Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '19

 
Kategori
Yetenekler
 

22 Güçlü Fener

 

Ey Halkım, Unutma Bizi

                               -Sevgili Uğur Mumcu’ya-

Yurdumu sevmişim bir baştan bir başa
Açın çıplağın yanında almışım yerimi
Aklımı ve yüreğimi koymuşum ortaya
Kalemimi adamışım
Karşı koymuşum yalana
Ve zulmün saltanatına
Onuru ve erdemi savunmuşum

                                       Bahattin Gemici
                                (Çağla Tadında 2019)

                Önceki yazımızda, bizim Tonguç Baba adıyla tanıyıp sevdiğimiz Silistreli bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’un 1935’te MEB İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atanıncaya kadar olan yaşam öyküsünden söz etmiştik.

                Neydi, o öyküde dikkatimizi çeken?

                Mücadeleci bir karakteri vardı O’nun, değil mi?

                Sözgelişi, köyünde ilkokulu bitirince, “tamam” demiyor, ille de Silistre kentine gidip rüştiyede okuyordu.

                Rüştiye (ortaokul) bitince, dön artık köyüne, değil mi ya! “Hayır, ille de İstanbul’a gidip Sultaniye’de (lise) okuyacağım.” diye tutturuyor. Baba razı olmuyor ama O vaz geçmiyor, diretiyor.

                İstanbul’a geldiğinde, hemşerisi bir “avukat”a kanıp elindeki parasını kaptırıyor ama yılmıyor. Memleketten adını verdikleri bir “paşa”yı arayıp buluyor. “Okumak istiyorum. Yardımcı olun bana” sözüne, “Paran var mı?” diye soruyor paşa. Olmadığını öğrenince de, “Parası olan okur!” deyip kapıyı gösteriyor.

                Koskoca paşa bile böyle söylediğine göre, yapacak bir şey yok. En iyisi, yol yakınken, köyüne dön sen oğlum! Avukat öyle, paşa böyle… Bırak inadı artık. Sen bir köylü parçasısın; anlamadın mı hâlâ!

                Yapacak başka ne kaldı ki?

                Ama inatçı bir çocuktu bu!

                “Hayır, hayır! Ben bu yoldan dönmem, dönmeyeceğim.” diyor.

                “Yazıklar olsun; öyle avukata, öyle paşaya da… Bakın, nasıl okunurmuş; ben size göstereceğim.” deyip Maarif Nâzırı’nın (MEB) kapısını çalıyor.

                Nâzır, (yani, Bakan) İsmail’in duygusal ama kararlı dilekçesini okuyup kendisini de dinledikten sonra Kastamonu Öğretmen Okulu’na gönderiyordu O’nu.

                Ben şunu anladım ki, Nâzır da görevini yapmasaydı, eminim, Sadrazam’a giderdi bu çocuk. O da olmasaydı derdine çare, devletin başı olan Padişah’a…

                1935’te, henüz 37 yaşındayken İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı, 20 – 25 yıl önceki işte bu çocuktur.

                Birçok insan, hak ederek ya da etmeyerek oturduğu koltuğu, elde ettiği rütbeyi ve makamı caka satma, övünme ve kişisel çıkar sağlama aracı olarak görür maalesef.

                Ne güzel ki, İsmail Hakkı Tonguç’ta bu olumsuz duyguların hiçbiri yoktur. O, bu makamı, o yıllarda nüfusumuzun % 80’inin yaşadığı köylerimizdeki çocukları okutmak için ele geçmiş bir fırsat, bir şans olarak görür.

                O sırada Millî Eğitim Bakanı, Atatürk ve İnönü’nün de yakın arkadaşı olan Saffet Arıkan’dır. İyi niyetli bir insandır ama O bir askerdir. Bilmez ki, eğitim sorunlarını ve çözüm yollarını. O güne kadar düşünmemiş ki bu konuyu hiç.

                İş başa düşünce, bu işi bilen, iddiası ve önerileri olan birini arar. Bakar ki, Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürü İ. H. Tonguç’un “Mürebbiyenin Ruhu”, “Resim-Elişleri ve Sanat Terbiyesi”, “İş ve Meslek Terbiyesi” ile “Almanya Millî Eğitimi” adlı kitapları var. Çağırıp konuşur. Görür ki, karşısındaki eğitimcinin yalnız kitapları değil, iddiası da var.

                “Tamam arkadaş; gel bakalım öyleyse! Halep orda ise arşın burda” deyip İlköğretim Genel Müdürlüğü koltuğuna oturtur O’nu.

                Birlikte baş başa verip “Ne yapalım, nasıl yapalım da en kısa zamanda bir çözüm yolu bulalım?” diye düşünürlerken, askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma yazma bilen köylüleri altı ay gibi kısa bir kurstan geçirip köy ilkokullarında “eğitmen” olarak görevlendirmeyi düşünürler.

                Üstelik bu çözüm, zaten zayıf olan devlet bütçesine de bir yük olmayacaktır. Kendi köyünde görev yapacaktır eğitmen. Yine tarlası, bağı bahçesiyle ilgilenecek, öbür yandan da köyünün çocuklarına okuma yazma öğretecek, bunun için kendisine az da olsa bir ücret ödenecektir.

                Önce Bakan Arıkan’ın aklı yatar bu çözüme. Sonra İnönü ve Atatürk de evet deyince, 1936’da uygulamaya geçilir.

                İlk olarak Eskişehir Mahmudiye ve İzmir Kızılçullu’da eğitmen kursu açılır. Ve 1937’de “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkar. 1938’de Tonguç’un “Köyde Eğitim” adlı eseri yayımlanır.

                İlginç bir insandır Tonguç. “Ben her şeyi bilirim” yanılgısına düşmez hiç. Özellikle köylülerin duygu ve düşüncelerini öğrenmek için sık sık yurtiçi gezileri yaptığı gibi, başkalarının ne yaptığını görmek için de yurt dışı geziler yapar.

                Nitekim 1938 Ağustosu sonunda Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan, Avusturya ve Almanya’ya iki ay süren bir geziye çıkar. Bu ülkelerin ilköğretim örgütlenmesini inceler. Ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını yerinde görür.

                Aynı yıl Edirne’de “Köy Öğretmen Okulu”nu açar. Geceleri de boş durmaz. Kitap yazmaya devam eder. Ve “Canlandırılacak Köy” adlı eseri de 1939’da basılır.

                1938’de yeni kurulan hükümette ME Bakanı Hasan-Âli Yücel’dir. Yücel, Arıkan’dan aldığı bayrağı daha yükseklere taşımak ideali ve coşkusuyla girişir işe. O’nun, önceki bakan Arıkan’dan farkı, eğitimci olmasıdır. O nedenle Tonguç’un ne yapmak istediğini çabucak kavrar. Ve 5 yıldır vekâleten o koltukta oturan Tonguç’u, görevi devralır almaz asaleten Genel Müdürlüğe atar.

                Ve 17 Nisan 1940…

                Meclis’te “Köy Enstitüleri Kanunu” kabul edilir. Tanrı’yı seven, tutmasın artık Tonguç’u! Aynı yıl,  yıldırım hızıyla Kırklareli’den Kars’a, İzmir’den Trabzon’a, Eskişehir’den Diyarbakır’a, Konya’dan Van’a, 14 yerde birden, Köy Enstitüleri’nin kuruluş çalışmaları başlar:

                Kepirtepe, Ortaklar, Kızılçullu, Çifteler, Aksu, Gönen, İvriz, Arifiye, Hasanoğlan, Düziçi, Akçadağ,  Dicle, Beşikdüzü, Cılavuz, derken, Savaştepe, Pulur, Pazarören, Pamukpınar, Gölköy, Akpınar ve Yıldızeli Köy Enstitüleri ile toplam 21’e ulaşır.

                Bu arada 1943’te Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün açıldığını da unutmayalım.

                Başta, Atatürk ile Silistreli bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere Saffet Arıkan, Hasan-Âli Yücel ve İnönü’nün çabaları ile yakılan 22 güçlü fener, yurdumuzu aydınlatmaya başlar.

                Bu fenerlerin yakılmasında emeği geçen herkesi şükran ve minnetle anıyorum.

 

 

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..