Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun hikaye onun hikayesi (on dördüncü bölüm - devam edecek)

Bir uzun hikaye onun hikayesi (on dördüncü bölüm - devam edecek)
 

O çocuk


Emine Yenge’nin çocuk böyle deyince içi sızladı. Bir an ‘Gız doğursu da gidmeverin, zaten bu dördüncü olucek’ diye düşündü; ama torunlarını da çok özlemişti.


Sonra ebe, kızının ikiz doğurabileceğini söylemişti. Ayrıca kızın kaynanası da ‘çok gurnuguduzdu’, kızına heç dirlik vermemişdi. Kızı yeni yeni evdeki otoriteyi ele geçiriyodu.

Gerçi kendi de kaynanaydı. Ama oğlu gelinini şehirde yaşatıyordu. Sonra o da gelinine azıcık ‘iş kesmişti’ o kadar. Sonradan oğlu karısına sahip çıkmış, “Ana, ben garıdan memnunun” demiş yani ‘Sen bizim işe fazlı garışma.’ demek istemişti. Emine Yenge kaçın kurası, bunu aynen böyle anlamış, bi da geline laf sokuşturmaktan vazgeçmişti.

Aslında başlangıçta oğluna biraz kızmıştı ama oğlana kızıp duracak değildi ya… ‘Onun da bi bildiği var herhal’ diye düşünmüştü.

Ya damadı? Kepazenin biriydi, hep anasının ağzına bakıyordu. Öyle olduklarını bilse kızını kesin vermezdi. Damat boylu poslu, yakışıklı olunca onu adam bellemiş, ‘hemi de’ bir istemede kızını verivermişti.

Kızı damadın, anasının ağzına bakmasından az çekmemişti. Ama şimdi yıllar geçip çocuklar büyünce evde idareyi yavaş yavaş ele almış, kaynanasını susturmasını bilmişti.

Yalnız kızının iki de bir enikler gibi çocuk doğuruşuna çok kızıyordu. Kaç kere “Gızım yeter gari, böyle doğurup durma, yaşın geçiyor, az gorun” dese de dinleyen kim? Emine Yenge ‘Gızın bu gızışgınlığı halasına çekmiş, o da köpekler gibi enikledi durdu. Onca ölenden keri hâlâ beş çocuğu var’ diye düşünüp kızın bu doğurganlığından kızının halasını sorumlu tutmuştu.

Gerçi kendi kardeşinin de dört çocuğu olmuştu ama kızın halası gibi hiç ölen çocuğu yoktu. Yani teyzesi bu benzetmede daha geride kalıyordu.

Aklından hızlıca bunları geçirip “Abov, gadın oğlum böyümüş de ninesini de bakıcemiş” diye çocuğun sırtını sıvazlamış “Ben az önce yevedim” demiş ve odasına gitmek için ayağa kalkmıştı. Durakladı, “O ekmekle bek gurumuş, onlan üsdüne azcık su atıve de örtüsünü gapa” dedi ve odasına gitti.

Çocuk, içine ekmek doğradığı çorbayı çabuk çabuk içti. Emine yengenin “ekmekle bek gurumuş, üsdüne su atıve de örtüsünü gapa” dediğini unutmuştu. Hızla hazırlanıp okula gitti.

Bugün ders öğleye kadardı. Öğleden sonra kitap almak için kasabanın meydanına gidecekti.

Giderken akşamdan biriken karı kütürdeterek üstünde yürümek hoşuna gidiyordu. Üzerinde sadece ceketi vardı. Anası kazağını getirmemiş, havalar daha iyi diye düşünüp ‘Önümüzdeki hafta göndereyim.’ diye düşünmüştü. Giderken “Havalar soğucek, ben bazar günü senin gışlıkları da gönderen” diye söylemişti.

Ama hava oldukça soğuktu. Çocuk karları kütürdetirken havanın soğuduğunu fark etti ve koşmaya başladı.

Tam okula çıkıyordu ki orada bir kaymasın mı? Bereket yerde kar vardı da üstü başı sadece kara bulandı. Yalnız dizi çok acımıştı.

Düşünce ilk iş etrafına gören var mı diye baktı. Okulun önünde iki çocuk ona bakıp gülüyordu. Hızla yanlarına gitti. “Ne gülüyusunuz? Ayı mı oyneyo?” diye çatacaktı. Ama iki kişi oldukları için çekinip içeri girdi.

Çocuklar da arkasından okula girdi. Çocuklardan zayıf, çakır gözlü olan hâlâ gülüyordu. Ama çocuk kimseye bir şey demeden sınıfa girdi.

Az sonra öğretmen de gelmişti. O iki çocuk da artık kendi önlerine dönmüştü. Bu sırada dizinin çok acıdığını fark etti. Pantolonu sıyırınca dizinin parçalandığını, pantolonun da delindiğini gördü. Dizindeki kanı kâğıtla silerken öğretmen onu görüp yanına geldi. Çocuğun dizinin kanadığını görünce onu sıradan kaldırdı. Kolundan tutup öğretmen odasına götürdü.

Çocuk öğretmen kızacak diye korkarken öğretmen şefkatlice “Çocuğum niye söylemiyorsun? Dizin çok kötü olmuş” dedi, “Acıyor mu?” diye sordu. Çocuk “acıyor” manasına başını sallamıştı. Öğretmen duvardaki dolabı açtı. İçinden pamuk ve iki şişe, bir kutu ve yara bandı aldı. Önce beyaz su gibi bir şeyi; oksijeni döktü. Çocuk ilk defa bunları görüyordu. O beyaz şey dizini köpürtüp hafif kaşındırdı.

Öğretmen pamukla kanları itinayla sildi. O sudan tekrar döktü. Biraz bekledi, küçük bir şişeyi açtı. Bu tentürdiyottu. Tentürdiyotu üfleyerek yaranın üstüne döktü.

Çocuğun çok canı yanmış, bağırmamak için kendini zor tutmuştu. Öğretmen bir yandan üflerken diğer yandan çocuğa “Biraz canın yandı, biliyorum ama yaranın iyileşmesi için tentürdiyot dökmek şart.” diye söyleniyordu. Yaranın üzerine toz ekti ve onun üzerine gazlı bez koydu. En son yarayı yara bandıyla örttü.

Sümük gibi bıyığı olan müdür de gelmişti. O da çocuğun üzerine eğildi. “Bu çocuğa ne olmuş böyle?” diye ne olduğunu gördüğü hâlde sordu.

Öğretmen, müdür gelince biraz toplanmıştı. “Çocuk okula gelirken düşüp dizini parçalamış müdür bey, ben de pansuman yapıyordum” dedi. Müdür “İyi yapmışsınız, bu yara fazla büyük, çocuğu eve gönderelim. Yalnız yanına da birini koyalım.” dedi. Sonra “Hemen gitmesin, biraz burada otursun. Ona bir de çay söyleyelim. Çayını güzelce içsin, sonra yanında hademeyle yavaş yavaş evine gitsin” dedi.

Çocuğa da “Oğlum git istirahat et. Sen evvelki gün kayıt oldun değil mi?” dedi.

Çocuk, görünce korktuğu müdürün baba gibi şefkatli davranışına, öğretmenin onu çocuğu gibi tedavi edişine çok şaşırmış bir şekilde “evet” der gibi başını salladı.

Müdür çocuğa “Siz ev mi tutumuz, başında kimse var mı?” diye sorunca çocuk çok yavaş sesle “Evet efendim, bene Emine Yenge bakıyo” dedi. Müdür “İyi o zaman çocuğa bakacak biri varmış. Hademe Emine Yenge kimse ona tembih etsin, çocuk iki gün yatıp istirahat etsin.” dedi. Öğretmen “Peki müdür bey, ben çocukla ilgilenirim. Çocuklara bir okuma verip geleyim.” dedi.

Müdürle öğretmen birlikte dışarı çıktılar. Çocuk şaşkın bakınırken az sonra hademe elinde büyük bir çay bardağıyla geldi. Bardağı çocuğun önüne koyarken “Geçmiş olsun oğlum, garda azcık dikkat edicen, yoğusam böyle düşer durusun.” dedi. Çayı karıştırdıktan sonra dışarı çıktı.

Çocuk usul usul çayını içerken öğretmen tekrar geldi. Gülümseyerek “Nasıl, tentürdiyot artık acıtmıyor değil mi?” diye sordu. Çocuk “Acıtmeyo öretmenim.” diye cevap verince öğretmen “Öyle değil, “Acıtmıyor öğretmenim.” diyeceksin. Sen kitap okuyor musun?” dedi. Çocuk “Okuyon öretmenim.” diye cevap verdi.

Öğretmen bu kez çocuğun konuşmasını düzeltmeden “Ders kitapları değil, onlardan başka; hikâye, roman okuyor musun? Onu soruyorum.” deyince çocuk “Ara sıra okuyon.” dedi. Öğretmen “İşte onun için konuşman bozuk. Okuldaki kütüphanede bol bol roman, hikâye, masal kitapları var. Onları okudukça konuşman da düzelecek, dersleri de daha iyi anlayacaksın. Sen iyi, zeki bir çocuğa benziyorsun. Şimdi bana söz ver bakayım. Dizindeki yara iyileşince okula devam ederken kütüphanedeki kitapları okuyacaksın, değil mi?” diye sorunca çocuk bu sefer daha canlı “Okucem öğretmenim” dedi.

Öğretmen çocuğun “öğretmen” derken dilini düzelttiğini görünce yanağını sıktı, “Aferin, seninle iyi anlaşacağız.” dedi.

Bu sırada odaya giren hademeye “Bekir Efendi, sen bu delikanlıyı al, yavaş yavaş kaldığı evine götür.” dedi. Hademe “Olur öretmenim.” deyip çocuğun pantolonunun dizini indirmesine yardım etti. Sonra elinden tutup “Hadi bakam deliganlı” deyip yürüdü.

Çocuk hem öğretmenin hem de hademenin kendine “delikanlı” demesinden gururlanmış, biraz daha büyümüş gibiydi. Hafif topallayarak hademeyle çıkıp gittiler.

Onlar odadan çıkarken öğretmen içinden ‘Bu köy çocukları ve aileleri böyle okumak için çırpındıkça geleceğimize güvenim artıyor. Bu çocuklara hep sahip çıkmalıyız’ diye geçiriyordu.

Hademenin koluna girdiği çocuk topallayarak okuldan çıktı. Hademe “Evin ne tarafda?” diye sordu. Çocuk eliyle göstererek “Şu yoldan gidicez, kasabaya çıkdıkdan sonra pancar binaları varımış. Onun garşısında bi yerde” deyince hademe evin olduğu yeri tahmin etti.

Çocuğu karın içinde gayet dikkatli götürüyor, arada bir “Dikkat ed, bi daha düşme aman.” diye uyarıyordu. Bu şekilde yavaş yavaş yürüyerek Emine Yenge’nin evinin yanına vardılar. Çocuk “İşde, bu evde galıyon” deyince hademe “Ben o evin sahabını bilirin. Emine Yenge değil mi?” diye sorunca çocuk “evet” anlamında başını salladı.

Birlikte evin önüne gelince hademe “Hey Emine Yenge!” diye seslendi. Emine Yenge içeriden “Kim o?” diye bağırdı. Aklı kızında olduğu için köyden çağırmaya geldiler diye telaşlanmıştı.

Kapıyı açınca hademeyi ve kolunda çocuğu görünce “Abov n’oldu yavruma?” diye bağırarak yanlarına koşup geldi. Hademe, “Telaşlanma yenge, çocuk okula gelirken gayıp düşmüş. Dizi paralanmış ellem. Öretmen pansuman eddi, eve gönderdi. Yatıp isdirahad edcemiş. Müdür bene ‘Götür bunu, nerde galıyorsa teslim ed gel’ dedi.” diye durumu açıkladı.

Emine Yenge hâlâ çocuğa bakıp sızlanıyordu “Abov yavrum düşümvedin? Ha azcık dikkat edseydin ya yavrum, gel şöyle” diye elinden tuttu. Hademeye “Allah senden de razı olsun. Ben şindi onu yatırı icabına bakarın, çok sağ ol” dedi. Hademe “Eyi yenge, benden bu gadarıdı. Ben gidiyon o zaman, gal sağlıcala.” dedi. Emine Yenge hademeye “Hade sen güle güle gid.” dedi ve çocuğun koluna girip onu odasına soktu.

Çocuk içeri girince Emine Yenge telaşla yerdeki çocuğun yatağının üzerindeki yorganı açıp “Hadi oğlum, gir içine.” dedi. Çocuk sadece ceketini ve kravatını çıkardı, yatağın içine girip uzandı. Emine Yenge onun üzerini örttükten sonra çıra ve kökle ocağı adamakıllı canlandırdı.

Bu sırada “Abo ben bu çocuğa neden şindi, acaba sağlıkcı mı çağırsam ki?” diye söyleniyordu. Çocuk “Yok yenge, öretmen bene bakdı. Yaranın üsdüne bi şeyle dökdü. Çok canım yandı emme öretmen bu senin yaraya iyi ede dediydi” diyerek sağlıkçı çağırmaya gerek olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

Ama kadın telaşla öyle içeri girip çıkıyordu. Bu sırada içinden çocuğu eve kiracı olarak alıp başına iş aldığı için kendine kızıyor ama sonra ‘Ee ben ev vermecen, öteki ev vermecek de bu çocukla nahal okucek?’ diye kendine cevap yetiştiriyordu.

O içeri girip çıkarken ocak adamakıllı canlanmış, oda çok ısınmıştı. Bunu fark edince “Eyi odayı bari ısıddık” dedi.

Çocuğa “Sen sakın kalkma oğlum. Ben sene şindi bir çorba kaynadırın. İçine de ekmeği doğrarım. Onu bir güzel yersin. Bi de ıhlamır gaynadırın. Onu da içersin, bi şeyciğin galmaz. Emme heç kakmıdan yadcen bak, onu göre…” diye çocuğa söyleniyordu. Çocuk kadının bu sözlerine usulca “Olur, heç kalkmam.” dedi.

Kadın gitti, önce çorbayı kendi odasında pişirmeyi düşündü, sonra iki masraf olmasın diye vazgeçti. Malzemeyi alıp geldi, çocuğun odasındaki ocağın üzerinde çabucak bir tarhana çorbası pişirdi.

Çocuk gidince onun çanağını yıkayıvermişti. Çorbanın birazını çanağın içine döktü. Bir de temiz kaşık verdi. “Al ninem, şunu ıscak ıscak ye bakem, içini ısıda.” dedi, sonra “Emme çok ıscak, üfle de azar azar ye.” diye uyardı.

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..