Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '17

 
Kategori
Güncel
 

Bize Ne Yapıyorsunuz?

Bize Ne Yapıyorsunuz?
 

Karanlıkta işe giden insanlar.


Çok değil, hepimizin hatırlayacağı yıllar önce, sabah kalktığımızda hava sisli pusluysa canımız sıkılır, oflaya puflaya yataktan kalkar, elimizi yüzümüzü yıkayıp ayıldıktan sonra mevsimidir olacak derdik. Doğaya mahkûmduk, insana değil…

Şimdilerde uyanış saatimiz 05.00, 06.00, 07.00 aralığında. Büyük şehirin trafik çilesinden kör karanlık da. Çoluk çocuk üstelik… Serviste uyuyan anne-baba, çocuklar;  zifiri karanlık da halâ uyanamamış, duraklarda bekleyen, Günaydın temennisini küfür addeden mutsuz insanlar. İşe geç kalma korkusu bir yandan, toplu taşıma araçlarının kalabalığın da, aydınlanmamış  günün sabahında moralsiz, uykusuz , nereye koştuğunu bilmeyen insanlar.

Sabah’ın karanlığında uyanır uyanmaz elimizin gittiği ilk düğme aydınlatmayken ve de uyku sersemi birçok kez ışıkları açık unutup evden çıkma gerçeği varken hangi Enerji tasarrufudur yapılan anlamıyorum. Fakat ısrarcılığın nedenini biliyorum. Sarfiyat demek fatura demek .  Fatura demek vergi demek .  Dağıtım şirketleri’nin para kazanması demek.  İthal enerji’ nin ülkeye getirdiği mali yük kimsenin umurunda değil. Olması için liyakat sahibi olmak gerekiyor. Vatanını ve milletini sevmek gerekiyor.

Plazalarda çalışan, dili, kültürü, yaşam şekli, hayata bakışı farklı binlerce insan var. Programlanmış robot gibi çalışan, işyeri ile özdeşleşmiş, işsiz kalma korkusu ile hakkını arayamayan, mesai almadan –esnek çalışma saatleri- safsatası ile sömürülen köleler.  Milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede nasıl hak arayacaksın ki? Ayrıldığın an sırada bekleyen, daha ucuza çalışacak gürûh varken. Zaten insanlar kariyer hedeflerini rafa kaldırdı artık. Alacakları maaşa bakıyorlar. Hangi ay hangi vergi diliminden ne kadar etkileneceklerini hesaplıyorlar. Her yılbaşı aldıkları zamlı maaş, yılsonu geldiğinde bir önce ki yılın altına düşüyor. Ayakları zincirli, elleri çalışsın diye açık bırakılan mahkûm hepsi… Yaşamak istediğiyle yaşadığı hayat arasında sıkışmış, kurallar bütününe uymak zorunda olan, performans listelerine endeksli, devletin mali, işverenin manevi baskısı altında çalışmak, ekmek parası kazanmak zorunda olan insanlar… Mevcut şartlardan ötürü, özellikle de karanlıkta uyanmak zorunda olduklarından D ve B Vitamini depoları boşalmış durumda ya da en alt sınırda takviye alıyorlar. Düzensiz beslenme ve stresten tansiyon ve Hipoglisemileri var. Çalışma saatleri uzun, mesai yok. Hatta hafta sonları evden de çalışmak zorundalar.

2017 yoksulluk sınırı 5030.-tl. Açlık sınırı 1544 Tl. Yorum yapmıyorum. Biliyorum ki benim bildiğimi, düşündüğümü düşünen milyonlar var. DÜŞÜNCEYİ KÖLELEŞTİREMEZSİNİZ !

Bu topraklarda yaşayan insanlar mutlu olmayı hak ediyor. Bizler düşünen, sorgulayan, üreten insanlar olarak duygularımızla, algımızla, beynimizle alay edilmeyi hak etmiyoruz.  Doğuda ayakkabısı olmayan çocuğa da el uzatıyoruz. Dili, Dini, Mezhebi , Irkı ne olursa olsun; aynı topraklar üzerinde yüreğimiz bir atıyor. Canlı olarak Dünya’ya gelen her varlığın kendi ortamında mutlu yaşamasını istiyoruz. Şiddetin yerleşik düzen haline geldiği bu ülkede Adalet’in yeniden tesis edilmesini  şart koşuyorum.

Bakınız ;

-Trafik de İBB’nin otobüs şoförleri dahil (!)herkesin elinde cep telefonu denetim yok.

-Devletle millet son derece laubali, ceza tek taraflı… Hakaretler, küfürler, öfke kontrolsüzlüğü had safhada. Halk seyirci… Rahmetli Levent Kırca’nın skeçlerini hatırlatıyor bana. Ülke gerçeklerini esprilerle gözümüze sokardı biz televizyon başında izler gülerdik. İnce İnce Yasemince de de  şiddet görenle şiddet uygulayan çifte katıla katıla güldük… Bu gün de tam tersi susuyoruz…

-Korsan taksi durakları var. Çoğunun arabası Emniyet mensuplarına ait. Çevrilse de ceza yok !

-Hastanelere randevu almak imkânsız.  Katkı payları yüksek.  Üniversite Hastaneleri çaresiz. Özel hastaneler tam bir tüccar. Devlete öyle faturalar kesiyorlar ve öyle büyük rantlar elde ediyorlar ki  hepsi semtlere göre zincir oluşturmuş vaziyette. Sosyal Devlet sadece makarna, kömür gibi algılansa da sağlıktan eğitime fırsat eşitliğinin tesis edilmesi lütuf değil görevdir.

-Mustafa Kemal Atatürk ‘ün kurduğu Cumhuriyet’in bir takım kazanımları vardır ki esnetilmeye gelmez. Milli Eğitim keyfe keder uygulanamaz. Batı normlarında uygulanacak bir öğrenim sistemi çağdaşlığa açılan penceredir. Biz Batıdan uzaklaştıkça Araplaşmaya başladık farkında değil misiniz? Çağdaşlığı ülkeye transfer edeceğimize, beyin göçüne seyirci kalıyoruz.  Kendinize şu soruyu sormanız gerekiyor. “Biz bu ülkenin fabrika ayarlarıyla neden oynuyoruz?” F400 füzelerini neden Suudi Arabistan’dan, Irak’ dan ,  Suriye’den, Yemen’den değil de Rusya’dan alıyoruz? Tank motorlarında neden Batı’ya mahkûmuz? Neden Arap ülkeleri ağır ve hafif silah ihtiyaçlarını A.B.D ve Batı’dan temin ediyor? İslâm Dini değil o dinden nemalananlar, halkı cahil bırakarak biat kültürünü yerleştirip saltanat sürmek istiyorlar da ondan… Hâlbuki Allah’ın ilk emri OKU!   

-Faturalı alışveriş yok denilecek kadar az. Denetim yok.

-Kaçak işçi özellikle de çocuk işçi sanayi sitelerinin kanayan yarası. Denetleyen yok !

-Vatandaşlık haklarına sahip çıkmak teröristlik. Ceza çok…

-Sendikalar, STK’lar, Basın Yayın kuruluşları ya taraf ya da bertaraf….         

-İnsanlar çok katlı sefertası gibi binalarda hapis. Bir köy nüfusu bir apartmanda.  Kimsenin birbiriyle görüşmesi yok. İnsan ilişkileri bitmiş vaziyette. Kimse kimsenin ne olduğunu bilmiyor. Günü birlik kiralık dairelerde fuhuş da var terör de… Oysa 15-20 yıl önce “Ev alma komşu al.” “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Deyimleri vardı deneyimlenmiş… Kısa katlı apartmanların meyve ağaçlı bahçeleri vardı. Çocuklarımız kardeş gibi büyürdü. Aşağıda bir şey piştiği zaman, kokmuştur diye üst kata da çıkartırdık. Cenazelerimizde komşularımız yetişirdi önce. Şimdi belediyeler gönderiyor tepsi  tepsi yiyecek. Asansörde karşılaştığınız karşı komşunuz başsağlığı bile dilemiyor. Haberi yok ki… Rant esaslı Sosyo-Kültürel dejenerasyon’un temel nedeni bu binalardır. Ekolojik dengenin, çevre sağlığının bozulmasının sebebi de bu binalardır. Bu gün “Günahımız büyük.” Diyenlere ceza var mıdır? Hayır. Oysa bu bir itiraftır. Bürokrasi çökmüştür. Belediyelerin onaylamadığı projeler, bakanlık yoluyla kabul görmektedir. Esas olan ranttır. Birileri çok büyük paralar kazanırken halk eziyet çekmektedir. 2 şeritli yolun kenarında inşa edilen 26 katlı 8 bloğun önünden 1 Km. yolu 1,5 saatte geçince devlet eli ile   şiddet’e  maruz kaldığınızı hissediyorsunuz. Bakırköy Sahil Yolu örneğin de olduğu gibi.

-Üst katlar rezidans, AVM cenneti oldu ülkemiz. İç piyasa da halkın alım gücü düştükçe Araplara blok satış yapan müteahhitler sayesinde, havuzlu diye satın aldıkları dairelerinin havuzuna giremiyor insanlar. Nişantaşı,  Beyoğlu, Taksim, Florya, Yeşilköy gibi gelir düzeyi yüksek muhitlerde Araplar her yerde. Öyle ki Yeşilköy Sahilinde, 3 Km. sahil şeridi boyunca , yalıların önünde mangal yakan Araplar son derece saygısız ve pervasız. Oysa “Elitler” diye ayrıştırılmadığımız dönemlerde zabıta memurları dolaşır ve ceza yazardı. Yeşil alanda oturmak değil kastettiğim. Kilometreler boyunca göz gözü görmeyen duman. Cezası yok!  Dumandan evlerinin panjurlarını kapatıp oturmak zorunda kalan vatandaş şikayet ederse “Rahatsız mı oldunuz ? Vatandaş sahilde oturamayacak mı? Paranız var diye mi?” aşağılamaları. Evet rahatsız oluyorum. Sen o vatandaşlara piknik alanı göstermezsen, ormanları imara açarsan, meskûn mahalde mangal yakılamayacağı bilincini yerleştirmezsen, parası olanı Elitist diye sınıflandırır hedef gösterirsen O da köyünde ya da ülkesinde yaptığı gibi bir karış yeşil yer gördüğün de mangalını yakar. Sonra da Unkapanı’ndan Eyüp’e sahil yolundan giden sürücü göz gözü görmeyen dumandan kaza yapar. Arap lokantaları, Arap mağazaları, Araplara yönelik kreasyonlar, Arap otelleri derken Türk kültürümüz kozmopolit bir hale geldi vesselam. Ben Arap diyorum. Devleti yönetenler Müslüman. Arap bir Irk. Etkisiz eleman. Ancak Müslüman dediğinizde hassas nokta. Bir şey söylemeye kalkarsanız din kardeşine karşı olursunuz. Çok etkili. Biz savaş travması  geçiren Suriyelilerle Araplaşma yolunda hızla ilerliyoruz. Daha Müslüman oluyor muyuz hayır… Sadece yozlaşıyoruz !

-Demokrasi çok sesliliktir ‘derler’. Halkın kendi kendini yönetmesidir ‘derler’. Biz seçmiyoruz ki…Dayatılanı onaylıyoruz. Onayladığımız bir şey yaparken bizim için yapmıyor ki. Mesela İlçemiz’in Belediye Başkan’ı yeşil alanı imara açtığında bize soruyor mu? Onaylamadığımız bir uygulamayı protesto ettiğimizde biber gazı ve şiddete maruz kalıp, terörist damgası, örgütçü, vatan haini oluyor muyuz? Evet. O halde Demokratik hakların kullanılamadığı bir ülkede “Gelişmiş Demokrasi” den söz edilemez ! Demokrasi ihlâli suç mudur? Ceza alan var mı?

Mutsuzuz… Aşk, sevgi , saygı , güven olgularını unutturdular. Duygularımız paramparça. Hayal kuramıyoruz. Her  gün bir şeyler avuçlarımızdan kayıp gidiyor…Karamsarlık mı? Hayır. Toplum profili.

Benim her zaman bir umudum mutlaka oldu. Değil mi ki Güneş her gün doğuyor  ve aklımız en büyük hazinemiz, değil mi ki ektiğimiz tohumlar yeşeriyor halâ , değil mi ki bir çocuğun gülüşünde huzur buluyoruz ve Dünya bildiği gibi dönmeye devam ediyor o halde varız… Umut her zaman var olacak.

Tebessümle kalın.

 

6.Aralık.2017

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..