Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '17

 
Kategori
Güncel
 

500

500
 

Geçenlerde eğitime dair bir yazımda ben de kendi eğitim sistemimi yazmak istediğimi belirtmiştim.

1850’lerde Türkiye’yi ziyaret eden bir İngiliz(!) gezgin Türkiye’nin o zamanki tüm coğrafyasının haritasını çıkarmış. Nerede kaç mektep var, o mekteplerden hangisi hangi dini cemaatlere ait. Yahudilerin, Ermenilerin ve Rumların nüfus içindeki yerleri ve konumları kitap son derece ince olmasına rağmen dikkatimi çekti.  Misal adam söz konusu yıllarda Sivas’ta(!) Ermeni nüfusunun önemli bir yer tuttuğunu anlatıyor. Sivas’ta elliden fazla gayri Müslimlere ait okul olmasına rağmen Müslümanlara ait doğru dürüst bir tane bile okul olmadığından bahsediyor.

Karadeniz’in ticaretinin en önemli paydaşının Rumlar olduğunu ancak Trabzonluların, adamın demesiyle Lazların Rumların elinden ticari tekeli aldığını ve Karadenizlilerin çok pratik zekâlı olduğunu anlatıyor. Tabi insan elbette merak ediyor, bir İngiliz o zamanlar Türkiye’nin adım, adım haritasını çıkarıyor acaba amacı ne olabilir diye? Mark Sykes’in de benzer gezileri olduğunu ve bunu anılarında anlattığını görünce doğrusu içimiz rahatlıyor ve tarzlar doğrusu birbirine acayip bir şekilde benziyor. Belli ki aynı amaçla eğitilmişler ve aynı tornadan çıkmışlar. Şu anda Türkiye’de kaç tane Türk araştırmacı İngilizlerin koy, koy kıyılarını ve şehirlerindeki insanlarını gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’nin İngilizler üzerindeki amaçlarını araştırmak için İngiltere ve İngiltere sömürgelerinde bilgi topluyordur.  Böyle bir sayıyı pek olası göremiyorum, yüzyıllardır savunma halimiz devam ediyor. Bana öyle geliyor ki o çapta vizyon sahibi bir nesil veya tüccar ekibi, sanayici grubu yetiştiremediğimiz gibi onları ateşleriyle destekleyecek menzile sahip bir güç inşa edemediğimizi düşündürtecek pek çok veriye rağmen savunma halinde bile tam birlik sağlayabilmiş değiliz.

Sonra fark ettim ki, aslında adamlar; Sanayi Devrimi ve denizleri ele geçirmelerinden sonra hep ticaret düşünmüşler. Bu konuda onlarca belki de yüzlerce kitap yazdırmışlar. Karadenizlileri merak ettiğimden okuduğum yabancı yazarlardan birisi Amerikalı. Yazarın adı; Charles King ve kitabının adı “Karadeniz”. Kitap Karadeniz bölgesindeki denizin çevresindeki uygarlıkları iki bin yıl öncesinden başlayarak en ince detayına kadar irdeliyor ve önemli bir kaynak sunuyor. Aynı şekilde başka bir yazar olan İngiliz yazar olan Edmund Spencer’e ait olan kitabın adı ise Türkiye, Rusya, Karadeniz ve Çerkezistan söz konusu kitap da Karadeniz’in kuzeyinden, güneyine koy koy, il il, ilçe içe liman, kale aklınıza neredeyse ne gelirse bundan yüz elli yıl öncesine göre mükemmel bir şekilde anlatıyor. Elbette daha birçok yazar var. Bu yazarların Karadenizle ilgili anlattıkları kısmen birbirini tamamlarken, bize sınır olan ve çoğunda soydaşlarımızın yaşadığı yerlerden, yaşananlardan çok da haberli değiliz.

Yine aynı şekilde Türklerle bin yıla yakın birlikte yaşayıp, Osmanlı’da Ermenilerin önemli bir yeri olduğunu Osmanlılardan önce Selçuklularla da yaptıkları önemli ortaklığın Ermenilere kimliklerini koruma şansını verirken, Osmanlı’da ise Ermeniler kendilerinin sistemin önemli yapıtaşlarından olduğunu belirtmek için Millet-i Sadıka olarak isimlendirildiklerini bu konularda okuyan hemen herkesin bildiği bir konu olmakla birlikte, Osmanlıdaki mücadeleleri sonucunda Ermeniler Osmanlı’nın parçalanmasına yardım ettikleri gibi kendileri de gün yüzü görmemişlerdir. Gürcüler için aynı şeyi söylemiyoruz. Belki de aynı bölgede olmalarına rağmen Emperyal amaçlara sahip Rusya Gürcüleri kışkırtmak için yeterli inandırıcılık sağlayamamışken, Ermeniler üzerinde oldukça başarılı olmayı başarmıştır(!) Batı’da dindaşlarının hamiliğine soyunan Rusya Balkanları Fransızlarla birlikte bir şekilde desteklerken hem doğudan, hem batıdan Rusların yaklaşık dört yüz yıllık saldırısı altında bir Türk ve İslam dünyası ve Roma’dan alınan “böl, parçala ve yönet” taktiğini uygularken belki de son anda Türklerin yutulmasına denge politikacıları engel olmuştur(!) Bu konuda İngiliz ve Amerikalıların hatta Rusların çalışmalarını anlatan hatta Avustralyalı bir yazar olan “Jeremy Salt” adlı yazarın tamamen Rus, İngiliz, Alman ve Amerikan arşiv belgeleri ışığında yazdığını iddia ettiği diğer kitaplarla paralel olan ancak şehir, şehir Amerikalı Protestan misyonerlerin Lübnan’dan girip, Siirt, Urfa(!) Harput(Urfa) Bitlis, Sivas, Merzifon, Yozgat ve İstanbul gibi şehirlerinde faaliyetlerini ve esas amacının önce Türkleri döndürmek olduğunu ancak Türklerin misyonerlik faaliyetlerine ilgisiz kalmaları dolayısıyla özellikle Ermeniler üzerine yönelindiğini, Ermenilerden de özellikle Ortodoks Ermenilerin söz konusu ağa düştüğünü, Katoliklerin bu duruma rağbet etmediklerini, hele Rumların fazla uyanık olmaları sebebiyle Rumların da konuyla pek alakadar olmadıklarını uzun, uzun yer ve tarih göstererek, belgeleriyle anlatıyor.

Eğitimle ilgili bir yazı için fazlasıyla sıkıcı bir yazı olduğunun farkındayım.

Aslında eğitim gibi önemli bir konu şansa bırakılamaz. Sonra saygı, sevgi yok olan toplumumuzda bireyler arasında gözü dönmüşlük öyle bir hal alır ki; belinden aşağısı tutmayan vatan savunması gibi bir görev ifa ederken, başımızın üzerinde taşıyacağımız gözümüzün nuru gazilerimizi gözü dönmüş insanlar ki onlar da bu sistemin (eğitim, adalet, din, kültür) ürettiği insanlar sokak ortasında döverler. Ayrıca bunlar sadece basına yansıyanlardır. Ya basına yansımayanlar…

Yine bir yabancı bir yazara ait bir kitap isim vermeden yazayım, bir halkı betimlemek için şöyle diyor; “Onlar bir halkın içine sızdıkları zaman öncelikle sistemlerini bozarlar. Namuslu insanları namussuz, namusluları namuslu gösterirler. Rüşvet almaya meyilli kişilerin kariyer basamaklarını tırmanması için her şeyi yapar öncelikle gittikleri yerde öncelikle adaleti bozarlar. Adaleti satın alınan bir değer haline getirdikleri zaman istediklerini yapmaya muktedir olurlar. Toplumda önce çürüme, sonra da yok olma başlar.”

Türkiye’de yaşayan insanlar aslında ne Avrupalıdır ne Arap’tır ne de Orta Asya’da yaşayan safkan Türk boylarıdır. Son derece homojen bir toplum haline gelen toplumda yapılacak en büyük birkaç yıkım sebebi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi ırk üzerinden yapılan tartışmalardır. Bir diğeri ise din üzerinden yapılan tartışmalar, diğerleri ise Atatürkçülük ve onun karşısında mevzilenen diğer görüştür. Bu görüşler adeta bir tabu haline getirildiğinden ve tarafların adeta hayat kaynağı bu olmasından dolayı herkes bir diğerini hedef olarak görmekte ve asla tartıştırmamaktadır. Hâlbuki taraflar diğerlerinin görüşlerinden derin kaygı duymakta ama ortak akıl ortaya çıkarıp da ya arkadaş gelin şu konuları bir tartışmaya açalım ve bu sorunları sonsuza kadar bitirelim diyememektedirler. Çünkü söz konusu konularda anlaşma sağlanırsa birçok grubun varoluş sebebi ortadan kalkmış ve bu zamana kadar hemen hemen hiçbir şey üretmeksizin üretenlerin emeğini paylaşanlar ki; bu üreticiler (bu yazıyı belki de asla okumayacak kesimden insanlar) paylaşımdan en az payı alan, yazları tarlada sabahlayan, bahçede doğum yapan çocuklarına doğru dürüst eğitim aldırma imkânından dahi yoksun olan kimselerdir belki de bu grupların emeğini artık ellerinden alamayacaklardır. Bu asla olmayacaksa bu yazıyı yazmanın ya da bitirmenin hiçbir anlamı yok.

Bir şeyi biraz sonra yıkacaksak yapmanın ne anlamı var? Yazık değil mi emeğe? Üzerinde ciddi, ciddi düşünüp somut bir program ortaya koymanın ve yukarıda sayılan “ocu”, “bucu”, “şucu” olarak yüzyıldan fazla birbirimizle mücadelemiz yetmez mi? Eğer yetmezse bize acı göstergeler çok uzakta değil!

Doğruları aynı olmayan bir topluluğa ne söylenirse söylensin, terörden başka bir şeye sebep olmayacağı kesindir. Herkesi aynı doğrular etrafında toplayabilmek için, yeterince kavga etmek gereklidir. Son çare kalmaması gerekir. Bunu toplumun başka çıkar yol olmadığının, zorunluluk olması gerektiği için anlaması gerekir. Bunu toplumda belki de en ilkel olanlar kabul edilen köylüler bunu imece deneylerinde hayat bu kadar modern olmadan önce başarabiliyorlardı. Modern hayatın onlara dayatması neticesinde Anadolu köylüleri artık ortaklaşa tavuk bile yetiştiremez olsalar da birlikte hareket eden kimseler arasında zorunluluğun olduğu zamanlarda bu denli bağlayıcı olması anlaşma metinlerine girmediğinden, yazılı kültüre sözlü kültür baskın geldiğinden sonuç itibariyle batı doğu arasında bakış açısı farklılıkları bulunması hayatın elbette çok daha zorlu olmasındandı. Ancak batı dahi, yüz yıl süren din savaşlarından dolayı büyük mücadeleler yaşasalar da dine bilim galip gelebilmeyi başarmaktan da iyisi birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Batıda; para ve güç merkezli bilim, din ittifakından dolayı güçlerine güç katmayı başarmışlardır. Birlikte olabilmeleri çoğunlukla onların bir düşman tarafından sürekli tehdit edilmelerini şart koşmaktaydı. Normal şartlarda bir hayvan genellikle doyduğu zaman geri kalanını da yarın yemek için birikim yapmaz. İnsan ise sonsuza kadar yiyemeyeceği şeyleri, asla başka şeylere dönüşmemesi gereken şeyleri diğer şeylerle eşleştirebilmeyi ki, bu en büyük çelişkilerden biridir ender ve önemli bir varlıktır. Duyguyu satın almak mümkün olmaması lazım, ancak insan her şeyi cinsinden olmayan şeylerle, cinsinden olmayan şeyleri bir mantık çerçevesinde belirli değerlere sabitlemeyi başarmıştır. Hayvanlarda bu yoktur.

Doğu bakışı bilgeliklerle doludur. Ancak bilgelik beysbol sopasın ile kıyaslanamayacak kadar kaba bir karşılaştırma veya kıyaslama yöntemidir. Kabalık olarak tarif edilen şeylerle, bilgeliğin, hile ile yok edilmesi mümkündür.

Ben bir disipline bağlı değilim, neden olayım ki; disipliner yapılar her ne kadar dünyanın artık akılla yönetildiği iddia etseler de hiçbir sorunu çözemiyorlar. Hukuk ve adaleti temin edemiyorlar. Peygamberlerine inanıyorlarmış gibi yapıyor ancak onların öğütlerine inanıyormuş gibi yaparken, en umulmadık anda karşı tarafta mevzileniyor ve dediklerini inkâr ediveriyorlar. İnkar yüzyıllardan sürekli izleri

Teneke sesi müziğin yerini almışsa orada müzikten değil, gürültüden söz edilebilir. Güçlünün zevki geçerli olan zevk, güçlünün kanunu geçerli olan kanun, güçlünün dediği dedik, çaldığı düdüktür. Bu da dünya kuruldu kurulalı en geçerli kuraldır.

Belki de insanların günümüzde hemen her şeye ulaştıklarını düşündükleri anda gerçekten zevk almak yerine tekrar yetersizlik, eksiklik duygusuna kapılmalarının gerçek nedeni budur. Zevklerini, ruhlarıyla birlikte ölene kadar kiraya verdiğinden dahi haberdar olmayan bir insanlığı artık ne mutlu edebilir ki?

Teneke çalan kişi elbette narin elleriyle keman çalan birinden daha güçlü ellere sahip olacağı aşikârdır. Güçlü olanın haklı olduğu dünyada insanların gürültüyü müzik sanmaları doğaldır.

Batı Doğu, Kuzey ya da Güney dünyada belli dengeler üzerine kurulduğunu kabul edebiliyoruz, anlaşılıyor.  Bir tüccarın elbette kardan daha fazla istediği şey, daha fazla kar olabilir. Tüccarın kılık değiştirmesi onun tüccar veya komisyoncu olmadığı anlamına gelmez. İşi budur. Bir balık dahi derin sularda stratejik hesaplar yapıyor, renk değiştirip kendini av yapmaya çalışanları yaptığı planlarla şaşırtıyorken, türünün devamını sağlıyor. Bunda şaşılacak bir şey olmadığı gibi, kuzulardan aslan davranışı beklemek de yersiz, her şey türünün gereğini yerine getirmekle mükelleftir. Dünyada türlerin yapması gereken davranışlar belirlenmiştir. Türlerin davranışlarında sürpriz olmaz. Bir anlamda türünü iyi tanıdığınız bir canlının en büyük sürprizi, sürpriz olabilir.

Aslanların koyunlarla dost olduğu günümüz dünyasında koyun veya sığırlar bir şekilde verici ve doğanın dengesinin devamlılığına katkıda bulunurken işin doğasında olan şeyler hakkında kafa yormaya çalışanın âlemi yok. İnekler ve koyunlar insanlık için son derece faydalı olmakla insanın dostluğunu kazanmayı başaramadılar. Yani insanlar kesimlik hayvan ilan ettikleri hayvanların daha et vermeleri için beslediler, beslediler ancak en sonunda da ya sağdılar ya da kesip bizzat etini yediler.

Ala ineğe; eğer dağda kendiliğinden ölmediyse, kurda yem olmadıysa ölümüne bir tek onu sahiplenen küçük bir kız çocuğu ağladı ve etinden yemeyi reddetti.

 

(1)https://bilgiveguc.blogspot.com.tr/2016/01/

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..