Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '14

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Adı şeker kendi zehir

Adı şeker kendi zehir
 

Bugün, tamda bir şeker bayramı öncesinde, halk arasında şeker olarak bilinen bir besin grubu hakkında sohbet edelim istiyorum.

Konu karmaşık görünse de, mümkün olduğunca, kimyasal bir tabirle anlaşılır bir hale indirgemeye çalışacağım. Çünkü insanların anlamadığı bir şeye inanmasının çok da mümkün olmadığını biliyorum.

Doğru anlatıldığında, herkesçe ana fikri anlaşılamayacak bir bilimsel gerçek olduğuna da inanmıyorum.

…………………

Şimdi konumuza dönelim.

Vücudumuza ağız yoluyla aldığımız 6 temel besin grubu var ki bunlar; proteinler, lipitler (Yağ grubu), karbonhidratlar, mineraller, vitaminler ve sudur.

Bunlar bizim vücudumuzun ana bileşenleridir ve vücudumuzun hem yenilenmesi hem de enerji sağlamak için gereklidir. Hiçbirinin beslenmemizden tamamen çıkarılması da kesinlikle mümkün değildir.

Karbonhidratlar dediğimiz gurubun içinde, çay şekeri dediğimiz sakkaroz da vardır, hepimizin bildiği nişasta da. Yine ağaçların ve aslında tüm bitkilerin ana yapısını oluşturan selülozda.

Yani bu gurup bileşikler, gezegenimiz için son derece önemli bir role sahiptirler.

Karbonhidratların insan için en önemli rolü; beynimizin çalışabilmesi için gereken enerjinin sadece ve sadece glukozdan sağlanıyor olmasıdır.

Yani, beyin vücuda karbonhidrat alınmadan çalışamaz. Enerjisini yağlardan alamaz.

‘’Peki bu durumda şekerler neden zararlı’’, sorusu akla gelebilir.

Şöyle açıklamak istiyorum; şeker genel bir tabirdir, tek bir bileşiğin adı değildir ve beynin çalışması için kullanılabilecek tek şekerde evde kullandığımız, çayımıza, tatlımıza kattığımız o beyaz renkli, tatlı bileşikle sınırlı değildir.

Rafine şeker dediğimiz, o beyaz renkli ürün sadece ve sadece yaklaşık 100 yıl önce keşfedilmiş, ticari bir üründür.

Ama insanın dünya üzerinde varlığı, binlerce yıl eskidir.

Yani 100 yüzyıl önce olmayan bir ürün insanın yaşamını sürdürmek için kesinlikle olmazsa olmazı değildir, mesela Kanuni’nin sarayında şeker bulunmazdı.

O yüzden beyaz renkli, tatlı o ürünün vazgeçilmez olduğunu düşünmek, sadece ve sadece bir ön yargıdan ibarettir.

Kendi adıma 25 yıla yakın süredir hemen hemen hiç kullanmadan hayatımı devam ettiriyorum.

Burada bir çelişki var gibi görünse de aslında yok. Doğal besinlerin hemen hepsinde az ya da çok karbonhidrat vardır. Yani siz bir elma yeseniz vücudunuza bir miktar şeker girdisi sağlarsınız, bir dilim ekmek yeseniz de.

Vücuda şekerleri almanın en bilinen, en eski yolu nişastalı ürünleri, yani tahılları, patates, meyve gibi besinleri yemektir.

Nişastayı bir tespihe benzetirsek, bunun tamamı büyük bir moleküldür ve vücut bunu parçalayarak kullanabilir. O yüzden vücuda alınca onu parçalaması, yani sindirmesi gerekir. O tespihin her boncuğu glukozdur ve beyin karbonhidratı sadece glukoz olarak kullanacaktır.

Ama nişastayı yani o tespihi tek tek, boncuk boncuk parçalarken, vakit geçer, bir çok reaksiyon olur, enerji harcanır ve kanın glukoz düzeyi yavaş yavaş, kademeli olarak artar. Ama çay şekeri, nişastaya göre çok küçük bir bileşiktir ve hızla kana karışır ki, bu da tansiyon dediğimiz kan basıncının birden fırlamasına neden olabilir.

Şimdi gelelim bilindik adıyla şekerin yani o beyaz kristal yapılı ürünün çok alımının tansiyon yani kan basıncını artırmak dışındaki diğer çok önemli ve pek de bilinmeyen diğer zararına.

Özellikle, Diabet (şeker) hastalarında çok rastlanır bu vahim vahim tabloya.

Fakat rafine şekeri tüketen herkes için, az ya da çok geçerli olan bir durumdur bu.

…………….

Vücudumuz hepimizin bildiği gibi milyonlarca hücreden oluşur ve vücutta ki bu hücrelerin tamamını kapsayan bir haberleşme ağı vardır.

Vücudumuzun doğru bir şekilde çalışabilmesi için, bu hücrelerin bir şekilde haberleşmesi gerekir ki, hücre yüzeyinde bununla ilgili görev yapan bileşikler karbonhidrat yapısındadır.

Her hücrenin bir dış zarı vardır, tıpkı bir evin dış duvarı gibi. Bu duvarın içinde protein ve yağ en dışında ise karbonhidratlar vardır ve bir çeşit anten görevi görürler. Hormon adı verdiğimiz beynin habercilerin hücrede doğru okunabilmesi, işte bu dış yüzeydeki karbonhidratların doğru dizilmesine bağlıdır. Bu sayede hücreler arasında haberleşme sürer. Yaş çok ilerlediğinde bu karbonhidratlarda kendiliğin de kopmalar bozulmalar olabilir ki eldeki titremeler bir ölçüde bununla ilgilidir.

Şimdi gelelim asıl can alıcı konuya ve rafine şeker dediğimiz o ürünün asıl yıkıcı etkisi ile bu anlattıklarım arasındaki ilişkiye.

Gereğinden çok şeker alındığında ne olur sorusunun cevabına;

Kanın basıncı artacak tansiyon yükselecektir ki bu herkesçe bilinir.

Kanda çok fazla olan ve tamamı hücre içine alınamayan gulukozun fazlasının bir kısmı yağa çevrilecektir. Bir kısmı ise hücrenin dış yüzeyine bağlanacaktır ki, buna bilimsel olarak glikolizasyon veya glikozillenme denir.

Yani efendim, kandaki fazla glukozu düşürmek kan basıncını azaltmak adına vücudun bulduğu bir çözüm olarak da düşünebileceğiz bu durum hücrenin doğal dış yüzeyini bozar.  Dış yüzeye yerleşen bu fazla şekerler bir çeşit işgalcilerdir. Tüm yüzeyi sararlar ve sizin hücrelerinizin haberleşmesine, doğru çalışmasına, beyinden gelen emirlerin yapılmasına engel olurlar.

Bu olay en çok şeker hastalarında görülür ve o yüzden yaraları kapanmaz, elinin ayağının hissetmesi azaldığından yandığının üşüdüğünün farkına varmaz, bağışıklık sistemleri çöker. Çünkü bu sistemde çalışan lökositlerinde dış yüzeyi şekerle kaplanmıştır.

Bu süreç, elin ayağın kesilmesine, hastalık direncinin sıfırlanmasına kadar gider.

Yine bu dış yüzeye yerleşen fazladan şekerler, derinin sertleşmesine, elaskiyetini kaybetmesine ve çok erkenden kırışmasına da sebep olur. O yüzden şeker hastaları, şayet diyetlerine dikkat etmezse çok erken yaşlanırlar, fakat aynı şey herkes için geçerlidir.

Bana göre genç görünebilmenin, ilerleyen yıllara rağmen hala kırışıksız bir cilde sahip olabilmenin altın anahtarı budur.

‘’Hayatınızdan, rafine şekeri çıkarmak’’.

Emin olun, aç kalmazsınız, başınız dönmez, siz yine hayattan kalır ve tat alırsınız.

Bunu size garanti ediyorum.

Bunu bir dilim ekmekle, bir kaşık balla, bir salkım üzümle de başarabilirsiniz.

Özetlemek gerekirse; karbonhidratlar vücudumuzun olmazsa olmaz bir besin gurubudur mutlaka günlük olarak alınması gerekir. Ama bunun yolu kesinlikle; çay şekeri dediğimiz o yaklaşık 100 yıl önce bulunan beyaz kristal ürün, ya da tüm içeceklerde ve şekerlemelerde, tatlı gurubunda bulunan mısır şurubu değildir.

O yüzden önce kafamızdaki bu ön yargıyı silmemiz, vücudumuzun özellikle beynimizin olmazsa olmazı bu besin gurubunu, mümkün olduğunca doğal yollarla hazırlanmış tahıllardan, meyvelerden vs alabileceğimizi bilmemiz gerekir.

Aksi takdirde, adı şeker olan o rafine edilmiş ürün sizin için bir zehire dönüşür.

Sizi yavaş yavaş, hücre hücre öldürür. Abartılı almanız halinde bunu hızlı yapmak da onun için, hiç ama hiç zor değildir.

 

‘’Ya siz onu hayatınızdan çıkarırsınız, ya da o sizi hayattan çıkarır’’.

 

Seçim sizin, benden söylemesi.

Sıkmadığımı düşünerek bugün ki sohbetimize son vermek istiyor, son söz olarak diyorum ki;

 

Nedir sizin için gerçekte vaz geçilmez olan? Sağlığınız mı, rafine şeker mi??

 

Bu sorunun cevabı, gayet basittir bence.

 

İyi bayramlar diliyorum herkese, sağlıkla, mutlulukla...

 

Saygılarımla….

 

 

Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir

26.07.4

Muğla 

 
Toplam blog
: 130
: 1375
Kayıt tarihi
: 08.04.14
 
 

Muğla Üniversitesinde Prof. Dr. olarak çalışmaktayım. Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkez..