Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Bir zamanlar 'tarımda kendi kendine yeten' bir ülkeydik..

Bir zamanlar 'tarımda kendi kendine yeten' bir ülkeydik..
 

Bu veciz söze dikkatinizi çekerim..


Eskiden bize öğretilen, “Türkiye bir tarım ülkesidir “ sözünü hatırlıyorsunuz değil mi ? Özellikle 1970 hatta 80 yıllarına kadar okullarda daha bir yoğun öğretilen bu cümleydi bu… Ama ne olduysa, ikibinlerden sonra bu söz yerini “ Türkiye tarımı ithal eden bir ülkedir” sözü aldı.. Bunu bu ülkede kaç kişi kafasına taktı veya kendince yorumladı acaba ?

Tarım ülkesi Türkiye sözünün haricinde, En iyisi yerli malı, herkes onu kullanmalı” sözünü de bilirsiniz sanırım. Evet bu söz de diğeri gibi tarihe karışan bir söz oldu.. Türkiye hem tarımda yıllarca kendine yeten bir ülke oldu. Hatta hayvancılıkta bile durum böyleydi. Ülkenin dört bir tarafında tarımla uğraşılan, değişik tarım ürünleri yetiştirilen, tüm Türkiye’yi doyuran tarım sektörümüz vardı. Hatta, öyle bir durumda geldik ki, yetenin fazlasını da ihraç eden bir ülke konumundan, yetiştirdiği yetmeyen, yetiremeyen, ekmeyen, dikmeyen, yetiştirmeyen bir ülke konumuna düştük.. Öyle ki, Pamuk ve buğday cenneti olan ve ürettiğinin büyük bir kısmını ihraç eden Türkiye, şimdi Pamuğu Yunanistan’dan, buğdayı Rusya’dan, Fransa'dan arpa, Mısır'dan pirinç, Ukrayna'dan mısır, Sri Lanka'dan çay, İtalya'dan bakla, Çin'den sarımsak, Panama'dan muz, Meksika'dan nohut ve mercimeği Kanada’dan alır hale geldi. Bakın son verilere göre bundan 15-20 yıl öncesine kadar dünyanın tarımda kendi kendisine yeten 7 ülkesinden biri olan Türkiye, bugün 100'ü aşkın ülkeden tarım ürünleri ithal ediyor. Oysaki, sahip oğlumuz tarım arazilerin toplamı, birçok ülkeden daha büyük. Örneğin, toplam tarım arazilerimiz Lüksemburg’un 95 katı büyüklüğünde.. Ama buna rağmen, tarımda dışa bağımlı hale gelmişiz.. Ne kadar acı bir gerçek değil mi ?

Hatırlayın bir zamanlar Pamuk deposu Çukurova’ydı, Ege’nin Gediz ovasıydı, çeltik’te Tekirdağ bu işin lideriydi. Konya ovası için ‘buğday ambarı’ denirdi. Kendi mercimeğimizi, pirincimizi, kendimiz üretir, fırınlarda kendi buğdayımızdan üretilen unlarla ekmek yapılırdı. Bir zamanlar, kendi tohumlarımızı kendimiz üretirken, uzun yıllar İsrail’den alınan tohumlar kullanıldı ve şimdilerde durum vahim. Tarım arazilerimiz, genetiği değiştirilmiş tohumlar sayesinde, kanserlenmiş durumda ve bu kötü durum, Türk halkına anlatılması gerektiği gibi anlatılmıyor. İsrail-Kanada, ABD tohumu kullanmayın denmiyor. Bundan çıkış için sürekli proje üretiliyor. En göze batanı ise kendi hibrit tohumumuzu üretme çalışmalarının artması. Yakın zamana kadar İsrail, Rusya domatesini, patatesini bizden alırdı. Daha geçen ay yüz binlerce ton domates hastalıklı olduğu gerekçesiyle geri gönderildi Rusya tarafından. İhracatçı ve onların mal aldığı çiftçiler zor durumdalar şimdi.. Bunun sorumlusu kim ? Kimden hesap sorulmalı acaba?

Bakın bu ülkede, zamanın hükümetleri, bu hükümetlerin tarım bakanlıkları, bunlara bağlı tarım ve ziraat makamları, kooperatifler ziraatçıları, çiftçileri hep yanlış yönlendirdiler. İsrail tohumlarının bire beş verdiği hep çiftçilere, köylülere salık verildi. Resmen damarlarına girildi ve köylüler, bu tohumları kullanmaya neredeyse zorlandı. Kısa zamanda daha fazla ürün ve verim almaya alışan köylü, topraklarını kaybettiğinden habersiz, yılda 1 ürün alırken birkaç defa ürün almanın verdiği mutluk ve karlılıkla bu tohumları kullanmaya devam etti. Ama zamanla kanserleşen topraklardan elde edilen hasatta problem olmaya başladı. Pamuk kalitesi, karpuzlar tat vermiyor, sebzelerle yapılan yemekler eski lezzetinde değil, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi tonlarca domates hastalıklı diye geri gönderiliyor.. Bu hale gelmesinde zamanın bürokratları ve uzmanlarının kabahati büyüktür. Köylüyü yanlış yönlendiren, yanlış tohumlar almasına zorlayanlar ve hatta tarlasına ekmemesine karşın destek primleri verenler, verilmesini ve dağıtılmasını sağlayanlarda suçludur. Peki, devlet köylüye ekip, biçmemesi için dekar başına neden ‘destek primi’ verdi yıllarca? Bu sorunun cevabını vermek hem kolay, hem de zordur. Ama tek bir şey söyleyebilirim. Destek primleri ile tembelliği ve üretmemeye alıştırılan köylü de, köylüyü, çiftçiyi bu hale getiren kadar suçludur.

Hayvancılıkta da durum bundan farklı değil. Özellikle iç Anadolu ve Doğu Anadolu hayvancılıkta oldukça iyi bir konuma sahipken, bu ülke et ve canlı hayvana doyabiliyorken, yetebiliyorken, şimdilerde bugünlerde canlı hayvan ithalatı yapıyoruz. Geçmişte de damızlık hayvan ithalatı yapılıyordu, ancak sınırlıydı. Şimdi ise durum çok farklı. İnsanlar et yesinler diye, canlı hayvan ithalatı yapılıyor. Sebep, et çok pahalı. İnansınız mı? Hayır elbette. Asıl mesele, iç ürerim, iç talebi karşılamıyor. Yani yetmiyor. Türkçesi bu.

Türkiye yanlış politikalarla bu duruma getirildi. Tütün yetiştiricili bu ülkede nasıl bitirildi? Türkiye’de tekel olan sigara üreticilerinin bu işte bir parmağı olabilir mi? Mesela, sigara ve tütünlü mamul üreticileri üretimde kullandığı tütünün kaçta kaçını Türkiye’den (iç piyasadan) alıyor acaba? Bu sorunun yanıtını bürokratlar verebilir mi? Günümüzde bile fındıktan dünya birincisi olan Türkiye’deki fındıkçılara ‘ağaçlarınızı sökün, fındık yetiştirmeyin, şunu yetiştirin’ deniliyorsa bunun sorumlusu, suçlusu kimdir? Neden fındık üretimi birçok ürün gibi bitirilmek isteniyor. Topraklarda neden genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanılması tavsiye edildi. Neden her yıl çiftçiye açıklanan taban fiyatları hep beklenenin altında oldu ? Neden çiftçiler, ürettiklerimizi satamıyoruz deyip, karayollarına döküp, üzerlerinden arabalarla geçtiler. Neden hep üretici değil de, aracılar çok fazla kazanırlar.. Bu soruların cevaplarını bulduğumuz zaman, neden tarımda ‘kendine yetemeyen ülke’ olduğumuz sorusunun da cevabını vermiş oluruz…

../..

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..