Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '10

 
Kategori
Güncel
 

1923 Cumhuriyeti ve acı gerçekler

1923 Cumhuriyeti ve acı gerçekler
 

CUmhuriyet'in temel ilkelerinden birisi de, Laikliktir....


Cumhuriyet’in Emanet Edildiği Gençlik ve Düş Kırıklıklarımız

1923 de ilan edilen Cumhuriyet ile, yoksun millet, yoklar içerisindeki makus talihini yenmek üzere yeni bir aydınlık yolun başına, yine bu milletin üstün fedakarlığı ve inandığı liderine verdiği destek ile, “Türkiye Cumhuriyeti” adını alarak gelmiştir.

Osmanlı’dan, Cumhuriyet’e yüz binlerce şehit veren bu ülkenin tek umudu ve tesellisi ise gelecek kuşaklardır.

Yani “Türk Gençliği”dir.

Yani, Atatürk ilkelerine ve görüşlerine sadakatle bağlı olan, “Türk Gençliği” dir.

“CUMHURİYETİ BİZ KURDUK, ONU YAŞATACAK OLAN SİZLERSİNİZ”

Söyleminde bulunan, Ulu Önder, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de en büyük heyecanını oluşturan, daima “Türk Gençliği” olmuştur.

Oysa, 1923 öncesi, daha üç yıl gibi kısa bir süre öncesi, bu söylemlerde bulunan, Büyük Önder, idama mahkum edilmiş bir subay olarak Afyon’da, Cumhuriyetin temelini atan büyük taarruzun içerisindeydi.

31 Temmuz 1920 yılında, daha Cumhuriyetin ilan edilmediği bir süreçte, Mustafa Kemal Atatürk, Afyon’da genç subaylara sesleniyor ve şunları söylüyordu;

DÜNYA’DA İNSANCA YAŞAMAK İÇİN, BAĞIMSIZLIK ŞARTTIR

“Dünya’da insanca yaşamak için bağımsızlık şarttır. Bağımsız olmak için bir kuvvete sahip olmak gerekir.

Kuvvet ordudur.

ORDUNUN HAYAT KAYNAĞI İSE, HÜRRİYET İSTEYEN MİLLETTİR

Ordunun hayat kaynağı ise, hürriyet isteyen millettir. Yabancılar milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için Mondros Mütarekesi ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün savunma araçlarımızı elimizden almaya çalıştılar.

Sonra Kumandanlarımıza ve subaylarımıza saldırmaya başladılar. Askerlik onurunu yok etmeye çalıştılar.

Ordumuzu lağvederek milletimizi, bağımsızlık için muhtaç olduğu dayanaktan mahrum etmeye çalıştılar.

Milletimizin onuruna, her türlü hak ve hukuka saldırarak, milleti alçaltarak, boyun eğmeye alıştırma planını uyguladılar ve uyguluyorlar.

ORDU, DÜŞMANLARIMIZIN BİRİNCİ SALDIRI HEDEFİ OLDU

Ordu, düşmanlarımızın birinci saldırı hedefi oldu, Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, küçük düşürmek lazımdır.

Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra da milleti koyun gibi boğazlamakta bir sakınca görmeyecekler..!”

1920 yılında, bulunduğu Afyon’dan, bir ülkenin taarruz planlarını yapmakta cepheden cepheye koşan askerleri yönetmekte olan, Mustafa Kemal Atatürk, bunları konuşurken, emperyalist devletlerin güdümünde olan işbirlikçi paşalar, devlet adamları ve gazeteciler ise bire bir Afyon’da subaylara Ata’nın söylediği uyarıları gerçeğe döndürmek üzere uğraş veriyorlardı.

İşgalci emperyalist devletlerin şarlatanı gazeteciler ve uşakları gazete sahipleri, gazetelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ü gıyabında idama mahkum ettiren, Osmanlı Hükümeti, mahkeme kararını, boy boy gazetelerde yayınlatıyor ve bu konuda destek makaleleri yazıyordu.

Gazetelerin tüm masrafları, yazarların ve çalışanların ücretleri en bol keseden, işgal güçlerinin de desteği ile , Osmanlı hazinesinden sağlanırken, Mustafa Kemal yanlıları olarak yakalananlarda, hemen idam ediliyorlardı.

CUMHURİYET’İN EMANETİNİ VE SORUMLULUĞUNU YÜKLENEN GENÇLİK

Bu gençliğe emanet edilen Türkiye Cumhuriyeti ile, 1923 den 1938 yılına, yani Gazi’nin ölümüne kadar ileri medeniyet çizgisine doğru aşama aşama, kararlılıkla yol alınmıştır.

Bu gençler, Türkiye Cumhuriyetinin 10. yıl marşını söylerlerken ise, 17 yaşındakiler 27’de, 27 yaşındakiler ise 37 yaşında idiler.

DEVLETÇİLİK VE HALKÇILIK LAİKLİK ÇERÇEVESİNDE CUMHURİYET İLE ÖRTÜŞTÜRÜLMÜŞ, ULUS MİLLİYETÇİLİĞİ İSE YÜREKLERE VE BEYİNLERE İŞLENMİŞTİR

Yoksun ve yorgun ülke, bu sürece kadar azimle sürdürdüğü, Cumhuriyet’in temel devlet prensipleri olan, altı ilkeye bağlı olarak Cumhuriyeti yaşatmaktaki mücadelesini, 1938 yılına kadar da, tam anlamıyla kararlı bir şekilde, sürdürmüştür.

CUMHURİYET’İN EMANETİNİ VE SORUMLULUĞUNU YÜKLENEN GENÇLİK’TEN, ATALARINI DÖVEN VE ATALARINA SÖVEN, BAYRAĞINI VE ATALARINI TANIMAYAN GENÇLİĞE VARIŞIN SERÜVENİ

1938 sonrası süreçte, ABD ve SSCB’nin emperyalist devlet yönetimleri ve siyasi doktriner yapıları Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin yıpratılmasındaki etmen aktör olan Türk Gençliği üzerindeki oyunlarına, hazırladıkları cana yakın senaryoları ile start vermişlerdir.

Ata’nın vefat ettiği 1938 yılında, 20 yaşında olanlar, 1917, 30 yaşında olanlar ise 1907 doğumlu olan gençliktir. Bu gençliğin 1923 yılında Kurulan Cumhuriyetin 1. yıldönümünde, ise 1907 doğumluların yaşları 17 iken, 1917 doğumluların da yaşları 27’ye ulaşmıştır.

1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 1943 yılında 20’nci, 1953 yılında 30’uncu, 1963 yılında 40.ncı yılına, 1973 yılında ise, 50.nci yılına gelinmiştir.

1938 yılında doğanlar, 1963 yılında, 26 yaşındaki Türk Gençliğidir. 1948 de doğanları ise 1973 yılında, 26. yaşlarına gelmişlerdir.

Bu yaşlar genelde bir üniversite öğreniminin bitirildiği ve hayata atılındığı yaşlardır.

Vefa mı, milletsiz di, yoksa millet mi vefasız çıktı..?

Ulu Önder, Mustafa Kemal Atatürk; Devletçilik ve Halkçılığın, Laiklik çerçevesinde, Ulusun Milli düşüncelerinde karıldığını anlatırken, Türk Milletinin, “Ne Mutlu Türküm” diyenlerden oluştuğunun ve Milletin de bu kucaklaşmalarda kardeşliğiyle buluşması gerektiğinin altını çiziyordu.

Yani; Ulu Önder, Mustafa Kemal Atatürk; Türk Milletinin yüreğinde ve beyninde ulusal bir bilinç olarak yeniliklere doğru hızla yol alacak, Milli bir Devrimcik penceresini Türk Gençliğine aralamaktaydı…

İşte bu tanımlanmaya çalışılan durum umarla “Güçlü ve Dünya’nın Lideri Türkiye” için beklediği; Türk gençliğinin, o yaşlar için çizilen net halinin, resimlenmesiydi.

1950 yılından itibaren ülkede, Atatürk tarafından önü açılarak, çok partili rejim için desteklenen Demokrat Parti, iktidara gelmiştir.

Çünkü; Atatürk Kurtuluş Savaşını birlikte yaptığı, Cumhuriyeti birlikte ilan ettiği bu vefalı milletin bireylerinden umutludur. (?)

Çünkü onun düşüncelerine göre; Türk Milleti, zekidir, çalışkandır, azimlidir…(?) Hal böyle olduğundandır ki, ona göre, çok partili rejime geçildiğinde, kurduğu partinin karşısındakilerin asla ve asla şansları olamayacaktır.

Osmanlı’dan bu yana emperyalist zihniyetler ve savunucuları tarafından desteklenen fikirlere ve siyasi düşüncelere bu millet itibar etmez.

Bunlar millete ne vaatlerde bulunurlarsa bulunsunlar, ne verirlerse versinler, bu millet vefalıdır. (?)

Bu millet, Cumhuriyet’i kuranlara ihanet etmez, şeklindeydi.

1938 yılında öleceğini bilemeyen ve bu ülkenin gönendiği yılları kesinlikle görebileceğini düşünen aydınlanmış bir liderin dahiyane düşünceleriydi bunlar.

Oysa madalyonun iki yüzü vardı.

1938 yılından sonra devam eden Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan partide, önceleri Ata’ya özenti şeklinde başlayan liderlik sultası, daha sonraki yıllarda, diktatoryal bir yönetim modeline doğru gidiş. Adı da, gerçek tanımıyla “Milli Şefin Yönetim Modeli” olan bir yönetsellik…

Bu yönetsel yapının kesinlikle, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi ile örtüştüğü düşünülemez.

Milli şef ve ekibi yönetselinde bu ülkenin, emperyalist arayışlara aç bırakılan ve hazırlanan naçiz milleti, evveliyattan beri hazır olan, demokrat kucağa oturtularak, gelecek, belki de, elli-altmış yıla sari acıları, boğazlara düğümlenerek, Ata’nın ve Milletin şehitlerinin, şahadetleri ile sulanmış topraklardaki, naçiz bedenlerini acıtmış ve incitmiş, incitmeye de devam etmektedir…

Bu neden ile, bu ülkede, bugün de mevcut bulunan ve varlığını ne yazıktır ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu parti olarak sürdüren, partinin adının ne Cumhuriyet’in korunmasında, ne halkın haklarının aranmasında ve kollanmasında etmen bir rolü, bulunamamıştır, bu şekliyle de bulunmasının düşünülmesi uzak hayalcilikten başka bir şey değildir...

Bu rolü acıdır ve gerçektir ki;

Yıllardır ülkenin dağlarında, sınır içinde, sınır ötesinde verdikleri ölümüne mücadeleci ruh ile sergileyen, eratı ile, komutanı ile, şehit-gazi olmak pahasına ve de illa ki, bu uğurda her zaman aynı ruh hali ve tek vücutluğuyla sergileyenler, Türk Milletinin evlatları, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, nağmerte boyun eğdiren her daim mert, varlığından asla şüphe edilemeyecek, bu mübarek şüheda toprakların, canımızın, malımızın, bayrağımızın yani, vatanımızın canlı siperi, ruh ve asaletiyle her daim Türk askeridir.

O Türk askerinin kurumsal yapısı, yönetsel teşkilatı da;

Atatürk İlke ve Devrimlerinin, yılmazları, bekçileri olan, şanlı bayrağımızın, kutsal ibadetimizin, misak-ı milli sınırlarımızın ve namusumuzun, hükümetlerimizin ve devletimizin teminatı olan, teminat senedi olan (TSK) Türk Silahlı Kuvvetleridir.

BUGÜNKÜ GENÇLİĞİMİZ İLE NE KADAR ÖVÜNEBİLİRİZ..?

Çok iyimser olarak; Sonuna kadar övünebiliriz..!

İyimser olarak; Övünebiliriz..!

Kötümser olarak; Övünsek ne yazar, övünmesek ne yazar, ben Avrupa, ABD vatandaşı olayım gerisi önemli değil …., diyor ya sen ona bak…

Tedbirli ve gerçekçi olarak ise;

Atatürk’ten sonraki, 1938-1949 yılları arasındaki Türkiye ile 1950 ve sonraki süreçlerden bugünlere kadar hiçbir Türkiye İktidarının, Türk Milleti ile tamı tamına aynı rotada ve düşünsel yapıda olduğu söylenemez.

Zaten öyle olmuş olsa idi, bir imkansız gerçekleşir ve çok olan partiler arasında bir parti tek başına ve yüzde yüz oyla iktidara gelmiş olurdu. Böylece ya tam liberal, ya tam sosyalist, ya tam kapitalist vb. bir ülke olur, böylece böylesine karmaşık ve rotasız bir karma model olmazdık.

Atatürk’ten sonraki, 1938-1949 yılları arasındaki Türkiye ile 1950 ve sonraki süreçlerden bugünlere kadar, Türkiye’nin yönetiminde bulunan işbaşı hükümetleri, evet işbaşı yapmışlar ama başladıkları işler, sürekli milletin üzerine yıkılmış, millet de, bu enkazların vebalini çekmek ile ödevlendirilmiştir.

Ama ödevlerini yapan bu millet, isteyerek veya istemeyerek iktidara getirdiği bu yönetimlerden, ödev notunu ise daima zayıf not olarak almış, ortalamaya da etki eden bu notların, başarısızlığı nedeniyle, millet yerinde çakılı, yani sınıfta kalmıştır.

Sınıfını atlayanların zaten bu bağlamda mevzuu bahsi söz konusu değildir…( !-? )

Bu millet gerçekten arsızlaştırılmış, yüzsüzleştirilmiş midir..?

Böylesi bir sorunun yanıtını bulabilmek için milletin birbirine aşağıdaki soruları ve benzerlerini sorması gerekir

Örnek mi; Bu milletin milletvekili, seçilip de, meclise girer girmez;

· Milletin sırtında giysisi yokken, vekili dokunulmazlığın zırhına girer mi..?

· Milletin ferdi bugün için asgari ücret adıyla 500 TL.ya talim ederken, milletin vekili 7-8 Bin lirası alır mı..?

· Milletin ferdi emeklilik için 65 yaşını beklerken, milletin vekili bir dönemde emekli olur mu..?

· Milletin bir ferdi suç işlerse tutuklanır, mahkeme edilir, cezasını alırken, milletin vekili bunların hiçbirisine tabi olmaz mı..?

BUGÜNKÜ GENÇLİĞİ YETİŞTİREN GENÇLİK KİM Dİ..?

Bu türden bir sorgulamanın cevabını vermek gibi bir gaflete düşmektense, çok daha kısa bir yoldan, önceki gençliklerin yada, onlardan öncelerinin, bu millete mal ettiği “Ata Sözleri” ne bir göz gezdirmelidir.

“Üzüm üzüme baka baka kararır”,

Tencere dibin kara, seninki benden kara”,

“At binenin, kılıç kuşananın”,

“Atı alan Üsküdar’ı geçer”,

“Ne ekersen onu biçersin”

“Devlet malı deniz, ye ki, olasın semiz”

(Burada esasen; “Devlet malı deniz yemeyen domuz” denilmesi gerekiyordu ama, sansürlemeye çalıştık)

ve bunlar gibi, nice nice, atasözlerimiz ve deyimlerimiz var mıdır..?

NE EKERSENİZ ONU BİÇERSİNİZ, SİZ BİÇEMEZSENİZ BİRİLERİ GELİR BİÇER

Sahi aşağıdaki soruyu ve yanıtını biliyor musunuz..?

SORU: 1950 den bu yana bu ülkede neler ektik …?

YANIT:OOOoooo… Neler ektik neler…!

SORU: Yukarıdaki soru icin cevabınız, “neler ektik neler” ise en az üç örnekle bu ekilenlerin neler olduğunu alt alta şıklar halinde yazınız..!

YANIT:

· Devletçiliği yok edici, büyük ülkelerden ithal ettiğimiz kapitalizm ve anti-devletçilik tohumları.

· Halkçılığı yok edici, büyük ülkelerden ithal ettiğimiz, halkın gücünü önleyici ve halkı sindirici anti-halkçı modellerin tohumları.

· Kılık ve kıyafet alanında çıkartılmış kanunları rafa kaldırarak, cüppe, asa, türban, sarık vb. giyinip kuşanıp, din elden gidiyor diyebilmeyi yeşertecek, anti-laiklik ve irtica tohumları.

· …..

· İstanbul Boğazına, Çanakkale Boğazına demirleyerek, gövde gösterisi yapan, ABD emperyalizmine karşı, Türk Bayrağı açarak, Cumhuriyetimizin Onuncu Yıl Marşını Söyleyen, gemilere taş atan, “Go home ABD” diyen Türkiye Gençliğini asma tohumları.

……

· İstirahat buyurun, her şey kontrol altında.

· Rahat uyuyun, Sevgili Paşam,

· Rahat uyuyun, senin büyük ve muhteşem, her birisi birer Mustafa Kemal olan, Harbiyeli Ruhunu taşıyanların, her yoklamada, “Burada” diyenlerin, kumandanı.

· Rahat uyuyun, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu ve Büyük Dünya Lideri, Atatürk…

· Rahat uyuyun, *Başöğretmen

· Rahat uyuyun, 7/24 nöbetindeyiz.

· Rahat uyuyun, her daim, varlığınızı emanet ettiğiniz bir “Türk Genci” olarak, fani dünyada ben şimdi izninizle, yaşayan bir Atatürk’üm…!

Öner SAMANLI

http://www.ataturksitesi.com/

KURUCUSU

*MEB.’nca uygulamaya konulan, “Başöğretmen” Unvanı, bu makalenin yazarı tarafından, Atatürk’ün başka bir unvanı olarak tanınmaktadır. Bir gün olur da, Milletvekili yada Eğitim Bakanı, olur isem, öğretmenler arasındaki unvanlı bölücülüğü ve imtiyazı gidermek, Atatürk’e ait olan bu unvanın tek olmasını sağlamak üzere, yürürlükten kaldıracağıma, Türk Milleti huzurunda ant içerim.

(Öner Samanlı)

e-iletişim: onersamanli@hotmail.com

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..