Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '17

 
Kategori
Güncel
 

Bir rüya gördüm uyanınca anlatacağım

Bir rüya gördüm uyanınca anlatacağım
 

Doktor ve hasta


Derin uykudaydı ve rüya görüyordu. Doktorlar, hastaneler, MR'ler, tomografiler, raporlar ve sonunda teşhis... Kabulü zor bir gerçekle karşı karşıyaydı. İnanmak istemedi; "bu olamaz, olmamalı" dedi. Evet evet, o bir rüya görüyordu. Gözlerini açtığında  her şey sona erecek, kabustan kurtulacaktı.

Çevre, insanlar, arabalar, yollar, sokaklar, binalar... Hastaneler, doktorlar, biyopsi uzmanları, bedeni ve beyni tarayan cihazlar, bindiği araba... Yön işaretleri, çevresini saran araçlar, yanıp sönen sinyal lambaları, farlar, kornalar... hepsi o kadar yalın ve somuttu ki; adeta tüm detaylar farkedilebiliyordu. Eğer bunlar rüya ise, kesinlikle hayat da rüyadan ibaretti.

Başına gelenle yüzleşmek, onu kabullenmek istemiyordu. Buna karşın, var olanı inkarın, yok saymanın, isyan etmenin, gözyaşının ve hüznün hiç bir yarar getirmeyeceğini biliyordu. En yoğun ve en derin duyguların bile belirlenmiş yazgıyı (kuralları) değiştiremeyeceğinin ayırdındaydı. Çünkü hayat, insana kader noktasında tercih hakkı tanımıyordu. Ona hayal ettiğini değil, istediğini veriyordu. Aksi olsaydı kimse hasta olmaz, sakat doğmazdı.

Bazılarının iddia ettiği gibi hayata direnerek, karşı koyarak mukadderatı değiştirmek, takdirin önüne geçmek mümkün değildi. Aslında bu kaderi yok saymak, bireyin tüm hayatının sadece kendi iradesine bağlı olduğuna inanmaktı. Bu fikri savunanlar iki konuyu, (yani kişisel iradeyle kaderi) birbirine karıştırıyordu. Evet, insan aklını kullanarak, emek ve çaba sarf ederek hayatının seyrini değiştirebilir, geleceğini daha iyi bir hale getirebilirdi. Kendisi ve ailesi için iyi bir yaşam hazırlayabilir; hastalık, kaza, bela gibi istenmeyen durumlara karşı koruyucu tedbirler alabilirdi. Tüm bunlar ve benzerleri herhangi bir insan için mümkün işlerdi.

Kader ise, sözü edilenlerden tamamen farklıydı. Kader, kişisel iradeden bağımsız olarak, kontrol dışı gelişen olgu veya olaylar bütünüydü. Üstelik onun, çakan bir şimşeğin, çatıdan kopan bir kiremit parçasının yüzlerce insan arasından birini hedeflemesi veya kontrolden çıkmış bir otomobilin yol kenarında bulunan insanlardan bir kısmını ıskalayarak, bir kısmını öldürüp yaralaması gibi bir seçiciliği vardı. Kader, bazen güldüren, bazen de öldüren sürprizler saklar bunları, münasip gördüklerine takdim ederdi. Doğrusunu söylemek gerekirse büyük küçük, zengin fakir, yaşlı genç, alim zalim hiç kimse kaderin hükmünden muaf değildi.  

İnsan, başına gelmesi muhtemel bir çok hadiseyi aklından geçirebilirdi. Fakat bunların hiç birini somuta indirgeyemezdi. O, "şurada, şu saatte başıma gelecek kazadan, filan yerde kayıp uçurumdan düşmekten veya şu gün, şu saatte saldırıya uğramaktan kurtulmak için şimdiden hazırlıklı olmalıyım" diyebilecek bir yapıda ve  basirette yaratılmamıştı. Eğer öyle olsaydı, bir çok kaza, saldırı ve hastalığın önüne geçilebilir, özellikle genç yaşta ölüm vakaları büyük ölçüde azalabilirdi.

Kader insan için asla tahmin edemeyeceği, önceden bilemeyeceği sürprizler saklamaktaydı. Tesadüfler, bu acı sürprizlerden (hastalıklar gibi) bazılarının erken teşhisine yardımcı olsa bile akibet değişmemekteydi. Kısacası kader tecelli ettiğinde, çoğu kez geri dönülmez bir yola girilmiş olurdu.

Bilinen nedenlerden ötürü herkes gibi o da ölüm fikrine yabancı değildi. Zira ölüm, hayatın zıddıydı ve kaçınılmazdı. Daha açıkçası her canlıya şu veya bu nedenle ecel ulaşmakta ve onu bu dünyadan çekip almaktaydı. Bunun bir gerçeklik olduğunu düşünmemek, herkes gibi bir gün kendisinin de öleceğini aklından geçirmemek imkansızdı. Sık sık şahit olunan cenazeler, bedenimizi sarsan ağır hastalıklar, kalp krizleri; bunların getirdiği katlanılması zor fiziksel ağrı ve sancılar ölümün insana çok uzak olmadığını daima hatırlatmaktaydı. Ancak bütün bunlar kısa bir süre sonra unutuluyordu. Kansere yakalandığını öğrenmek ise farklı bir şeydi. O insanı, sevilmeyen bir arkadaş olduğu halde, kendisiyle beraber yaşamaya mecbur ediyordu. Bu durumsa onun (belki de herkes) için hem sarsıcı, hem de ümit kırıcıydı.

İnsanın rahatlığı, Kur'an'ın ifadesiyle, "ölümü, kendisine çok uzak sanmasından" (1) kaynaklıydı. Sık sık cenaze namazlarına katılanlar bile böyle düşünüyor olmalılar ki, normaliteleri hiç değişmiyordu. İşte insanın handikapı buradaydı. Ölüme inanıyor, onun gerçek olduğunu biliyor ama bir nevi bundan kendini muafmış gibi görüyordu. Bu da onun, ölüm realitesine rağmen hayatından taviz vermeden yaşamasını sağlıyordu. Muhtemelen kanser gibi bazı hastalıkların, insanın ağzının tadını kaçırması sürekli bir ölüm hatırlatıcısı olmalarından ötürüydü.

İnsan en yalın ve en sarsıcı şoku kanserle yüzleştiğinde yaşıyordu. Bunun bir rüya olmasını umuyor, uyandığında kâbusun sona ermesini bekliyordu. Aslında yanılmıyordu. Gerçekten de gözlerini asıl aleme açtığında rüya bitecek, dünyaya ait ne varsa hepsi geride kalacaktı.

1- "Onlar onu (azabı) uzak görüyorlar" Kur'an, Meraic- 6 

Resim: http://www.on5yirmi5.com/haber/saglik/hastaliklar/83057/ilginc-doktor-hasta-diyaloglari.html 

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..