Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '11

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

18-19 Haziran 2011 Milliyet Blog Büyükada Toplantısı (40 Kısım Tekmili birden, 6.Kısım)

18-19 Haziran 2011 Milliyet Blog Büyükada Toplantısı (40 Kısım Tekmili birden, 6.Kısım)
 

(6.Adalara Doğru : Kınalı )

Mavi deniz bizim, serazat ilerliyoruz… Gemi tıklım tıklım dolu… Sağım solum Rum vatandaşlarımızla neşeli… Gerdanlarında Maşallah kocaman birer İstavroz ; yarı Rumca, yarı Türkçe gırla gidiyorlar… Kendi aralarında konuştukları gibi, bizim gibi Adaların acemisi olan tiplere de laf atıyorlar… Çok samimi, çok hoş… Meraklı tazeler…
“Siz nereden böyle?”
“Bandırma’dan…!”
“Bilirim … Bilirim… Oradan geçip, trene binip İzmir’deki teyzemlere gitmiştik…”

Yanımda da bir yaşlıca zat var, uyusam mı , uyumasam mı … diye kafasıyla talim yapıyor…Kafası düştüğü zaman…UYUMA! Diyorum, kafayı kaldırıp, gülümsüyor… Sonra ayni minval üzere talim… Baktı ki ona rahat vermeyeceğim… “Dur, bana rahat vermeyeceksin, bak sana neler anlatacağım , ” diye bana hayat destanını döktürmeye başladı…

“Arkadaş biliyor musun , bu adalarda, bir yaşayan pişmandır, bir de yaşayamayan pişman… İşte karşında bu adada yaşadığına pişman olan bir adam oturuyor… Ve her gün İstanbul’u özlüyor… Anlatayım da dinle… Siz şimdi böyle pencereden adalara bakınca ne görüyorsunuz..? Nice güzellikler, nice güzel evler, kotralar, gemiler… Hayran oluyorsunuz… Ahh ah bir de bana sorun burada yaşamak nedir? Ne beladır…”

“Niye seni burada zorla mı tutuyorlar..?”

“Hiç sorma beyim; ben bu Heybeliada’ya kırkdört yıl önce geldim… Bir işyeri kurabilir miyiz diye düşünürken, bir büfeye sahip oldum… Senesine kalmadı, adadan bir Rum kızına , Marika’ya aşık oldum (Tabii o da bana…) Onunla evlendim ve bu adada kaldım… Ama her an kaçıp gitme hissiyle…“

“Aslında Adada ruhum sıkılır… Her an kaçmak isterim ama mümkün mü..? Artık çoluk çocuk da var , nasıl kaçarsın..? Marika’yı da bir türlü kandıramadım…” ; “Ama iki günde bir İstanbul’a inerim eski mahallemi gezerim, kalan arkadaşlarımı görürüm , sonra döner gelir , bu lanet olası adaya kapağı atarım… Sevdiğimden değil ha, mecburiyetten… Daha doğrusu aşktan… Bir türlü Marika’yı İstanbul’da yaşamaya ikna edemedim… Aslında , bu adada yılın üç ayı para kazanırız.. Ondan sonra , gelen giden de yok… Ben niye buralarda oyalanırım bilmem… Bilirim de neyse söylemem…”

Ta o sırada karşıda oturan , Rum tazenin küçük oğlu “Dede, dede …” diye yanımdaki piri faninin kollarına atılmak istedi… Annesi bırakmadı. Yaşlı adam :” Çocuk beni tanıdı, her sabah dükkanıma geldiğinde ona balon veririm; şişirir gider… Bak annesi tanımadı …”dedi.

Biz bu arada, birer birer adaları süzüp geçiyoruz… Gemi yanaşıyor… İnenler binenler. Sırayla : Kınalıada ; Burgaz; Heybeliada ; ve Büyükada… Gemi yavaş yavaş boşalıyor…

İlk ada Kınalı, ben hoop… resim çekeceğim diye pencereye fırlıyorum… Sonra , sallana sallana yerime oturuyorum (Bu tansiyon beni yarı sarhoş yapıyor… Bu sallantı ondan… Neyse gençlikten alışkınım sarhoşluğa..!) Kınalı… Ne güzel bir ada sakin ve sessiz…

Kınalı’yı terk ettik… Burgaz’a doğru yol alıyoruz. Burgaz denince kim aklınıza gelir …Tabii ki Sait Faik… Bütün ömrü burada anasının dizinin dibinde; ada çevresinde balık avlayarak ; şiir yazarak , öyküler düzerek geçmiştir… Yıllar önce bu adaya Rahmetli Attila Göktürk (Akşit Göktürk’ün kardeşi) ; Kaymakam Osman ve diğer şiir, edebiyatsever arkadaşlarla gelmiş ve Sait Faik’in evine tırmanmıştık ; müze olan evini ziyaret etmiştik… Sonra civardaki çamlıklarda gezinmiştik… yanımızda getirdiğimiz şarabımızı yudumlamıştık… Ne günlerdi o günler… Kahkahalar, gülüşler.. espriler.. ve dostluk… Ve sonra işte dostlar birer birer gidiyor? Nereye.. nereye..? Sait Faik’in olduğu yere… Heyt be fani dünya, hey be kahpe felek… Hiç birini de mi unutmazsın… Kimler gitti? Kimler kaldı bizimkilerden… Saymak bile istemiyorum…

Şimdilik Sait Faik’ten “Doğur Marikula Doğur” adlı şiirinden bir Bölüm’le bitiriyorum.

“İstemem eski rüyalardaki kadın resimlerini
Tombul ve beyaz.
Bana bir taze dişin, yazın kumsalda kızarmış
Tüylü altın bacağın yeter

Ve tren yollarında tüten öğlelerin..
Kışın şarap içtiğimiz kahvelerdeki
Boyalı kadınlar rüyası.. Bitsin…

Diye uzar gider bu şiir. İnsanın içini ısıtır. Hepsini okumak mı istiyorsunuz.. İsteyen Mevlasını da, belasını da bulur İnternette … benim başımı belaya sokmayın telif haklarıyla… Ama en iyisi gidin ziyaret edin Sait Faik’in evini Burgaz’da bir gün; şiirleri evinin duvarlarında asılı .. Okuyun birer birer… O hayat, deniz sevdalısı insanın içini ısıtan öyküleri hiç bitmez ve siz Burgaz’ın önünden geçerken herhalde Sait’in sesi sizleri .. “Hişt… Hişt…” diye çağırır, seslenir… Duyan duyar… Duymayan da haydi kendi işine… Onlar neyi işitirler ki sanki.. Neyi duyarlar ki… İstanbul da kör gibi yaşarlar…

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..