Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '07

 
Kategori
Anılar
 

12 Eylül öncesinde öğretmen olmak... (1)

12 Eylül öncesinde öğretmen olmak... (1)
 

Lise yıllarımda, edebiyat öğretmenim, tüm tavırlarıyla, temiz giyim ve kuşamıyla bizlere yaklaşımıyla tam bir insanlık modeliydi.

Not yazdırırken kunduralarının gıcırtıları adeta fon müziği gibiydi.

Hele ses tonu, şiirleri yorumlaması; sunumu enfesti. Hepimize ideal bir örnek olmuştu.

Evet… Ben de… Edebiyat Fakültesine girmeliydim ve onun gibi bir öğretmen olmalıydım.

Ailem subay olmamı istiyordu. Ama ben Edebiyat Fakültesini çoktan tercih etmiştim.

Mezuniyet coşkusunu tam olarak yaşayamadan, kendimi tayin kura’larının çekileceği salonda bulmuştum.

Heyecanımız doruktaydı.O zamanlar bilgisayar çekilişi henüz yok.Elimizi bir torbaya daldırıyoruz…çekiyoruz..ne çıkarsa bahtına…

Sıra bana gelmişti… Attım elimi torbaya…

Türkiye’min tüm okulları elimin altındaydı. Elim titriyor… Çektim…

Kalbimin atışlarını hissediyorum… Tombala fişi gibi bir karton üzerindeki yazıyı zor okudum…

''Digor Lisesi Edebiyat Öğretmeni… '' Hayatımda, mahcubiyet ile heyecanı hiç bu kadar yakından hissetmemiştim…

Heyecanım malum… Ama mahcubiyetimin nedeni: Digor...Bu ilçenin adını ilk kez duyuyordum...

Evet… Neredeydi bu Digor? Kur’a fişinde de nereye bağlı olduğu yazmıyordu.

Utana sıkıla daktilo memuruna sordum : ’’- Abla, Nerede bu Digor?’’

Kızcağız mahcup.. Dudağını büktü. Demek ki o da bilmiyordu...

Kararname yazacak; ama hangi ile bağlı olduğunu belirtmemişler… O da ayrıca ağlamaklı oldu mu? Al gözüm seyreyle…

Düştük meşhur bürokrasi çarkının içine …Bayan, kalktı ve ileriki masada oturan’’ nur yüzlü’’ müdüre sordu…Geldi, oturdu ve yazmaya başladı..

''Kars İli, Digor ilçesi Kaymakamlığına …'' Anlaşılmıştı… Derin bir nefes almıştım.

O anda, tüm Karslılar benim hemşerim gibiydi.

Tam işlemlerim bitmek üzereyken, arkamdan gelen kalın bir sesle irkildim.

Doğu şiveli tok bir ses:

"Digor’u çeken kim ?’’

"Benim” dedim …biraz ürkek..

O dönemlerde anarşi yoğun..Acaba Digor’u çekmek suç muydu ki böyle sert edayla soruluyordu”.

''Benim, buyur kardeş ” dedim.

İri kıyım arkadaş meğer benimle o gün kur’a çeken bir öğretmen adayıymış…

Kendisi Digorluymuş…Yeni mezun Edebiyat öğretmeni olarak kura’da E… ilçesini çekmiş.

Ancak Digor’da eşi ve çocukları varmış…Beşik kertmesiyle henüz çocukken evlendirilmiş garibim…Becayiş yapmamız için “ricaya” gelmişti..

Benim için” E…”ile Digor’un bir farkı yoktu. Ülkemin her yerinde göreve taliptim nasıl olsa…

Seçme lüksüne sahip imtiyazlı biri de değildim ki...

Hemen kabul ettim. Becayiş sonrasında belgelerimi aldım.

Artık resmen devletin anlı şanlı edebiyat öğretmeni olmuştum.

Ankara sokaklarında yürürken sanki herkes bana bakıyordu...

Üç günlük mehil iznimi kullandım. Annem ve babamla vedalaştıktan sonra yola koyuldum.

Dereler, tepeler, şehirler, köyler geçtik…İki günlük yorucu bir yolculuktan sonra, görev yerime gelince tüm yol yorgunluğum geçmişti…

İlçenin vasat bir oteline yerleşiverdim...Adını çok savmiştim :''Hotel Ankara...''

Hava soğuktu...Otel de buz gibiydi...

Geceliği 5 lira...Isınmak için, bir adet odun kütüğü de 5 lira ?.. Yani gecelik 10 lira vermem gerekiyordu...

Gerçek yaşam başlamıştı...Baba ocağının ''lüksü''bitmişti artık...

Ağır ve bezdirici bürokratik işlemlerden sonra, kendimi görev yerim olan, lisede bulmuştum...

Öğretmenlikle öğrencilik arasında garip duygular yaşıyordum.

Yörenin tüm güzellikleri ve büyüleyici manzaraları sınıfların içine kadar giriyor, içimi ısıtıyordu.

Halk konuksever, öğrenciler ise cana yakın ve çok sevimliydiler...

Kısa sürede okuluma alıştığım gibi yoğun biçimde, spor ve kültür etkinliklerinde görevler almaya başlamıştım...

Öğrenciler ve öğretmenler gayretli , okulda harika bir kardeşlik havası esiyordu.

Aman huzurumuz bozulmasın diyorduk.

Hele bir öğrencim var ki Abdullah zeki..cin gibi..sevimli mi sevimli..Tam bir kitap kurdu ..Ama yoksul mu yoksul…

Okul dışındaki kalan zamanlarında lokantada garsonluk yapıyordu.

Tüm öğretmenler o lokantanın abonesi olmuştu… Abdullah’ın sevgisiyle patronun da ağzı kulaklarındaydı…

Abdullah, müşterilerden kalan gazeteleri topluyor, okuyor; ertesi gün sınıfta tüm ülke ve dünya haberleri emrinizde…


Abdullah’ı “tıklatmanız”…konuşturmanız yetiyor…''Aman nazar değmesin'' diye dua ediyordum...

Her şey o kadar güzel, neşeli ve huzurluydu ki…Ama ülkenin hiç huzuru yoktu...Anarşi tırmanıyordu...

Tek korkumuz, sevimli baba müdürümüzün görevden alınmasıydı.

Çünkü ülkede anarşinin yanı sıra , siyasi komplolar o kadar yoğundu ki …

Öğrenci olayları , direnişler…Sıkı yönetimler…Olağanüstü haller…Müthiş bir kardeş kavgası vardı.

İki yılda bir değişen iktidarlar… Adama göre, siyasete göre yapılan atamalar nedeniyle , huzurlu kurumlara her an nifak sokulabilirdi, düzenimiz her an bozulabilirdi.

Çoğu genç öğretmenlerden oluşan okulumuzun, tecrübeli ve liyakatli “baba” müdürümüzü kaybetmek istemiyorduk.

Başarılı bir orkestra şefi gibiydi… Tam bir yöneticiydi…Herkesin üzerine titriyordu..

Evet… Evet… İşte o korktuğumuz şey, bir yıl sonra bizim de başımıza geldi.

Değişen iktidarın yandaşları, liyakate bakmadan, kendilerine yakın birisini müdür olarak göndermişler, ”babamız”a da ''Sürgün ''olmak nasip olmuştu...

Baba, bu sürgünü içine sindirememiş, emeklisini istemişti ve o gözyaşları içerisinde bizlere veda ediyordu.

Bir eğitim çınarı yıkılmıştı. Artık, yeni müdürün yandaşları, dama taşı gibi yerleştiriliyor..ve…hatta en üzücü olanı öğrenciler, siyasi bölünmelerle tahrik ediliyordu.

”Yapmak ne kadar zormuş meğer… Yıkmak bir anda mümkün…”Artık sosyal etkinliklerin yerini dargın bakışlar almıştı. Düşman kamplar ''Çadırlarını '' kuruyorlardı...

Müzikle, tiyatroyla, şiirle uğraşanlar, sporsever öğretmenler; laboratuarda sabahlayan eğitmenler sırasıyla”gönderiliyordu”.

Aileler parçalanıyor. Derslerin çoğu boş geçiyordu. Tabi ki boş öğrenci huzursuz ortamda birbirine sataşmaya başlamıştı bile… Ufak tefek kavgalarla tehlike” geliyorum” diyordu.

Kötü niyetli senaryo uygulanmaya başlamıştı bile… Benim gibi “acemi” öğretmenlere” ne hikmetse” pek dokunmuyorlardı.Ama , ”Aba altından da değnekler de gösteriliyordu.”

Bir gün…evet…İşte o kara gün gelp kapımıza dayanmıştı…

Sabahleyin, içimde o güne kadar pek hissetmediğim bir sıkıntı ile okulun yolunu tuttum…

Sanki bu gün kötü bir şeyler olacak gibiydi…

Lisenin önündeki guruplaşmalar pek hayra alamet değildi.

Her gün, - şen şakrak- okula gelen çocukların birbirine düşmanca bakışları çok tedirgin ediciydi.

Gözüme Abdullah takıldı..Hemen çağırdım…”-Neler oluyor evladım “dedim.

Abdullah, o güne kadar rastlamadığım bir tavırla :

”-Öğretmenim, bu gün okula hiç girmeyin, anormal şeyler olacak...

Dün gece, birtakım gruplar, arkadaşların aralarına nifak sokmuşlar.Siyasi dernekler öğrenci avına çıkmışlar.Sizi de -mimlemişler…- Okulda çatışma çıkacak. Benden söylemesi...”
Dedikten sonra hızla bir gurubun içine karışıp kaybolmuştu...

O gün boş dersleri doldurmak için yoğun bir program almıştım.Zil sesiyle sınıflara girdiğimizde, çoğu öğrencinin gelmediğini gördüm.

Yine de görevimizi aksatmamak için derslere girip çıkıyorduk ki…

Daha üçüncü derse yeni girmiştik… Alt koridorlardan canhıraş feryatlarla karışık korkunç bir gürültü kopmuştu. Hemen dersi terk edip koridora inmiştim.

Arkamdan tüm öğrenciler sökün ettiler… Zapt etmek ne mümkün… Ortalık ana baba günü… O güne kadar birlikte spor, tiyatro yapan; şarkı söyleyen çocuklar acımasızca birbirlerine vuruyordu.

Ortalık kan gölü olmuş, cam, çerçeve yere iniyor; giysiler parçalanıyordu. Bazı kız öğrenciler önlüklerinin altında gizledikleri kesici aletleri yandaşlarına veriyorlardı.

O güne kadar okulda hiç görmediğim kirli parkalı “ meçhul kişiler” olayın içinde tahriklerine devam ediyorlardı. Müthiş bir provakasyon sahneleniyordu !..

Yöneticiler ortalıkta yoktu.Bölücüler ortalıkta -''cirit atıyordu...'' Öğretmen sayımız, üç beş kişiyi geçmiyordu. Olaylara müdahale etmek için öğrencilerin içlerine dalmıştım, darbelerden ben de nasibimi alıyordum.

Arkadaşlarla birlikte yaralı çocukları sınıflara çekip toplamaya çalışıyordum ki Atatürk köşesinin önünde yüzükoyun yatan ve kan revan içindeki öğrenciye, bir önseziyle hızla atıldım…

Çocuğun yüzüne bakınca bir de ne göreyim ?..

(Son bölüm yarın...)


 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..