Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '12

 
Kategori
Öykü
 

100 çocuk 100 hikaye... Altıncısı: Oradan kalk, orası benim öğretmenimin yeri!..

Çocukların, hele de ilkokul çocuklarının öğretmenlerine olan sevgileri toprağın yağmuru; yağmurun da toprağı ve gene  toprağın  çiçekleri, çiçeklerin de toprağı sevmesi gibidir. Toprak yeşile bezenir küçücük fidanların büyümesiyle... Toprak yediveren renk okyanusuna dönüşür, çiçeklerin toprağı sarmasıyla... Yağmur, bu güzelliklerin yaşamasını sağlar... Güneş, tüm renkleri gösterir bizlere...

Öğretmen toprak olur, çocuklar onu saran çiçekler...

Çocukların; öğretmenlerine "öğretmenim" demeleri, sevgi çocuklarının annelerine en içten duygularla "anneciğim"  veya babalarına "babacığım" demelerine benzer... Büyürler çocuklar, bir zaman sonra anne ya da baba olurlar; bu uzun süreçte öz anne ve babalarını unuturlar belki, ama iyinin iyisi öğretmenlerini asla unutmazlar...

Taht kurar öğretmenler; o şirin yüreklerde, yaşar sevgi sonsuzluğunda...

Öğretmen olduktan sonra ilk beş yıl ilkokul öğretmenliği yapar Ateş Demirci. Meslek hayatını müfettişlikle tamamlar; kırk bir yıl, bir ay ve on bir günün sonunda... Şimdi rüyalarında otuz altı yıllık müfettişliğinden birşey göremezken, sadece beş yıl okuttuğu, yıllar öncenin o çocuklarını görür rüyalarında...

Halen çalışmakta olan veya emekli olan meslektaşlarına anılarını anlatır artık:

"Hiçbir öğretmene ceza verilmesinden yana olmadım. Görevlerinde başarılı olmalarına destek oldum. Korudum, kolladım, yönlendirdim. Kolay yetişmiyor öğretmen, daha iyiye doğru yeetişmelerini istedim, bunun için çabaladım."

Başka bir gün, bir diğer meslektaşına anlatır bir anısını daha:

"Okulun birinde birinci sınıfları denetliyordum. Sınıfa girdim, öğretmeni selamlayarak kendimi tanıttım, çocuklara da "Günaydın!.." diyerek, öğretmen masasına yöneldim ve öğretmenin sandalyesine oturdum. Sınıf defterinden başlayarak evrakları inceliyordum ki, bir öğrenci, bir elinde sipsivri ok gibi kurşun kalemi olduğu halde ve bir eli de yumruk sıkımlığında olacak şekilde, sert bakışlarla gelip karşıma dikildi:

-Oradan kalk!.. Orası benim öğretmenimin yeri!.. dedi."

"Bir an tereddüte düştüm, ne yapacağımı şaşırdım, çocuğa cevap bile veremedim. Aldım evrakları, geçtim arkada boş bir sıraya oturdum, orada evrakları inceleyip, imzaladım."

Sınıflarda eskiden derme çatma masalar olurdu. Yanında ya da arkasında  bir evrak veya kitaplık dolabı. Şimdilerde masalar daha sağlam ve modern, kimi sınıflarda da sandalye yerine koltuk var. Şahsen ben kendim eski masaları ve klasik sandalyeleri tercih ettim. Öğrenci sıralarının da o klasik demir iskeletlisini ve her yanı tahta olanlarını severim.

Öğretmen masası veya öğretmen kürsüsü diye nitelenen bu masalar, birer makam masası değildir. Yazı işlerini, ödev kontrollerini bu masalar üzerinde yapar öğretmenler. Çoğu öğretmen de oturmaz zaten, hep ayakta ders anlatır.

"Oturan öğretmen, öğretmen değildir" diyen ak saçlı çok meslektaşımla karşılaştım, meslek hayatım boyunca...

Birinci sınıf çocuğu, elindeki ok gibi kalemiyle, yumruğu ve sert bakışlarıyla nasıl koruyor öğretmenini ve sahip olduğı makamı:

-Oradan kalk!.. Orası, benim öğretmenimin yeri!..

Öğretmenin yeri gerçekte ne orası, ne başka yer!.. Ne masa, ne sandalye!.. Ne sınıfların o upuzun koridorları, ne sınıflar ve ne de öğrenci sıraları!..

Öğretmenin yeri; öğrencinin, yüreğidir..

Öğrencinin yüreğinde yer almaktır asıl önemli olan...

Gerçek öğretmenin yeri, öğrencinin yüreğidir; makamı, mevkisi orasıdır öğretmenin!..

Bunu başarmak gerek, ama hiç de kolay değildir...

 

 

 

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..