV kanalları tarafından uygulamada isteniyor. Yine kitaplara bandrol alınırken de buna benzer taahhütler veriliyor (Bkz. http://www.yayfed.org/index.php/website/content/9)

Ancak bu tür taahhütlerin ihlali/gerçeğe aykırı verilmesi ayrıca yaptırıma tabi kılınmadıkça bunlardan sonuç alınamaz. TV kanalları, bu taahhütlere aykırılığın tespitini cezai şarta bağlıyor ve bu bir yaptırım. Bu yönüyle de caydırıcı bir işlevi var. Burada belki yasaya bir hüküm konularak, özgün eser taahhüdüne aykırılık özel bir yaptırıma tabi tutulabilir. O zaman bu taahhüt bir anlam kazanır. Aksi halde bir anlamı olmayacaktır. Çünkü içinde yaşadığımız toplum ne yazık ki, taahhütlerine riayet eden, etik kuralları içselleştirmiş bir toplum değil.

Soru: Ülkemizde telif yasasının eksiklikleri var mıdır ya da nelerdir?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk):Telif yasasının neresinden tutarsak elimizde kalıyor. Yetkililere her defasında söylediğimiz gibi elimizdeki yasa yamalı bohçaya döndü. Bugüne kadar 6 kez değişti; bugünlerde 7. Değişikliğe hazırlanıyoruz. Yasaya yapılan her müdahale, işi biraz daha zorlaştırıyor. Çünkü yapılan yeni çalışmalar ve revizyonlar özensiz hazırlanıyor.

Bu konuda söylenecek söz şudur: Ülkemizde kültürümüzün ve buna bağlı olarak kültür endüstrisinin gelişimi isteniyorsa bir an önce bu yasa TAMAMIYLA SIFIRDAN YAZILMALIDIR. Yasada yapılan tamiratlar işi daha kötüye götürüyor çünkü.

Cevap (Av. Abdullah Egeli):Yasa zaten özgün eseri korumakta olup uzman mahkemeler vardır. Bu konuda uygulamada eksiklikler olsa da bence sistem düzgün işlemektedir.

Soru:Davaların uzun sürmesi ve cezaların caydırıcı olmaması sizce eser sahiplerini hangi ek önlemler almaya itmelidir?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Zor bir soru. Her alanda olduğu gibi telif alanında da davalar uzun sürüyor. Cezalar çok ağır olduğu için hâkimler, bu cezaları telif davalarında uygulamamak için dokuz takla atıyor.

Hak sahipleri, hukuki ilişkiye girdiği yayınevi, TV kanalı vb. yayıncı ve kullanıcılarla yapacağı sözleşmelere dikkat etmelidir. Hangi hakları verdiğini, hangilerini kendinde saklı tuttuğunun bilincinde olmalıdır.

Yine hak sahipleri, eserinin bir başkası tarafından sahiplenilmesini istemiyorsa noter beyanı yaparak eseri kendisine bağlamalıdır. Bu durum özellikle TV program formatları ve senaryo gibi hususlarda geçerlidir.

Cevap (Av. Abdullah Egeli):Eser sahipleri mutlaka eserlerini kayıt altına aldırmalıdır. Bunu çok ucuz bir şekilde TELİF HAKLARI VE SİNEMA MÜDÜRLÜĞÜ nezdinde tescil ettirebilirler. Davaların uzun sürmesi ve tazminatların düşüklüğü bir problem olup bunu da artık yargı kendi içinde halledecektir.

Soru: Tüm bu gelişmelerin olgunlaşması için sizce ne kadar daha bir zamana ihtiyaç vardır?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk):  Bu bir kültür meselesi. Kısa vadede iyimser olmamak gerek. Bugün en çok ihlal başta internet mecrası olmak üzere medyada yaşanmaktadır. İnternet mecrasında orman kanunları geçerli. Medya mensuplarının, yani mürekkep yalamış insanların bu kural tanımazlığı karşısında diğer insanları nasıl suçlayabiliriz? İmam-cemaat hikâyesi yani.

Cevap (Av.Abdullah Egeli): Bu tür problemlerin yoğunluğu 2000’li yıllardan itibaren artarak devam etmekte ve uzman mahkemeler kanalı ile yine meslek birlikleri aracılığı ile çözülmeye çalışılmaktadır.

Soru:Son olarak görünen tabloya bakarak Ata Demirer -Ferdi Tayfur konusu için bir uzman olarak ne söylerdiniz?

Cevap (Av. Dr. Cahit Suluk): Senaryoyu görmeden hiçbir şey söyleyemem. İlk olarak intihal gibi hassas bir konuda bilgi sahibi olmadan ahkâm kesmek olmaz. Çok ağır bir suçlama çünkü. İkinci olarak, eserlerin bilinmesi gerekir. Her iki eser objektif kriterler çerçevesinde karşılaştırılmalı ve ona göre bir sonuca varılmalıdır. Bu çerçevede benzerlik var mı yok mu? Varsa bu benzerlik neden kaynaklanmıştır?

Acaba fikri ürünü yaratanın, serbest biçimlendirme alanı var mıdır?

Fikri üründe, genelin üstünde bir özellik var mıdır?

Fikri üründe, amaca uygun olanın üstünde bir özellik var mıdır?

Bu sorular çerçevesinde yapılacak inceleme bizi doğru ve adil bir sonuca götürecektir. Karşılıklı atışmalar bizi bir yere götürmez.

Cevap (Av. Abdullah Egeli): Hukukçu olarak iki eserin karşılaştırılması yapılmadan afakî konuşmak bence herkese zarar verir. Önce uzmanlar karşılaştırsın sonra biz üzerine hukuki yorum yapabiliriz, Sayın Oya Tekin.

Her iki tarafın konuşmalarından ziyade bu işin mahkeme önüne taşınması gerekmektedir. Ferdi bey gidebilir ama dava açmaz ise Ata Bey muarazanın meni davası açarak kendisini aklayabilir. Çünkü Ferdi beyin senaryosu ortada yok galiba inceleme imkânı yok bu nedenle konuşmak erken olur.

SENDER ( Senaryo Yazarları Derneği) ise konuyla ilgili sorularıma genel bir bakış açısıyla açıklama yapmayı uygun buldu.

SENDER yönetim kurulu üyesi Bilal Babaoğlu’nun  o  açıklama ise aynen şöyle;

Ben SENDER yönetim kurulu üyesi bir senaristim. Biz sizin talebinizi Derneğimiz
içinde tartıştık.

Öncelikle meseleye telif hakları ve eser sahipliği hukuku çerçevesinde baktığınız için teşekkür ediyorum.

Öncelikle şunu kesin olarak söyleyebiliriz eser sahipliği meselesi kesinlikle mahkeme
kararıyla tespit edilebilir. Bu konuda herhangi bir senarist ya da meslek kuruluşu bilirkişi değil, ancak kanaat önderi olabilir.

Eser sahipliği meselesi mesleki olduğu kadar hukuki bilgi ve tecrübe gerektirir. Bu konu muğlâk, karmaşık olduğundan değil, çağdaş hukukta yasa koyucu sanata ve sanata gösterdiği özenden ötürü ÖZENLİ ve TİTİZ davranmıştır. Hukukun fikir ve eser sahibine gösterdiği özeni tüm sanatçılarımızın ve sanat eserini işleyenlerin de göstermesi gerekir.
 

Biz bu gibi konularda genel görüş olarak "yağma yok, telif yasası var" diyoruz.

Ata Demirer ve Ferdi Tayfur arasında cereyan eden mesele ve daha evvel benzeri durumlar göstermiştir ki eser sahipliği konusunda titiz ve dikkatli olmak zorundayız. Çünkü telif yasası eser sahibinin haklarını güvence altına almıştır.

Telif hukuku oldukça kapsamlı bir hukuk alanıdır ve yakın zamanda özel ihtisas mahkemelerinin kurulması gerekecektir. Konu bu kadar incelikli ve kapsamlıyken gündelik
bilgilerimizle akıl yürütmelerimizle bir eserin özgünlüğü, eser sahipliğinin tescili kolay iş değildir ve sorumluluk gerektirir.

 

Değerli sanatçılarımızın bu konuya hak ettiği özeni göstermelerini rica ederiz. Hal böyleyken köşe yazarlarının, program yapımcılarının, bazı sanatçıların " e her benzerlik çalıntı mıdır, olur mu öyle şey" zaten temel altı hikâye var, her hikâye bunların versiyonudur gibi
ifadeleri bilgisizlikten özensizlikten kaynaklanır.

Berlin Kaplanı senaryosu Ferdi Tayfur'un mu yoksa Ata Demirer'in midir?

Cevap: Bilemeyiz. Bunu bilebilmemiz için iki senaryoyu ya da senaryo hikâyesini karşılıklı incelemek ve hangisinin daha evvel yazıldığına dair delilleri de biliyor olmamız gerekir.

Bunları biliyor olduğumuz halde bile bu konuda görüş belirten senaristin görüşü ancak kendisini bağlar. Tekrar “yağma yok telif  var” diyorum. Her iki değerli sanatçımıza da konuyu mahkemeye taşımalarını tavsiye ederim.

Konunun içinde olanların cevapları böyle. Bu değerli ve önemli cevaplardan sonra benim yorum yapmam doğru olmadığı için yorum yapmayacağım. Tek söyleyeceğim şu olabilir SENDER gibi “ yağma yok, telif var.”

oyatekin@gmail.com

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.)Bu özel bir röportaj olduğu için kaynak gösterilse dahi izin almadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..