Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '14

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

8. Beyoğlu Sahaf Festivali

8. Beyoğlu Sahaf Festivali
 

8. Beyoğlu Sahaf Festivali


Milliyet Blog yazarı olan Reha Ülkü ile Tepebaşı'nda oturmuş çaylarımızı içerken sohbet ediyoruz.

Bugün sekizincisi başlayacak olan Beyoğlu Sahaf Fuarı ile ilgili son hazırlıklarını yaparken yakalamıştım Reha'yı.

''Hem biraz soluklanırsın hem de fotoğraflar birikmiştir yine, ben onlara bakarken karşılıklı birer de çay içeriz'' demiştim.

Çevremizde hummalı bir çalışma. 70 sahaf, Beyoğlu Belediyesi'nce kendilerine gösterilen yerlerine yerleşmeye çalışıyorlar.

Dükkanlarından getirdikleri kitaplar, plaklar, el yazmaları... Kısacası, eskiye dair her şey, 7 Ekim'e kadar kalacakları yeni yerlerini alıyorlar.

Reha'nın bana gösterdiği fotoğraflardan özellikle iki tanesi dikkatimi çekiyor. Bir tanesi, Kasımpaşa civarından 1930'lu yıllarda çekilmiş ve tam da o an için oturduğumuz Tepebaşını gösteren bir fotoğraf.

Kondüsyonu çok sağlam değil belki ama arkasındaki notlardan fotoğrafı çözümlemeye çalışıyorum. Beyoğlu İstiklal Lisesi öğrencileri yüzleri Kasımpaşa'ya dönük olarak yanyana durmuşlar.

Benim asıl dikkatimi çeken ise yanlarında silindi silinecek görünen yüksek su deposu ve üstünde süslü püslü harflerle yazılı olan 'FORD' amblemi.

Zaman içerisinde reklam mecralarının değişkenliği beni şaşırtıyor. Neredeyse bir asır önce, o günlerde yeni çıkmış bir otomobil reklamı, bugün yerinde yeller esen ve artık işlevsizleşen bir su deposunda yeralıyor...

Reha'nın fotoğraflarının bir diğerinde, üç genç kız denizde yüzer gibi yaparken kameraya poz vermişler. Fotoğrafın arkasına kurşun kalemle yazılmış 'Nurseli İdiz' yazısına odaklanıyorum.

1970'li yıllar, kızlar en fazla yirmi beş yaşlarındalar. Yetmişten bugüne neredeyse kırk beş yıl, bir de üzerine yirmi beş, oldu mu sana yetmiş...

''Yanlış bu yazı'' diyorum Reha'ya.

''Neden, nesi yanlış?''

''Nasıl neresi yanlış, Nurseli İdiz şimdi yetmiş yaşında mı yani?''

''Değil mi?''

''Vallahi  Nurseli hanım duyarsa senin için hiç de iyi olmaz Rehacım...''

Çevremizde oturan bir kaç kişiye daha soruyoruz ama ezberden kimse net bir yanıt veremiyor. İnternete bağlanmak da onca işin gücün arasında yük gibi geliyor olmalı ki, konu havada kalıyor.

Sonra da zaten ben de unutuyorum.

Gece gökgürültüleriyle uyanıyorum. İnşallah tam da açılış günü şakır şakır yağmur yağmaz diye umut ediyorum. Gelen sayısındaki azalma bir yana, kağıttan mamul ürünleri korumak saklamak da ayrı bir sorun...

Tam uyandığım sırada, o anda rüyamda Nurseli İdiz'i gördüğümü hatırlıyorum. Karşıma geçmiş, ''Ne yani şimdi o kadar adamdan hiçbiriniz benim ne zaman doğduğumu bilmiyor musunuz?'' diyerek biraz da kızgın bana soruyordu...

İnternetin başına oturup, Nurseli İdiz yazıyorum arama motoruna. Reha'nın kendisine ne kadar da büyük haksızlık ettiğini gösteren doğum tarihi hemen karşıma çıkıyor. ''İyi ki o sohbette Nurseli hanım yanımızda değilmiş, yoksa Reha için hiç de iyi olmazmış'' diyorum kendi kendime.

Derken, bir detaya takılıyorum. Ekranda, Nurseli İdiz'in babası 'Faruk Nafiz Çamlıbel' yazıyor.

''Nasıl yani?'' oluyorum.

Yoo yanlış görmemişim, babası İskeçe göçmeni Faruk Nafiz Çamlıbel yazıyor. Hayır Ahmet Güven falan olsa isim benzerliği diyeceğim ama, isim nadir rastlanırdan da öte belki tek.

Bu kadar meşhur bir şairin kızı olup da bugüne kadar bu konu hakkında hiç konuşulmaması da doğrusu ilginç geliyor.

Demokrat Parti milletvekili, Han Duvarları şiirini yazan ve 'Onuncu Yıl Marşı'nın Kayseri Lisesi'nden öğrencisi Behçet Kemal Çağlar ile birlikte güftecisi.

Güzel bir konu yakaladığımı ve araştırdıktan sonra iyi bir öyküye dönüştürebileceğimi kuruyorum kafamda.

Reha'ya telefon ediyorum, '' Nurseli hanım'a ayıp etmişsin ama ondan daha önemlisi Nurseli İdiz kimin kızıymış biliyor musun?...'' diye başlayan uzun bir telefon konuşması yapıyorum.

Saate bakıyorum, Festival öğleye doğru başlayacak o halde daha zamanım var, unutmadan şu konuyu bir araştırayım diyorum.

İlk dikkatimi çeken Nurseli İdiz'in İskeçe göçmeni olarak yazılan babası Faruz Nafiz Çamlıbel'in, bizim bildiğimiz İstanbul doğumlu Faruk Nafiz Çamlıbel ile aynı kişi olamayabileceği.

Bir terslik olduğunu o an anlıyorum. Konuyu biraz deşince, kıyıda köşede kalmış haberlerden birisinden de öğreniyorum ki meğer Nurseli İdiz'in babasının da ismi gerçekten de Faruk Nafiz'miş. Meşhur şaire de hayran olan İskeçeli Faruk Nafiz, soyadı kanunu ile birlikte şairin soyadını alıvermişmiş...

Kısacası ''Olmaz böyle tesadüf'' denecek bir isim benzerliği, yani Nurseli İdiz bizim bildiğimiz meşhur şairin değil de İskeçeli Faruk Nafiz'in kızıymış meğerse.

Kimisine boş zamanlar geçirmek, zamanı boşa harcamak gibi gelse de ben fotoğraflardan hayata dair izler sürerken, o kadar çok şey öğreniyorum ki.

Bilginin illa ki de parasal karşılığını bulması gerektiğine inanan insanlardan değil de, yirmi birinci yüzyılda hala hayatta kalabilmiş romantiklerdenseniz, yolunuz bugünlerde mutlaka Tepebaşı'ndaki Sahaf Festivali'ne düşsün.

Onca güzel kitabın, fotoğrafın, derginin arasında sizi günümüz dertlerinden bir anlığına da olsa çekip çıkartacak bir çok kıymetli şey bulacağınıza eminim.

 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..