Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Önce umutlarını yitirdi

Önce umutlarını yitirdi
 

Askerliğini zor bela bitirip bir sene de İstanbul'da sürttükten sonra nasıl etmişse etmiş, Romanya ve Çekoslavakya üzerinden kapağı Almanya'ya atmıştı Salman.

Bavyera'nın küçük ama sevimli kasabalarından birinde yuvarlanıp giderken Salman'la tanışmış, ona yatacak bir yer, iyi kötü bir iş ayarlamıştık. Halleri, tavırları ve o Türkiye insanına özgü esprili konuşmalarıyla sevgimizi kazanmıştı. Kasabamızdaki göçmen Türkler'in tek düze yaşantısıyla Salman'ın deli dolu ama sevimli tavırları ilginç bir tezat teşkil ediyordu. Dernekteki söyleşilerde "Hadi anlat bakalım memleketten." dedikleri vakit, bülbül kesiliyordu Salman...

Bugüne kadar hiç bir baltaya sap olamamış orta iki çıkışlı Salman'ın bilmediği yoktu. Borsada nasıl oynanır; hisse senetleri ne zaman alınıp ne zaman elden çıkarılır; repo yaparken nelere dikkat etmeli; her türlü dövizin TL karşısındaki durumu Salman'ın uzmanlık alanına giriyordu.

Kendisi pek yararlanamamıştı bu bilgilerden! Bazı ufak tefek talihsizlikler, yeterince parası ve "arkası" olmaması onun elini kolunu bağlamakla kalmamış, kendi deyimiyle onu "Alamanyalara" mahkum etmişti.

Aradaki mesafe duvarları inceldikçe kendisini daha yakından tanıma imkanımız oldu. Salman iyi ve hoştu ama "Alamancı" değildi. Dediğine göre de hiç bir zaman olmayacaktı. Onu yerleştirdiğimiz iş yerinden üç gün gibi bir sürede, hem de olaylı bir şekilde ayrıldığını öğrendiğimizde, bizler de anladık Salman'ın "Alamancı" olmadığını ve hiç bir zaman olamayacağını.

Türkiye'de yetişen son kuşağın tipik bir temsilcisiydi Salman. Ona göre ne olacaksa fazla bir emek "harcamadan" ve herhangi bir "bedel" ödemeden olacaktı. Bir kat, bir araba, bankada yüklüce bir hesap hayalleri sabahtan akşama kadar fabrikalarda çalışmakla gerçekleşmezdi. Kapağı Hollanda veya Berlin'e atıp "uyuşturucu mafyasına" katılmak, cesareti ve bileğinin gücüyle "baba"ların gözüne girerek kısa yoldan köşe dönmenin çekiciliğine kaptırmıştı kendini.

Alem buysa, kral olmak da Salman'a düşerdi!

Tuttuğu yolun bir hayli tehlikeli olduğu kendisine hatırlatıldığı zaman, bu "yolda" başarılı olmuş kişilerin isimlerini ve yaşam "serüvenlerini" anlatırdı, saklamaya gerek bile duymadığı bir ihtirasla. Çok değil, iki sene içinde en son model bir BMW ile İzmir'e Bornova istikametinden son sürat girecek, doğup büyüdüğü mahalleye kendini ispat edecekti.

Aradan fazla bir zaman geçmeden Salman'ın vukuatları da başladı... Araba çalıp gezmeler... Dernek ve lokallerde kavga çıkarmalar... Ödünç alıp bir türlü geri ödemediği borçlar Salman'ın çevresinin bir anda boşalmasına yetti. Kendisine tanınan krediyi pek çabuk tüketmişti Salman.

Bizim ufak ve sakin kasabamız dar geliyordu artık Salman'a. Dernekte para toplandı ve isteği üzerine kendisini Berlin'e gönderdik. Salman Berlin'e de hızlı bir giriş yapmıştı. Onu emanet ettiğimiz Berlinli dostlardan gelen haberler pek de iç açıcı değidi... "Salman hapa ve esrara başlamış... Salman torbacılık yapıyormuş... Salman kumar masasında hile yaparken yakalanınca dayak yemiş... Salman'ı içeri atmışlar... Salman içerden tahliye olmuş... Salman'ın kollarında iğne izleri varmış"...

5 sene sonra, işimiz gereği Berlin'e yerleşince, Salman geldi, buldu beni... Salman bitmiş... Salman yok olmuş... Salman bir deri bir kemik... Salman canlı cenaze... "Gözüne girecek" bir uyuşturucu babası bulamamış, buldukları da aralarına almamışlar, kullanabildikleri kadar kullanmışlar Salman'ı.

Salman'la beraber hayalleri de yok olmuş. İzmir'e Bornova istikametinden son model bir BMW ile girme özlemlerini de unutmuş. Kanına zehir, boş midesine biraz ekmek bulma telaşında. Bahnhof Zoo'da kah dilenip, kah uyuşturucu satarak yaşamaya çalışıyor.

Nedendir bilmem, aylarca peşinden koştum Salman'ın. Salman'da "Hepatit"in "C" si var. Ortaklaşa kullanılan şırıngalar, bir de asrın vebası diye tanımlanan "AIDS" i tebelleş etmiş Salman'ın başına. Üst üste yaptırttığımız "Eliza" testlerinin hepsi pozitif. Salman doktor yüzü görmemiş; vururlar bir iğne öldürürler, saplantısı içinde. İlticacı diye yer bulamıyor terapi merkezlerinde. Zar zor bulabildiğim yerlerde de Salman durmuyor.

Kahve, dernek, oyun salonu ve benzeri yerleri mekan seçmiş göçmen gençlerin yüzde doksanlara varan bir oranda "mesleksiz" olduklarını... Bunların tamamına yakınının uyuşturucu illetinin pençesine düştüklerini Salman'ın peşinden koşarken öğrendim...

Salman'ın peşinde koşarken öğrendim, terapi merkezlerine tedavi için başvuran her 4 bağımlıdan birinin Türk pasaportu taşıdığını...

Analar gördüm tedavi merkezlerinin kapılarını aşındıran, gözleri yaşlı...

Babalar gördüm "Malım mülküm senin olsun, kurtar evladımı." diye haykıran...

Salman'ın peşinden koşarken tanıdığım "Salman'ların" sayıları o kadar çok ki... Ve durum öyle umutsuz ki!..

Vaktiyle Salman'ın bana hediye ettiği oyuncak maymun takılıyor gözüme... "Bu hergelenin ismi 'İbram'dır abi, sana uğur getirsin." diyen sesi yankılanıyor kulaklarımda. Hemen Bahnhof Zoo'ya gidip onu bulmak geliyor içimden. Acı hatırası ve bende bıraktığı iz o kadar canlı ki, unutuveriyorum kolunda şırıngayla altı ay önce öldüğünü.

Berlin'deki kimsesizler mezarlığına yolum düştükçe uğruyorum. 29 seneye sığdırdığı kısacık ve acı dolu yaşamında ne kendisine ne de hayallerine bir yer bulabilmişti Salman.

Artık onun da bir yeri var!

Berlin 1996.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..