Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '19

 
Kategori
Felsefe
 

Althusser Felsefesi

Althusser Üzerine Notlar:

"...Çünkü ben önce bir insanım, sonra Fransız'ım. Ben mecburen insan olarak doğdum ve tesadüfen Fransız oldum" - Louis Althusser

Althusser felsefesine her zaman kendi aklını kullandığını belirttiği bir sözüyle başlamak istedim. Günümüzde etnik ve kültürel farklılık kavramları ile işçi hakları birlikte işler Althusser'e göre, bu yüzden bütün alt katmanları (sınıf, kültür farklılığı) bir arada ele alır. Dünyayı ikisi değiştirecektir. Çünkü artık ikisi birlikte mücadele vereceklerdir. Althusser'e göre önce ahlaklı bir toplum olunması gerekir. Çünkü eskisinden farklı olarak artık bu tarz olgular felsefi-politik bir konum kazanmıştır. Klasik liberalizm (Popper - Hayek) veya ulusalcı sol - kapitalizmin (Foucault) ürünü olan sivil iktidarların içeride bir sürü tehlikeye gebe olduğunu, ülke bütünlüğü veya darbelere açık kıldığını söyler. Bu yüzden Althusser ile mücadele etmek retoriktir aynı zamanda. Athusser bunun yerini askeri bir toplumun alıp iç değil dış tehlikelere karşı ülkeyi koruyup daha güvenli bir iktidar alanı oluşturmak ister, en azından ülke içindeki ihanetlere karşı duracak bir sistem önerir. İç sorunlarını aşabilen ülkeler daha güçlü olacaklardır ona göre. Althusser, Hegelci anlamdaki devletçi fikirleri değil egemenlik fikrini kullanır Rousseau'nun yaptığı gibi, böylece ekonomik sorunların da önüne geçilebilecektir. Althusser'de liberal sol ve sosyalizm şeklinde ikili bir sistem vardır. Klasik emperyalist liberalizminden oldukça farklıdır. Wallerstein bu yüzden Irk, Ulus, Sınıf kitabında Marks'ın hem liberal hem sosyalist bölünmüşlük içinde olduğunu söyler. Aslında kastettiği günümüz Marksizmi'dir yani Althusser sonrası Marks'tır. Burada ben esasen kısa kısa Althusser felsefesindeki kendisinin de kullandığı kelimeler üzerinden bazı temel kavramlarını açıklamaya çalışacağım.

Üst-belirlenim:
İlk olarak üst-belirlenim kavramı ile başlamak istedim. Althusser'de "üstbelirlenim" Freud'dan ödünç alınan bir kavramın tekrar felsefesinin yapılmasıdır. Üst belirlenim antogonist felsefe gibi karşıtını yok etmek onu muharebede egale etmek gibi klasik felsefi modellere alternatif sunmaktadır. Artık antogonist felsefe yoktur. Ama onun yerine Hegelci sentez fikrini de kabul etmemek gerekir. Althusser'de karşıt kutupların sürekli yeniden üretildiği pasif bir savaş modeli vardır. Antogonist felsefe gibi karşıtını yok etmek değil veya Hegel gibi sentezlemek de değil yani eşit kutupların bir ortalamasını alıp onu aşmak için de kullanılmaz. Karşıt kutuplar vardır bunlar savaşım halindedir ama sürekliliği de vardır kendisini yeniden üretmek zorundadır. Yani karşılıklı birbirine düşman ama birisi diğerinin yerine geçmeden, diğerini yok etmeden var olmak zorundalar. Tek bir merkezden hareketle açılan bir cephe de değil farklı çelişkilerin kronolojik bir sırayla oluşan hareketi olarak vardır. Hegel ile bir diğer farklılık da buradadır. Hegel'de eşit güçlerin ortalaması alınır ve bu şekilde çelişkilerden aşılabilir. Ama Althusser'de bu da yoktur, birisi diğeriyle eşit sentezlenmez. Hegel ile benzerliği estetik boyuttadır. Çünkü Althusser bilinç-dışını aldığı için estetik bir kullanıma sahiptir.

Öznesizlik ve Ereklersizlik Üzerine:
Althusser'de tarihin öznesi yoktur. Veya öznenin kurucu anlamında ele alabileceğimiz tarihin özgür eylemi yoktur. Bu yüzden tarihin devindiricisi olarak ele alabiliriz. Özne bir devindiricidir; yani özne, sınıf ilişkilerini yeniden üretir. Tarihin bir öz veya köken, neden olma durumu söz konusu değildir. Tarihin öznesiz olması önemlidir Althusser için. Çünkü özne insanın tarihidir, nesneyi kendisine güdümlü kılar, kendi doyumunu bulur nesnede. Althusser'e göre ise tarihi yapan insanlar değil, kitlelerdir. Buna bağlı olarak insanın bir tarihi de yoktur. Farklı bir şey olarak tarih vardır, öz olarak değil nesnel olarak. Mesela insani sömrüden ziyade sınıfsal sömürüden hareket edilebilir. Sadece sınıflardan değil de sınıf mücadelesinden söz edilebilir. Bu yüzden insanlar tarihi oluşturamazlar, olan ile ilgilenirler. Ereksellik ise ben bir amaç için hareket ettiğimde onun evrenselde son bulması olarak ve saltık öz-bilincin gelişimini en yüksek bilince taşıyor olarak çalışır. Ereksellik sadece töz olarak değil özne olarak da kendisinin bir açımlanışı olarak vardır. Nesne kendisini ancak bu özne ile bilebilir. İşte bu tarz kendiliğindenci fikirlere karşı çıkıyor Althusser ve özne-ereksellik yapısını reddediyor. Daha önce Marks, Hegel'in devamıdır demiştik Althusser o devamlılığı reddediyor işte burada. Çünkü ereksellik ve özgür öznenin olması için kamusal alanın daha basit, ulusal sınırları içinde olması gerekir. Marks burada Hegel'in bürokrasisine devrimi eklemişti çünkü ekonomik ve siyasi yapısı nedeniyle bürokrasi zayıflayıp, güçsüzleşebiliyordu o zamanlar. Fakat günümüzde bürokrasi diğer kapitalist ülkelerin yardımıyla ayakta durabiliyor. Erekselliğin ortadan kalmasında en büyük etken iktidarın tekelci durumunun artık var olmamasıdır. Bürokrasi bu tekelci iktidarı ortadan kaldıracaktı Kapital'de. Bürokrasi devrimin tek aracıydı. Marks, Althusser'e göre daha devletçi o yüzden meta kavramını kullanır ve onun neden olacağı siyasi krizlerin sistemi devrime götüreceğini söyler. Günümüzde artık klasik şekilde bürokrasi içinde değil de başka bir şeye, kitlelere yüklemeye ihtiyaç duyuruyor devrimi. Öznesiz ve ereklersizlik hali eski hantal bürokrasinin giderek daha akıcı ve korunur olmasından kaynaklı bir önlemdir. Artık devrimi kitleler yapmak zorundadırlar. Dolayısıyla artık küçük-burjuva, bürokratik yadsınmanın yadsınması da yoktur. İnsanın durmadan kendi özüne geri dönmesi söz konusu değildir artık. Erekselci yaklaşım insanın gelişiminin toplamında ulaşılan evrenselliğin kavramda kendisini keşfetmesidir. Böyle bir kendisini keşfetme, çiçeğin gelişip sonra tekrar ölüp sonra tekrar tohumdan çiçek olma şeklindeki sürekli aynı şeyi meydana getiren devinimi yoktur artık.

Epistemolojik Kopuş:
Althusser, Alman İdeolojisi ile daha önceki eserleri arasında bir kopuş yaşadığını söyler Marks'ın. Bilgiden deneyciliğe doğru gider Marx Althusser'e göre. Burada Althusser acaba Marks'ı değiştirmiş midir? Biraz öyle gibi görünüyor. Ama Althusser, çoktan önemini kaybetme noktasına gelmiş olan eski bir düşünürü 21. yy. koşullarına uyarlamayı başarmıştır. Epistemolojik kopmadaki yanlışlamanın yanında yine de son kertede belirleyici olan aşırılıklardır yani doğruluktur. Yanlışlık ise Althusser'in değimiyle babasız çocuğa resmi düzeyde bir baba uyduracaktır. Daha önceki bir yazımızda eleştirinin bir kopma olmadığını varolan kazanımların üzerine yenilerini eklemek olduğunu söylemiştik. Marks örneğinde Hegel'in kazanımlarının üstüne yenilerini eklediğini söylemiştik. İşte Althusser burada Hegel'den Marksist teoriyi kurtarıyor. Burada Althusser eskinin reddi, yepyeni bir teorinin varlığını kabul ediyor. Marks aslında Alman idealizmini eleştirmiyor ondan bir kopuş yaşıyor demektedir Althusser. Marks'ın erken dönem eserleri ile geç dönem eserleri hep karıştırılırdı Althusser'den önce, Althusser ise sanıldığı gibi Marks'ın sadece Hegel ile değil Feurebach'ın hümanizmi ile de bir ilgisi olmadığını göstermek istedi özellikle. Ama nesnelliği yani şeyleşmeyi de Marks'a katıyor. Epistemolojik kopuş yapısal bir mutasyonla birlikte vardır, gençlik döneminden olgunluk dönemine geçerken yapısal bir değişim yaşanır. Sorunsallaştırma da işte bu yapısal mutasyonun ortaya konması için kullanılır. Erken dönemlerinden geç dönemlerine geçerken bir değişim, kopma yaşıyor Marks'ın felsefesi. Belirli bir aşamada değişim yaşanıyor. Daha sonra göreceğiz post-modernizm gibi Althusser'de de uzmanlaşma yoktur. Epistemoloji, varlık ve uzmanlaşma ile ortaya çıkabilir. Uzmanlaşmanın olmadığı yerde epistemolojik kopuş meydana gelir.

Somut Öznellik ve Töz-Özne İlişkisi:
Althusser özneye daha öncekilerden ayrı yepyeni bir tanım vermektedir. Özne idealizmde soyut olarak ele alınırdı, materyamizmde ise somut nesnellik vardır. Althusser burada öncülleriden daha farklı bir yola sapıyor diyebiliriz. Özne ilk defa burada somut bir şey olarak ele alınıyor. Althusser'in bir kısmını Hegel'e kadar götürmek mümkündür; töz-özne ilişkisi olarak, yani en başa dönen bir zaman değil geleceğin habercisi olan bir zaman ifadesidir. Bu yüzden nedenlerin yanında amaçları da ele alır. Althusser'in meşhur "öngörü" toplumu buradan gelir. Geleceğe yönlendirir bizi felsefe. Bu geleceği amaç edinmek, geleceği bugünden görmek veya yarının artık bugün olduğunu söylemekle aynı şey değildir. Bunun yanında; Althusser'de Marks'ta olduğu gibi gerçekliğin nesnesi yoktur. Marks somut olarak somutluğu inceler. Marks için üst yapı somut gerçeklikten izole, apayrı bir yerde duran bir kavramdır. Althusser'de ise alt-üst yapı birbirine denk hale getirilir. Althusser'de ayrıca bilgi nesnesi önemlidir. Fakat klasik anlamıyla soyut olarak değil düşüncelerimizden (soyut olandan) somuta giden bir süreçtir. Bilgi nesnesi ise Marks'ın Leninist bir okumasından hareketle gösterilir. Lenin'in diyalektik sorun üzerine yazısında belirttiği Marksizm bilgi nesnesidir sözüne atfedilir. Bunun yanında Althusser'de kavramsal olanla hareket edilmez veya bütün parçalandıktan sonra onun çelişkili her bir parçasının "kavranması" meselesi yoktur. Bu yüzden özne-töz ilişkisini tersine çevirir ve şimdiki zamanı geçmişe bağlamaz, tam tersine gelecek olgusu üzerine odaklanır. Önemli olan öngörü yapabilme yeteneğinizdir.

Öznenin Yeniden Üretimi ve İdeoloji:
Öznenin yeniden üretimi bir "amaçsallıktır" ve Marks'tan kaynağını alır. Ama ereksellik anlamında değil, geleceği öngörmek anlamında... Bunun için de seçimlerimizi miras aldığımız, tarihten gelen koşullar içinde sadece olanı ele alarak yaparız. Bu şekilde eski kazanımlar üzerinden şimdiki zamanın bir "özeleştirisi" yapılabilir hale gelinir. Böyle olunca zaman kendi açıklığı içerisinde okunabilir olur. Althusser'in dikkat çekmek istediği bir konu olduğu için kullandığını düşündüğüm "Özeleştiri Öğeleri" kitabının adı buradan gelir aslında. Böylece gelecek hakkında bir öngörü zemini oluşturulabilir. Özeleştiri yaparak öznenin korumasız bırakılması, kesintiye uğratılıp yeniden kurulması değil, özne olarak güvenliği dahilinde sadece olana bağlı kalarak sürekliliğinin sağlanması istenir. Buradan hareketle Althusser'de ideolojinin de yeniden üretildiğini anlıyoruz, ideoloji de aynı "özne" gibi çalışır. İdeoloji ilk kez (Althusser'in özne tanımı ile birlikte) imgesel olanın "boş" veya bir "hiç" olmadığı tam tersine, ne yaptığının farkında olan bir faaliyet olması gerektiğini gösterir. Bu yüzden Freud'un bilinç-dışı tarihi gibi ideolojinin de tarihi yoktur. İdeoloji, Nietzche gibi mutlak şiddet değil ama nispi şiddettir. A enerjisini B enerjisine dönüştüren bir şiddet fazlasıdır. Aynı zamanda Althusser teorik bir felsefedir, bu yüzden sosyal bir süreçtir devrim. Ve psikanaliz, estetik, antropoloji Althusser'in alanındadır, doğa ise klasik modernistler gibi sabit değil sürekli değişim halindedir. Althusser'in sosyalist kanadına giden yolda ise iktidarı devirmek değil bambaşka bir yaklaşım olarak doğrudan devlet aygıtını parçalamak vardır. Bu da klasik Marksizmin çok ötesinde bir gelişmedir. Benzer olan yönü ise eski Marksizm ile benzer şekilde "demokratik sosyalizm" değil "prolaterya diktatoryası" içinde konumlandırmasıdır kendisini. Örneğin Foucault, Hegel gibi ortak bir iyiyi hedeflemiyor belki ama demokrasi egemenlerin iktidarına açık bir yönetimdir. Aynı zamanda Althusser, Popper'ın yanlışlamasını ondan devralır tek fark ondan emperyalizmi çıkarıp üretim toplumunu koyar. Çünkü gerçeklik bir yasa değil tezlerin içinden elenerek ortaya çıkar.

İnanç, Vicdan ve Hukuk Nedir?:
İlk önce etnik, sınıfsal, cinsiyet mücadeleleri Althusser'in alanına girerken, Foucault bunu yıkmak ister. Fakat buradan başka bir şeye geçeceğim. Baskı unsuru dediği hukuk'u aynı zamanda vicdan-ahlak ile birlikte nasıl kullanır Althusser? Bu işte Althusser'in hem liberal sol hem sosyalist olmasındaki ikicillikten kaynaklanır. Biz burada daha çok liberal-sol kısmına değineceğiz. Yasa üretmek ile egemenlik aynı şeylerdir egemenlik için de hukuk'un olması gerekir. Hukuk güçlendirilir bunun bir yanı merkezi iktidarı güçlendirmekken diğeri de iktidarın hareket alanlarını daraltır yani hile ve taktik olarak enformasyonu kullanması sınırlandırılır. Bunun yanında iktidarın keyfi yasalar çıkarması ve keyfi sergileyeceği iktidar otoritesi engellenmek istenir, bu yüzden hukuk vicdanı üretir. Merkezi iktidarı kalıcı kılmak için kalıcı yasalar üretmek ister, öteki taraftan da yasaları bilimsel araştırmaya tabi tutar. Althusser hak ve adalet arayışıyla Foucault'cu arzu veya süper-egoyu (arzu) ortadan kaldırıp yerine vicadanı getirir. Vicdan topluma ahlakı getirir, ahlaklı insan vicdan sahibidir. İktidarın yasaları kötüye kullanmasının önüne geçmek ve ahlakı değerli kılmak için iktidarı sınırlar kısacası. Althusserci yasaların farkı burada başlar çünkü yasalar bunun için üretilip, faaliyet göstereceklerdir. Yasaların iktidarı sınırlandırmasıyla ahlak ve adalet kavramının sürekliliğini sağlar ve hukuk'un da kendisini yeniden üretmesini tetikler. Hukuk, vicdan, ideoloji (entelektüel yasa koyucu) birbirine bağlı olarak kendilerini yeniden üretme aşamasına gelirler bu sayede. Konuyu özetlersek; hak ve adalet arayışları vicdanı yaşatır, yasalar (ideoloji) ise hukukun doğru çalışması için iktidarı denetler. Böylece birbirini beslerler, Althusser'in o kısa değimiyle ideoloji (aydın sınıfı) vicdanı kullanarak faaliyet gösterir o da ahlakı tetikler. Yasa zaten hak (hukuk) demektir ve egemenliği anlatır. Tabi yasa yapıcı olan entelektüel kesimi klasik burjuva tipi bilinç aydınları olarak değil inanç aydınları gibi ele almak gerekir. Böylece Althusser'in meşhur formülü "inanç, vicdan ve hukuk" ortaya çıkar.

Teori-Pratik İlişkisi:
Althusser, Hegel'den miras kalan ampirizm kavramını eleştirir. Hegel'de duyusal olana tekabul eden ampirizm aslında gerçeği bilememek demektir, çünkü Hegel amprizimi duyusalın yanılsamasıdır yani bir aldatmacadır bu yüzden gerçeğin yolu sayısız bireylerden geçen bir bütünlüktür ona ulaşmanın sonsuzca eğilim ve türü vardır. Bu yüzden her parçanın birlikte nefes aldığı atom gibi birbirine bağlı bir bütünlüğe sahiptirler. Buna karşı Althusser teorik içeriğe odaklanır daha çok. Althusser'e göre salt bilimsel bir pratik, teknolojik bir ampirizme düşer. Felsefi bir pratik, teorik bir bilim olması zorunludur. Ama o ölçüde de tersine bir ilişki olarak felsefe teoriye, bilim pratiğe mahkumdur. Yoksa son kertede bilim belirleyici olamazdı. Bu şekilde felsefe\bilim ilişkisi sağlanmış olur, Althusser'de felsefe etkin olsa da unutmayalım ki son kertede bilim belirleyicidir. Marksist teoriye içeriğin kendisinin olan bilgisiyle yaklaşmak ister bu yüzden her şeyin pratiği bir teorik pratiktir. Ne sadece bir teori ortaya konulabilir ne de sadece bir pratik ortaya konulabilir. Teori ile pratik bir arada kullanılmalıdır. Komünizm hayaletinden korkmamalıyız. Soyutlama yeteneği sadece hayal alemine hapsedilmemeli, aynı zamanda kavramsal somutluk olarak da ele alınmalıdır. "Soyutlama, somut bütüne ait bir parçanın ondan ayrılması, çıkarılması demek değildir. Soyutlama somuta bağlıdır, değişebilen tarzlara göre ondan türer… Ancak soyutlamanın tipik özelliği somutun bir özelliğinden başka bir şey olmasıdır, çünkü somuta bir şey ilave eder. Peki ne ilave eder? Somutu ilgilendiren (dilbilimsel, hukuksal, toplumsal, ideolojik) bir ilişkinin genelliğini. Dahası bu ilişki kendini fark ettirmeden somuta egemen olur; somutu somut olarak kuran da bu ilişkidir." Dili mesela Marks gibi söylem düzeyinde somutluk olarak kullanmamış, soyut olarak kullanmış. Althusser'e yapısalcı denilmesindeki en büyük etken budur. Ama Althusser soyut yapıların bir şekilde somutluk adına çalıştıklarını söyler ve somut olana hizmet ederler demektedir. Popper mesela sadece ampirik bir bilim öneriyordu bu bilimi sadece teknolojiye indirgemek demektir. Aynı şekilde felsefe de pratikten ayrı düşünülemez. Teorik-pratik ilişkisi ile Marks'ın içeriğe ne anlam yüklediğini göstermek ister Althusser. Bu yüzden tarihe modern burjuva toplumunun bağrındaki kronolojinin oluşturduğu görece özerk bir bütünlükten başlamak gerekiyor. Tarihe kronolojik bakmanın yolu teori ile pratiğin birlikte ele alınmasıyla mümkün olabileceğini söyler. Böylece öngörü alanının önü açılmış olacaktır ve bütünsellik karşıtına dönmeden yani asla bozulmadan işleyebilecektir.

İktidarın Temeli:
Daha önceki bir yazımda Marks, Hegel'i reddetmiyor onun kazanımlarını daha ileri taşıyor demiştim. Yani o Hegel'i devrimcilerştirmişti. Buna sebep olan şeyin de o dönemki meta ilişkilerinin henüz başlangıç evresinde olmasına bağlamıştım. Çünkü klasik iktidarlar ve iktisat ilişkileri mülkiyet kavramı üzerine kuruluyordu, fakat yeni gelişen meta ekonomisi ise bu mülkiyet ilişkileriyle ters hareket ediyordu. İşte Marks bunu fark etti ve ekonomi politiğin eleştirisini yazdı yani mevcut mülkiyet ilişkileri ile burjuvazinin ulaştığı meta ekonomisi birbirine uymadığını açıkladı. Bu çelişkiyi bertaraf edecek tek sınıf prolateryaydı. Çünkü onun mülkiyeti yoktu. Fakat tam tersi oldu, çünkü meta ekonomisi çok yaygın hale geldi. Böylece burjuvazi mülkiyet haklarından feragat etmek zorunda kaldı. Bu da üretim toplumundan finans kapital'e geçilmesine sebep oldu. Artık mülkiyet ilişkileri kalmadığına göre Foucault devreye girer ve iktidar bir sınıfın edinilmiş mülkiyeti değil strateji ilişkileridir diyebilirdi. Çünkü eski sistemde mülkiyet giderek tekelleşiyordu bu da sistemi tehlikeye sokuyordu. (Bazı cahillerin işçilerin sayıca çok olmasından ötürü akılsız olduğunu söylemesine rağmen eğer azınlık halindeki -tekelci- iktidarlar devam etseydi sayıca "çok" olan işçiler galip gelir devrimi başarırlardı, azlık-çokluk ilişkisine benzemez kapitalist-emperyalizmin sürdürülmesi olayı. İşte en azından bunları bilmek gerekir.) Foucault buna çözüm olarak iktidarı bir tekel olmaktan çıkarmakla başlar.

Kapitalizm'de Marks'tan beri mülkiyet ilişkileri mecburen üretim toplumunu gerektirir. Althusser burada devreye girip, Foucault tarzı iktidar ilişkilerini ters-yüz eder. Yani o üretim ekonomisini kuracağı için iktidardan zamanın hızı kavramını çıkarıp tekrar mal, mülk ilişkilerini sokar. İktidar tekrar bir madde ilişkisine döner. Bu yüzden daha klasik bir iktidar modeli vardır diyebiliriz, yani Foucault'taki gibi işçilerin tembellik hakkını kabul etmek yerine üretimi kabul eder. Üretim toplumuna geçebilmek ancak ve ancak Althusser gibi ulusalcı politikları geride bırakmakla mümkün olabilir. Ancak Keynes'in üretim toplumuyla karıştırmamalı. Keynes üretim maliyetinin rasyonel öngörüsüne dayalı psikolojik bir iktisattır. Ama Keynes'in temeli yine bir yerde Marks'ın dünyadaki hegemonyasına bağımlıydı, onunla aynı şey olmasa bile... Orada önemli olan girişimcinin mümkün oldukça rekabetin zararlarından kaçınarak başarmak istedikleridir yani enflasyon ve fiyat hareketlerinin kontrolü sağlanmalıdır yani planlı ekonomi. Tabi bir de günümüzde devletlere tehlike az gelişmiş ülkelerden gelimiyor, medeni ülkelerden az gelişmiş ülkelere yayılıyor. Eskiden yeni gelişen Almanya, İngiltere gibi bir sanayi ülkesine fikir ithal edebiliyordu. Bugün için bizim gibi az gelişmiş ülkelerin güçlenmesinin yolu liberal solcu/sosyalist Althusser politikalarından geçiyor. Popper'dan beri (klasik liberalizm) batı gericiliği temsil eder. Çünkü bilimsel pratik teknolojiye indirgenmiştir. Onun yerine teorik bilgi olarak az gelişmişlik ile ilericilik konusu önemlidir. Feyeraband'da aynı şekilde bugünün gelişmiş batı medeniyetini sonradan görme olarak adlandırır. İlericilik, salt gelişmişlik değildir günümüzde. Klasikler gibi sanayisi olan ülke ilericidir diyemeyiz. Çünkü pratik aşırı teknolojik bir hiper-gerçeklik olarak görünüyor. Althusser daha çok az gelişmiş ülkelerin çıkarına çalışır.

Son Aşama: Gelecek Uzun Sürer...
Althusser demişken psikanalize de girilebilirdi ama pek istemedim. Althusser dünyayı değiştirme görevini olgun kapitalizmden alıp çocuk kapitalist evreye bağlar. Artık bilgi uzmanlığı gerektirmiyor post-Marksizm. Ve ona göre dünyada olaylar iki kere yaşanır. Birincisi büyük estetiksel anlamda trajik olarak, ikincisi küçük düşünceler anlamında komedi olarak. Ama yine de Althusser ikincisinde derinlemesine değil daha yüzeysel bir bakış açısı koymak isterdi sanırım. Althusser öldükten sonra bu kitabını çıkarmıştı, kitabın adı: Gelecek Uzun Sürer. Yalnız hemen bir şeyi belirtmek isterim Althusser'e göre dünyayı uzmanlar, felsefe, sosyoloji profesörleri değil sıradan vatandaşlar değiştirirler. O yüzden Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş kitabını da yazar. “Düşünmek yalnızca aydınlara, üniversite gibi kurumlara bırakılamayacak kadar ciddi bir meseledir.” Epistemolojik kopuş burada önemli. Toplumsal konularda sadece uzmanların söz sahibi olması doğru değildir (onlar anarşizm, ütopik sosyalizm konusunu aşamazlar) çünkü bilinçsizce mücadele verirler ama bizim gibi hep kaderin son sözü söylediği gecenin alaca kuşağındaki doğu toplumları için bunun tersi kabul edilmiştir, gençler veya vasıfsız kişilerden (hatta çocuklar, zenciler, kadim gerçek olarak azınlıklar vs. diye burun kıvırdıkları kişilerden) ziyade genellikle uzmanlar tercih edilir. Halbuki hayal değil gerçek olmalı kadim gerçeğimize dönmeliyiz yani sıradan insanlara da güvenilmeli, eğer dünyayı değiştirmek istiyorsanız. Hem genç hem azınlıksanız gerçeğiniz hor görülür, yani Althusser'in tam tersi yapılır bizde. Sanırım böyle toplumlarda elit görünmek adına herkes popüler kültüre karşı ne yapılmaması gerektiğini söyler bizim toplumumuzda ama kimse kendisini düşünerek söylemez bunları, yine de hemen herkesin bir fikri vardır sadece popüler kültür değil gençler konusunda bile. Bizde alim gibi görünmek önemlidir, hep uzmanlara değer verilir. Deleuze bir konuşmasında artık baskı altına alma değil kapatılma vardır ve gelecekte akademi ile iş hayatı birleşecek demişti. Kapatılma arttıkça akademik görüşler daha da önem kazanıyor.

Aslında gençlerin akitf politikası, felsefesi Hayek'ten beri vardır, Althusser'in (gerçek) farkı ise galip gelirse" entelektüel toplumu" hakim kılacaktır, ulusalcı Foucault sisteminden farklıdır. O yüzden doğulu toplumlarda dünyayı değiştirmek önemsizdir, çok zeki oldukları için kaderlerine razı gelirler asla özeleştiri yapmazlar. Fakat bir yerlerde Althusser bile dünyayı değiştirme çabalarına bazen bir ömür yetmez demiştir, ama yine de Althusser sistemi Marks kadar ütopik değildir bunun da bilinmesi gerekir. Belki de Mevlana'nın dizeleriyle bu geleceği bekleyebiliriz. Çünkü unutmayalım ki sosyalist/liberal sol anlayışı post-modern dünyada inanç dünyasından uzak kalamıyor. İnançsızlığı daha çok Foucault devralmış görünüyor. İlginç bir sentez yapmış Althusser diye düşünebilirsiniz. Sol ile inancı bağdaştırmış. Katılan, katılmayan olabilir pek tabi ama biz burada ona uymakla mükellefiz. Bence olabilir bir sentez, neden olmasın? Her şey olabilir hayatta. Solcusun diye inançsız da olacaksın diye bir kaide yok sonuçta. Althusser'e sen Marksist olmadan önce dindardın diye sorarlar; o da evet, çünkü ben enternasyonalist birisiyim diye cevaplar. Althusser'de inanç sistemi daha modern ve ılımlıdır diyebiliriz. Öyle ki Pascal'dan bile örnekler verir. Althusser sisteminin liberal kanadının en çok eleştiri alan kısmı bu olabilir.

Ozan GERÇEK (Denizli)

 

 

 
Toplam blog
: 8
: 175
Kayıt tarihi
: 04.01.19
 
 

İktisat mezunuyum, felsefe ve ekonomi ilgi alanlarımdır ..