Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '11

 
Kategori
Sinema
 

2000'li yılların en iyi 25 filmi

2000'li yılların en iyi 25 filmi
 

AMELIE


2000’li yılların ilk on yılını bitirdik. İlk on yılın dikkat çeken filmlerini anımsamak için arşivlere girdiğimde kafa karıştıran bir birikimle karşılaştım. Etkileyici ve gişede de başarılı olmuş bir çok film yanında, birer başyapıt düzeyinde olan fakat çeşitli nedenler sonucu geniş anlamda gösterime girememiş filmler arasında karar vermenin ne kadar güç olduğunu gördüm... 

Bunların arasından en iyi 25 filmi seçmek hangi kriterlere göre olacaktı? Sinema için yeni bir soluk olabilecek, farklı bir bakışı temsil eden filmler ile Hollywood’un pahalı fakat etkileyici filmleri arasında harman bir liste yapmak ve adil davranmak oldukça zor oldu. En zoru da büyük beğeni toplayan fakat beni nedense çok etkilemeyen filmlere haksızlık yapmama baskısı oldu.

Diğer taraftan onları küçük bütçeli fakat yaratıcı bir dehanın ürünü olan, zamanla kült mertebesine ulaşan veya ulaşabilecek filmler ile sıralamak hoşuma giden bir intikam oldu. Bir kriter olarak da birden fazla filmle döneme vurgusunu vuran yönetmenlerin filmlerine öncelik vermenin daha hakkaniyetli olacağına karar verdim.

Daha fazla sayıda filme yer verebilmek için Türk filmleri için ayrı bir liste yapmak da mantıklı geldi. Nereden bakarsak bakalım son on yılın Türk sineması için yeniden bir yapılanma süreci olarak geçtiğini net olarak görüyoruz.

Genel olarak insanoğlunun gittikçe artan kontrolsüz şiddeti üzerine anlatılan öykülerin sayısı oldukça fazla olduğu görülüyor .

Fantastik filmlerin ise gittikçe gelişen teknoloji sonucu mükemmel bir görselliğe ulaştığına tanık olduk.

Uzak Doğu Sinemasının yaratıcılığına ve estetik duygusunu birçok filmde izledik ve büyük keyif aldık.


1- İhtiyarlara Yer Yok–No Country For Old Man, 2007, Yön: Coen Kardeşler

2- Saklı-Cache , 2001, Yön: Michael Haneke

3- Aşk Zamanı-Fa young nin wa, 2000, Yön: Wong Kar-Wai

4- Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti-The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford, 2007, Yön: Andrew Dominik

5- Dogville, 2003, Yön: Lars von Trier

6- Avatar, 2009, Yön: James Cameron

7- Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi, 2002-2004, Yön: Peter Jackson

8- Tanrı Kent-Cidade de Deus, 2002, Yön: Fernando Meirelles

9- Kanlı Pazar-Bloody Sunday, 2004, Yön: Paul Greengrass
10- Açlık–Hunger, 2009, Yön: Steve McQuenn

11- Konuş Onunla-Hable con ella, 2002, Yön: Pedro Almadovar

12- Karanlık Yolculuk-Danny Darko, 2001, Yön: Richard Kelly

13- Paramparça Aşklar Köpekler-Amores Perros, 2002, Yön: Alejandro Gonzalez İnarratu
14- Başkalarının Hayatı-Das Leben der Anderen, 2006, Yön: Florian Henckel von Donnersmarck

15- Mulholland Çıkmazı-Mullholland Drive, 2001, Yön: David Lynch

16- Kara Şövalye-The Dark Knight, 2008, Yön: Christopher Nollan

17- Bir Rüya İçin Ağıt-Dream For Requiem, 2002, Yön: Darren Aronofsky

18- Dönüş-Vozyyrashchenie, 2003, Yön: Andrei Zvydagintsev

19- Amelie-Le Famouleux Destin d’Amelie Poullain, 2001, Yön: Jean Pierre Jeunet

20- Yaratık-Gwoemul, 2006, Yön : Bong Joon-Ho

21- Sarhoş Atlar Zamanı-Zamani Barayi Masti Ashbi, 2000, Yön: Bahman Ghomani

22- Billy Eliot, 2000, Yön: Stephen Daldry

23- Afili Delikanlı-Sweet Sixteen, 2002, Yön: Ken Loach

24- Yasak bölge 9-District 9, 2009, Yön: Neill Bloomkamp

25- Kan Dökülecek-There Will Be Blood, 2007, Yön: Paul Thomas Anderson

2000’li yıllara damgasını vuran isimlerin başında gelen Coen Kardeşlerin 2009’da Oscar ödülünü kucakladıkları ‘İhtiyarlara Yer Yok’ günümüz insanının içinde bulunduğu kötülük dolu ve güvenilmez dünyayı, özgün bir western/polisiye atmosferinde, tek kelimeyle mükemmel olarak yansıttı. Bir para çantasının etrafında dönen sınırsız şiddeti anlatırken, modern çağ insanının evriminin aslında ilkelliğe ne kadar yakınlaştığını ima eder Coen’ler.

Avusturya doğumlu Michael Haneke festivallerde en fazla ödül kazanan yönetmenlerin başında geliyor. Zamanın ruhunu kavramış sıkı bir düşünür olan Haneke, burjuva sınıfının ikiyüzlülüğü, medya simülasyonu, insanoğlunun anlamsız şiddeti, saptırılmış gerçeklerin üzerine giden filmlerinden birisi olan ‘Saklı’ ile son on yıla sağlam bir imza attı. İsimsiz kasetlerin huzursuz ettiği bir burjuva ailenin, geçmişte saklı kalmış bir gerçekle yüzleşmesi ve bundan kaynaklanan suçluluk duygusunun duyarsızca  unutulmaı üzerine düşündürücü bir film.

Wong Kar-Wai ismini geniş kitlelere tanıtan ‘Aşk Zamanı’ renk, dekor, kostüm ve sıra dışı kadrajları ile unutulmaz bir estetik gösterisi sundu. 1962 Hong Kong’unda yaşanan imkansız bir aşkı anlatırken, nostaljiyi unutulmaz bir tango müziği ile kaynaştırdı.

‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti’ Yeni Zelanda kökenli Andrew Dominik’in ikinci uzun metrajlı filmi. Western türü için alışılmadık, hüzünlü bir atmosferi kurmadaki başarısı, sakin fakat akıcı anlatımı, Robert Ford karakterini canlandıran Ben Casey’in etkileyici performansı, filmin en önemli artıları olarak öne çıktı. Öykünün sadece bir suikast ile sınırlanmaması, olayın sosyal etkileri, suikastçinin kaderini izlemesi filmi western atmosferi içinde geçen, bir psikodramaya dönüştürür.

Son yirmi yılın en önemli yönetmenlerinden Lars Von Trier insan karakterinin kaotik yapısını, güvenilmezliğini, değişkenliğini teatral bir dekor içinde anlattığı ‘Dogville’ ile sinema tarihinin en ayrıksı filmlerinden birisine imza attı. İkibinli yılların en üretken isimlerinden olan Trier "Dogville" in devamı olarak düşündüğü "Mandeley" de ile ırkçılık üzerine düşünceleri çarpıştırdı. "Deccal-Antichrist" ile kadını kötülüklerin anası olarak betimledi.Son filmi "Melancholia-Melankoli"de bir gezegenin çarpması sonucu dünyanın yok olmasını bekleyen insanların psikolojik değişimleri üzerinden anlattı.  Her filmi ayrı bir konu , ayrı bir olay oldu Trier'in.

Ve James Cameron… 2009’da Avatar ile muhteşem bir dönüş kutladı. Titanik sonrası on yıl kadar sessiz ve derinden giden yönetmen, hareket yakalama teknolojisini kusursuzlaştıran CGI tekniği ile emsalsiz bir 3D görüntü şöleni sundu. Tüm zamanların hasılat rekorlarını kıran film 2000’li yılların en sevilen teması olan insanoğlunun acımasızlığını, sömürgeci çıkarları için her şeyi yakıp yıkabileceğini fantastik bir öykü içinde anlattı.

Evet 2000’li yılların en çarpıcı filmleri genelde insanın kontrolsüz şiddetini konu aldı; Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles’de ‘Tanrı Kent’ ile ülkesinin varoşlarında yaşanan savaşı, belgesele yakın bir anlatım ile gösterdi. İngiliz Paul Greengrass ise Berlin’de Altın Ayı kazanan "Kanlı Pazar"da İngiliz polisinin yürüyüş yapan sivil İrlandalılara uyguladığı katliamı konu aldı. Aynı Greenrass ünlü Bourne serisinde yaptığı ‘Medusa Darbesi’ ve ‘Son Ültimatom’ ile birinci sınıf iki aksiyona da imza atarak, son on yılın çıkış yapan yönetmenleri arasında üst sıralarda yerini aldı.

Politik sinemanın en sıkı örneklerinden birisi de 2008 Cannes’da Altın Kamera ödülü alan ‘Açlık-The Hunger’ oldu. Genç yönetmen Steve Mc Queen ilk uzun metrajında IRA’nın önderlerinden Bobby Sand’ın 1981 yılında Long Kesh hapishanesinde, kendisiyle birlikte dokuz kişinin ölümüne yol açan açlık grevini anlattı. Film sistemin hapishanede uyguladığı düzenli şiddeti, Sand’ın açlık grevinde her geçen gün erimesi, vücudunda açılan yaralar, bilincini yitirmesini unutulmayacak kareler ile yansıtır. Sabit bir kamera açısından verilen direnişçi ve rahip arasında 23 dakika süren tartışma tüm direnişin özünü söze dökerken, bedensel direnişin de intihardan olan farkını ortaya koyar.

Mulholland Çıkmazı iki binli yılların üzerinde en fazla konuşulan, farklı yorumlanan filmi olur. Sinema dünyasının anlaşılması en zor yönetmenlerinden olan David Lynch seyircisine bir kez daha birleştirmesi için bir ‘puzzle’ sunar. Başrol oyuncusu Naomi Watts’ın söylediği gibi ‘seyircinin yanında eve götüreceği’ bir filmdir. Filmde Hollywood rüyasını, gerçek ve kabus arasında bir meddi cezir’e dönüştüren Lynch, Film Noir sınırlarında yürümeyi de ihmal etmez. Bir trafik kazası sonrası geçmişi anımsamayan Rita ile neşeli, fıkır fıkır, artist olma hayalleri kuran Betty şehvet ve tutku dolu ilişkilerinde, yavaş yavaş birbirlerine dönüşmeye başlarlar. Bu dönüşümün gerçekte zihinde yaşanan bir rüya olduğunu, gerçekte birisinin diğeri gibi olmak arzusu olduğunu ve onu cinsel olarak da arzuladığını içerdiğini finalde anlarız. Film Hollywood rüyasının baştan sona kayıtlı olduğunu, gerçekte her şeyin kirli eller tarafından yönetildiğini yan kısa hikayeler ve karakterler ile anlattı.Hikaye filmin başlangıcındaki "Mulholland Çıkmazı" levhasından sonra, kıvrılıp giden yol gibi, karanlığa doğru seyrederken seyirciye de yorumlamak düşer.

2007’de Yabancı Film Oscar’ını kazanan "Başkalarının Hayatı-das Leben der Anderen", Berlin Duvarının yıkılmasından önce, Doğu Almanya sosyalist partisinin sanatçılar, entelektüeller üzerindeki baskısını konu alan bir öyküyü anlattı. İstihbarat teşkilatında izleme ve dinleme görevlerinde uzmanlaşmış, gizli polis Gerd Wiesler (Ulrich Mühe) bir grup sanatçıyı dinleyerek sistem aleyhine faaliyetleri hakkında kanıt toplamaya çalışır. Gördükleri, duydukları kendi yaşamı, parti politikası üzerine olan inancını ciddi şekilde sarsar. Özgür düşüncenin insan bedeninden uzaklaştırılamayacak kadar bir parçası olduğunu kavramaya başlar. Ulrich’in çizdiği görevine sadık polis portresi tüm zamanların en başarılı oyunculuk performanslarından birisi oldu. Oyuncu filmden kısa bir süre sonra yaşamını kaybetti ve son filmi oldu. Yönetmen Donnersmarck ise ilk uzun metrajında harikalar yarattı ve Hollywood’a transfer olur. İlk Hollywood filmi "Turist-The Tourist"Johnny Deep, Angelian Jolie gibi yıldızlar ile donanmış kadrosu dışında özellik taşımadı.

Richard Kelly, "Karanlık Yolculuk-Danny Darko" ile en iyi ilk film yapan yönetmenler arasına adını yazdırdı. Senaryosunu da kendi yazan Kelly, zaman içinde yolculuk kavramı gibi fantastik bir temayı gerilim dolu bir öykü ile harmanlar. Uyurgezer, şizofren bir ergenin karanlık dünyasını, tutucu kasaba yaşamına yapıştıran Kelly, yarattığı gizemli atmosfere kuantum fiziği gibi ilginç bir kavramı eklerken, gelecek ve geçmiş arasındaki ilişkiyi sorguladı. Geniş bir seyirci kitlesine ulaşamayan film, kulaktan kulağa yayılarak zamanla bir kült filme dönüştü. Katıldığı birçok festivalden ödülle dönen filmde, Darko’yu oynayan Jack Gyllenhaal kariyerinin başında başarılı performansı ile dikkat çekti.

Son on yıla hakim karanlık filmler arasında "Bir Rüya İçin Ağıt", uyuşturucu alışkanlığı, yalnızlık ve TV bağımlılığı üzerine birbirine paralel, çarpıcı yaşam öyküleri anlattı. Brooklyln’den bağımlıkların yıktığı dört yaşamın üzücü yaşamlarını tanıttı. 2008’de "Güreşçi- The Wrestler" ve 2010'da "Siyah Kuğu-The Black Swan" ile sıkı bir çıkış yapan Darren Aronofsky’nin en başarılı filmlerinden oldu. Diğer bir karanlık öykü ise "Batman-Gece Şövalyesi" tüm zamanların en başarılı çizgi roman uyarlaması olarak tanımlandı. Çekimler sonrası yaşamını kaybeden Heath Ledger’in canlandırdığı Joker karakteri Oscar ile ödüllendirildi. Yönetmen Nolan yönettiği "Batman Başlangıç-Batman Begins" ile başladığı seriye yeni bir ruh kazandırdığını kanıtladı.

Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev, "Dönüş-The Retourn" ile yıllar sonra geri dönen bir baba ve oğulları arasındaki ilişkiyi anlattı. Öykünün  dramatik yapısı, unutulmayacak finali hafızalara kazındı .

Amelie ise bu karanlık dönemin en renkli ve umut dolu filmi oldu. İyi kalpli Amelie başkalarını mutlu etmek için çırpınır durur. "Son Umut-Children Of Man" ise artık insanın üreyemediği bir dünyadan distopik ve karamsar mesajlar gönderdi. Gerçekçi yapısı ile son yılların en başarılı bilim kurgusu oldu. Neill Bloomkamp ise "Yasak Bölge 9-District 9"‘da uzaylılara yeni bakış açısı getirdi. Dünyada mülteci muamelesi gören itilip, kakılan uzaylılar, insanların her türlü şiddetine maruz kalırken, gerçek dünyadaki mülteciler gibi yaşamaya zorlandılar. Güney Kore Sinemasının son yaratıcı yönetmeni Bong Jon-Ho ise "Yaratık" ile fantastik gerilim türüne yeni bir soluk kazandırdı. Sudan çıkan bir yaratık çevresinde insan ilişkileri tartışıldı. Mizahi bakışı hiç kaybetmeyen bir yaratık filmine çok sık rastlanılmaz.

 2000’de Cannes Altın Kamera ödülü kazanan Bahman Ghomadi’nin Persçe-Kürtçe filmi "Sarhoş Atlar Zamanı", yoksulluk ve çaresizlik üzerine insanın içini acıtan kareler sundu. Görselliğin ön planda olduğu öykü Ghomadi’nin kendi toprakları olan İran yakınlarındaki Bane köyünde çekildi.

"Kan Dökülecek’-There Will Be Blood" toz toprak içinde bir petrolcü köyünde geçer. Ama bu kez yönetmen Paul Thomas Anderson Amerika’nın temelini oluşturan sömürgeci ruhun bir insan bedeninde nasıl acımasızlığa dönüşebileceğini, insani değerlerini nasıl kaybedebileceğini, sermaye-din iş birliğini epik bir öykü ile anlattı. Daniel Day-Lewis’e ikinci Oscar’ını kazandıran performansının bilhassa son yarım saatlik bölümü bir oyunculuk dersi gibidir.

Ken Loach üretkendir, solcudur , doğrucudur . Son on yılda toplam beş film yapan usta İngiliz bilhassa "Afili Delikanlı-Sweet Sixteen" ile dikkat çekti. İngiliz varoşlarından kopup gelen gerçekçi öyküde , sinemasının tüm nüvelerini bulmak mümkün; umut, çaresizlik, sevgi, pes etmemek. Pedro Almadovar son on yılı sinemasına yeni bir bakış açısı, yeni bir renk kazandıramadığı için çok formda geçiren yönetmenler arasında sayılamaz. Fakat "Onunla Konuş" Almadovar’ın sinemasının tüm renklerini, ahengini taşıyan bir film oldu. Almadovar’ın çok farklı işler yapmasını da istiyor muyuz?  Bence hayır. 

 
Toplam blog
: 223
: 1093
Kayıt tarihi
: 12.01.11
 
 

İzmir’de doğdu. Viyana Tıp fakültesini bitirip doktor ünvanını aldıktan sonra Genel Cerrahi ihtis..