Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '07

 
Kategori
Sanat Tarihi
 

800. doğum yılında; Mevlana, öldürülmek istendi!

800. doğum yılında; Mevlana, öldürülmek istendi!
 

Mevlana Celalettin Rumi’nin UNESCO tarafından da Mevlana Yılı ilan edilen 800. doğum yılı dolayısıyla ülkemizdeki etkinliklerin “popüler” düzeydeki ilki 20 Haziran gecesi, İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda sergilendi.

800. doğum yılında sahnelenen bu gösterinin önemli bir bölümünde, 800 yıldır yüreklerimizde, benliğimizde, kültürümüzde, Anadolu’nun her zerresinde yaşayan Mevlana ciddi ciddi “öldürülmeye” çalışıldı.

800. yıl için geliştirilen bu proje “düşüncesini” içtenlikle ve tüm samimiyetimle alkışlıyorum.

Açıkhava’nın merdivenlerinden aşağı inerken sahnede oluşturulmuş geniş orkestrayı görünce açıkçası çok etkilendim. Etkinlik öncesinde gösteriyi çok kalabalık bir ekibin hazırlamış olduğunu öğrenmiştim. Böylesi geniş kadrolu çalışmaların güçlüklerinin yanı sıra iyi bir bütünlük sağlandığında keyif verici tatlar bıraktığına da şahit olmuştum daha önce.

Projenin asıl sahibi olan Orhan Şallıel’in üç yıldır bu hazırlığın içinde olduğunu öğrenmek de insanı ister istemez heyecanlandırıyordu! Gösteri sonunda bu hazırlığın yetmediğini de fark ettim.

Üç yılda ol’unmuyormuş!

Gösterinin başlama zamanı olarak 21:00 verilmesine karşın, 21:20’ye kadar geçen sürede izleyicilere sponsor reklamları izlettirilmesi, Mevlana konulu bu çalışmanın öncesinde nasıl bir hava yaratmış olacağını siz okuyuculara bırakıyorum. Daha fazla dayanamayan bir grup seyirci de sabırsızlığını belirtircesine alkışlarla sanatçıları sahneye davet ediyordu. Bu davet olmasaydı gösteri ne zaman başlardı, merak etmemek mümkün değil.

Orkestra üyelerinin simsiyah giysilerini görünce bir an irkildim. Eşzamanlı olarak sahneyi doldurmaya başlayan vokal grubunun ve diğer hafız, tasavvuf korosu ile saz heyetinin de aynı giysiler içinde olduğunu fark edince “hayırdır inşallah!” demekten kendimi alıkoyamadım.

Sonra bütün grubun içinde tek beyaz elbiseli, projenin sahibi, şef “Orhan Şallıel” içeri girdi; ve gösteri başladı...

Orhan Şallıel’in müzikal geçmişi konusunda çok detaylı bilgi sahibi değilim, bir orkestra sahibi olmak azımsanacak bir şey de değildir ve her zaman hayallerimi süsleyen arzumdur, çocukluğumda izlediğim “James Last Orkestrası”ndan beri. Müziği çoksesli ve çok enstrümanlı dinlemek insan ruhuna bambaşka izler bırakıyor ve hep kalıcı oluyor.

Böylesi projeler için sizin sanat dünyasının “harika çocuğu” olmanız yetmez. Başka içsel süreçlerle desteklenen bir kültürden de gelmeniz gerekir. Dün gece sahnede kendisini fazlasıyla harika çocuk görenler vardı.

Beni ilgilendiren şey, Orhan Şanlıel’in hayatında Mevlana’nın nerede duruyor olduğuydu, bugünden söz etmiyorum.

Şef’in bir gazeteye verdiği açıklamayı okuyoruz.

“Bu süreçte Mevlevilik ve Mevlana'nın hayatıyla ilgili çok fazla kitap okudum. Türkiye'de ve dünyada büyük değişiklikler oluyor. Artık dostluk ve kardeşlik gibi kavramlara biraz daha samimi yaklaşmamız lazım. Mevlana bunu o kadar iyi anlamış bir şahsiyet ki, onun insanlara ne gibi duygular aşılamaya çalıştığını anlamak için biraz kitap okumak şarttı. Seyircilere yanlış bir şey söylememeliydik. Bir hayal olarak başlayan bu proje, müziklerinin ve tekstinin tasarlamasıyla yaklaşık 3 yılımı aldı. Ayrıca dahil olan her sanatçı kendinden bir şeyler kattı bu işe. Bu katkılarla bir çığ gibi büyüdü bu proje. Daha önce ne Türkiye'de, ne de dünyada denenmemiş bir formata dönüştü. Umarım altından kalkarız.”(1)

Şimdi size dünyada böylesi “eserlerin” hazırlanması konusunda çok küçük bir örnek vereceğim.

“Roger Waters operaya da el attı... Efsanevi müzik grubu Pink Floyd'un gitaristi Roger Waters, unutulmaz “The Wall” albümünde, operasal melodilere yer verse de, hiç opera yazmamıştı. Ancak bu dönem son buldu ve Waters 16 yılda yazdığı ilk operasını tamamladı. Roger Waters'ın, Fransız Devrimi'nin tarihini konu aldığı eserinin adı Ca Ira, yani Umut Var. Operada, Galli bariton Bryn Terfel ve klasik müzik dünyasının bazı yıldızları birlikte sahne alacak. 61 yaşındaki Roger Waters, Ca Ira üzerinde çalışmaya Fransız Devrimi'nin 200'üncü yıldönümü olan 1989'da başlamış...” (2)

Yukarıdaki örneği içeriğinde yeralan unsurlarıyla bilerek seçtim. Haberde Roger Waters’ın ilk defa bir opera yazdığı söyleniyor. Fransız Devrimi’nin 200. yılından ilham aldığını... 16 yıl süren bir çalışma olduğunu...

Bu operayı defalarca dinlediğim gibi, Polonya’daki gösterisini de izleme şansım oldu. Baştan aşağı birbirini tamamlanyan, belki de son yüzyılın klasik batı müziğine kazandırılmış en önemli eseri.

Geçelim, RUMİ’ye dönelim...

Sayın Orhan Şallıel bu gösterinin 3 yılını aldığını söylüyor. Çok talihsiz bir açıklamadır, yetmediği bir yana, hayatından üç yılını “almış” olmasının üzüntüsünü duyuyoruz.
"...ben yaptım oldu."

Sanat dünyanın bir çok yerinde “ben yaptım oldu” liberalizminin içine sıkıştı kaldı. Amerikan Sanat Endüstrisi tarihi sürekli çarpıtarak yaptığı yeni tarihi filmlerinde de bunları görüyoruz.

Gösteride yeralan Şems ile ilgili “3. 4. ve 5. Tablolarının” tam bir facia olduğunu söylemeliyiz. Şems’in Konya’yı ilk terk etmek zorunda kalışı ve ikinci gelişlerinde Hüsnü Şenlendirici’nin klarineti ile İsmail Tunçbilek’in elektro-bağlamasından çıkan bize seksenli yıllarda bütün sanat dünyamızı kaplayan arabesk ezgileri hatırlatan sololarını dinlerken yüreğimin daraldığını, Şems ile Mevlana’nın o an orada hemen öldürülmeye çalışıldığını hissettim.

Bu gösteriden bağımsız olarak izlediğinizde büyük bir hayranlık duyacağınız; ama Mevlana’nın 800. doğum yılının anıldığı bu programda ne işi olduğu ve neye hizmet ettiğini anlayamadığınız, gerçekten çok yetenekli dansçı Ziya Azazi’nin sahne performansına eşlik eden darbukalı çiftetelliyi dinlerken, sema yaptığı ima edilen dansçının üzerine giydirilmiş koyu iç karartıcı rengin neyi simgelediğini kendi kendinize sormadan edemiyorsunuz.

Bu gösterinin ne olduğu ile ilgili kendinize soru sorduğunuzda bunun cevabını öğrenmek için yine Orhan Şallıel’in yaptığı yoruma dönüyoruz.

“Rumi'de tiyatro, tasavvuf, şiir ne ararsak var. Türü nedir bu projenin?

“Ben de bilmiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde yok bu format. Bazen müzikal gibi görünüyor, bazen şiir gösterisi, bazen de sadece etnik bir konser gibi. Bunu 'ilk ben yaptım' diye böbürlenmek için söylemiyorum. Eğer Mevlana'yı anlatacaksanız ve onun doğum yılı 1207'den 2007'ye geliyorsanız; hem geçmişten izler taşıyan aletlere, öğelere hem de bugünlerden izler taşıyan bir DJ'ye yer vermelisiniz. Ben geçen sene Berkeley'de film müziği eğitimi aldım. Bu çalışmadaki şiirler ve anlatılar insanların kafasında bir film müziği oluşturuyor. Biz de o müziğin üzerine teksti ve şiirleri okuyoruz.” (1)

Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir format ortaya koymak çok büyük bir iddia böylesi projelerin her zaman arkasında durmaya da hazırım. Ama yaptığınız şey özünden hiçbir zaman kopmayacak. Söylediğiniz gibi; “Eğer Mavlana’yı anlatacaksanız...” üç yıldan fazlasını vereceksiniz hayatınızdan, zamanınız değerliyse, hiç böyle işlere kalkışmayacaksınız. Hele ben de bilmiyorum şeklinde bir cümle sarfetmeyeceksiniz.

Yılmaz Erdoğan

Gösterinin en önemli aktörlerinden bir tanesi de Yılmaz Erdoğan. Ben onu “otlu peynir kokan okul çantalarını taşıyan” şair olarak bildim hep. Gösteride sahneye bir girişi vardı ki, o bildik, mahallemizin Mükremin Abisi kıvamında... Üzerine nereden popüler olduysa artık her yerde görmeye başladığımız sekiz köşeli yıldızlar, Hurufi ve Havass alametleri taşıyan karelere bölünmüş tabloların içine işlenmiş Arap harflerle dolu iç gömleği geçirmiş bir halde adımladı sahneyi Mevlana rolü oynayan Mükremin Abimiz.

Sanmasın ki Yılmaz Erdoğan bu rol üzerine yapışmış da biz de onu bir türlü sıyırmayı beceremiyoruz. Asıl sorun onun üstlendiği her rolü aynı kıvamda oynuyor oluşu. O istiyor ki, herkes kendisini böyle kabullensin de onun sunduğu herşeyi istisnasız kabullensin. Kuşkusuz Şems’i elektro bağlama ve Sulukule klarineti eşliğinde uğurlayan gösteriye göz yaşı döken seyircimiz Mevlana rolündeki Mükremin Abi’yi kabullenmiştir; alkışlanmayı da eksik etmez.

Ama bize sanat yaptığını iddia edenlere bizim onlara saygı gösterebilmemiz için yaptıkları “şeye” saygı göstermeyi de öğrenecekler. Herkes yerini bilecek, nerede duracağını.

Şallıel’in üç yılını verdiğini itiraf ettiği gösterinin Yılmaz Erdoğan’ın topu topu 20 gündür içinde olduğunu okuyoruz, yine gazetelerden. (3)

Bu kadar eleştiri yeter.

Gösterinin geleneksel “eklentilerin” olduğu bölümler, hafızların seslendirdikleri ve performans gerçekten alkışlamaya değerdi. Zaten bu gösterilerde öldürülmeye çalışılsa da Mevlana hala hayatta kalabiliyorsa bu Mevlana ve Sema aşıkları sayesinde, Mevlana’nın kendi eserleri, ruhuyla ayakta duruyor.

Finalde seyircilerin arasına da giren semazenlerin sema gösterisi sırasında gözyaşlarımı tutamadım. Mevlana’nın doğumunu bu sema gösterisi eşliğinde coşkuyla hissettim.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..