Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '14

 
Kategori
Güncel
 

İslam Dünyası diye bir Dünya var mı ?

İslam Dünyası diye bir Dünya var mı ?
 

“Saygıdeğer Lord Rotschild. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve hedefin gerçekleştirilmes kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır’

İngiltere Dış işleri bakanı

Lord Arthur James Balfour(1917)

İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlarla ilgili haberleri her izlediğimde vicdanım sızlıyor, tansiyonum yükseliyor. Bir hap daha almak zorunda kalıyorum. Bu yüksek tansiyonlu Filistin haberlerini izlemelerim sonunda her defa kendi kendime şu soruyu sormaya başladım: İslam dünyası diye bir dünya var mı ki biz bu olmayan dünyadan Gazze’de kurşunlarla yere serilen o gencecik Filistinli çocuklar için yardım ve destek bekliyoruz. Evet bu oldukça soğuk, iç acıtıcı, kahredici, insanı derinden yaralayan sorunun cevabını biz müslümanlar dürüstçe vermeden ne Filistinlileri İsrail tasallutundan kurtarabilir ne de dünyanın dört bir yanında zulme uğrayan, hakları gasp edilen Müslümanlara yardım edebiliriz. Olanlar karşısında sadece acizlerin yaptığı gibi koskoca İslam topluluğu olarak beddua eder, sokaklarda protesto gösterileri yapar, politikacılarımız duygu yüklü konuşmalar irad ederek bu vahşet operasyonları üzerinden iktidarlarını daha fazla berkitirler. Ama orada Filistinli çocuklar, gencecik insanlar İsrail kurşunlarıyla ölmeye devam ederler... Gelin hep beraber dürüstçe yukarıda sorduğum sorunun cevabını vermeye çalışalım. Evet, yeryüzünde siyasi bir güç olarak "İslam Dünyası" diye bir dünya var mı?

Önce bir dinle ilişkilendirilmiş dünya tasavvur etmek ne demektir kısaca onun üzerinde duralım. Burada “dünya” kavramını siyasal sınırlar ötesinde aynı dine inanan toplulukların potansiyel ve ortak güçlerini ifade etmek için kullanıyorum. Ancak benim burada kastettiğim, harekete geçmesini istediğim “dünya” ayrı siyasi sınırlar içerisinde farklı siyasi ekipler tarafından yönetilen, İslam ülkelerinin, müslüman toplulukların ortak problemlerini çözebilme konusunda ortak vaziyet alış biçimleri geliştirebilme yeteneklerinin var olup olmadığı ile ilgilidir... Cümleyi tersinden okuyacak olursak bu yapıların diyelim ki Filistinli Müslümanlara yapılan İsrail zulmü karşısında neden retoriğin ötesinde birlikte harekete geçme kabiliyeti gösteremediklerini ve olaylara sadece protesto mahiyetinde tepki koymayı yeğledikleri ile ilgilidir…

Yukarıda yaptığım kısa açıklamadan sonra “İslam dünyası” kavramını daha derinlemesine açıklamaya çalışalım. Bir dini inanış, inananlarının hakkını ve hukukunu yeryüzünde koruyan bir dünya haline nasıl gelebilir? Bunun örnekleri var mıdır? Eğer yoksa böyle bir dünya nasıl inşa edilebilir? Sorumuza önce İslam toplulukları dışında çoğunluğu Hıristiyan, Budist ve Konfüçyen inanç sistemlerine bağlı topluluklara bakalım. Bunların bir dünya inşa edip edemediklerini kısaca sorguladıktan sonra İslam dünyası kavramının neden var olup olmadığının sebepleri üzerinde düşünmeye çalışalım.

Uzunca bir süredir dünya üzerinde etkili yönetim sistemleri kurmayı başarmış toplumların siyasal sistemler üzerinden kendileri ile ilgili zamanı nasıl yönettikleri konusunda çalışmalar yapıyorum. Bunların başında ise Ana karada birinci derecede rakibimiz olan batı toplumları ve bunların inşa ettikleri büyük siyasi yapılar/organizasyonlar geliyor. Yunan imparatorluğundan Büyük İskender’e oradan Roma İmparatorluğu ve zamanımıza kadar gerçekleşmiş büyük siyasi yapıları ve onların kendilerini yeryüzünde tahkim etme çabalarını anlamaya çalıştım. Sonra Orta Asya toplumlarının hayata geçirdikleri siyasal yapıların zaman yönetim tarzlarını özellikle İslam dini bağlamında bir dünya inşa etme çabalarını öğrenmeye gayret ettim. Buna ilaveten Cahiliye Dönemi Arap toplumu, Emevi ve Abbasilerle ilgili okumalarda bulundum. Cahiliye dönemiyle ilgili olarak okuyanların önemli bulduğu bir makale yayınladım…

Sözü fazla uzatmadan konumuza dönersek uzun süren batı tarihi okumalarım sırasında açıkça gördüm ki, ne Antik Yunan zamanında ne Büyük İskender döneminde ne Roma İmparatorluğunda ne de Hıristiyan olan zamanımızda batılı yöneticiler asla dinlerinden ve bu dinin dünyayı yeniden inşa etme sevdalarından vazgeçtiler. Elbette batıda Hıristiyanlıkla alay eden onu küçümseyen, hatta onu reddeden düşünür ve entelektüeller her zaman ortaya çıktı ama batı dünyası dediğimiz dünyayı yöneten siyasi yapılar, dinlerinden, kendilerini geçmişe bağlayan bilgi setlerinden asla vazgeçmediler. Bin yıl süren İslam baskısına feodal bir sistem inşa ederek büyük bir direnç gösterip karşı koydular ama asla teslim olmadılar. Bu gerçeği itiraf etmek zorundayız. Tersine mayasını dinin oluşturduğu siyasal sistemler üzerinden yaptırımlı kurumlar inşa ederek zamanı kendi lehlerine yönetmeyi başardılar. Bunu ortaçağ batı toplumunu merkeze koyarak, onun üzerinden gerçekleştirdikleri devrimlerle hayata geçirdiler. Rönesans, Reform ve diğer düşünsel yenilenme hareketleri, zamanlarında pagan temellere dayanan dini inanç biçiminin hep yeni versiyonu oldular. Ama o yapıyı asla ne inkâr ettiler ne de dışladılar…

Bütün bunların sonunda bana göre müslüman topluluklarda hala var olmayan bir anlayış ve vaziyet alış biçimini hayata geçirerek kendilerini sürekli yenileyebilen bir siyasal sistemi halk üzerinden inşa etmeyi başardılar. Bu değer bana göre yüksek derecede gelişmiş bireysel ve toplumsal hak arama bilincini sürekli inşa eden organizasyonların hayata geçirilmiş olmasıdır. İşte batı dünyası diye bir dünyayı inşa eden, iktidarları buna zorlayan, bu soran sorgulayan, bireyi hayata geçiren bir sosyal sistemi inşa edebilme kabiliyetidir. Bu anlayış batılı siyasal sistemleri aptalların yönettiği bir sistem olmaktan kurtardı. Her dört senede bir yenilenen modern demokrasiyi böyle inşa ettiler. Onun içindir ki batıda iktidarlar toplumun toplu vaziyet alış biçimleri geliştirebilme yeteneği karşısında daima duyarlı olmak zorunda kalmışlardır. Bu anlamda batıda bir batı dünyası kavramının var olduğunu ve bu dünyanın sahip olduğu inanç tarzının bir politikası, dış dünyaya bakışı ve hassasiyetlerinin olduğunu Filistin meselesinde açıkça görüyoruz. Batının kurduğu ve birinci derecede inisiyatif sahibi olduğu Birleşmiş Milletler Teşkilatı genel sekreteri Ban Ki-Moon gözümüzün içine baka baka Filistinlileri kınamış İsraillilere ise baş sağlığı dilemiştir.

Müslüman topluluklara gelirsek batının yaklaşık beş yüz sene önce E.Wallerstein’in deyimiyle “Modern Dünya Sistemi”ni inşa ederek toprağa gömdüğü feodal ilişkileri dini anlayış biçimleri üzerinden hayatın merkezine taşıyarak devam ettirmekten kurtulamamıştır. Din bizim toplumumuzda siyasal sistem tarafından bazen dışlanmış, dışlandıkça da feodal ilişkilerin tahkim edicisi bir paradigma haline dönüşmüştür. Müslüman topluluklara şöyle bir baktığımızda en gelişmiş toplumsal kurumlara ve bu kurumları kullanma ve yeniden inşa edebilme kabiliyetine sahip toplumlardan birisi olarak Türk toplumu da dâhil diğer müslüman ülkelerde din feodal ilişkinin temel esprisi olan vasallık bağlarla bağlılığı berkiten bir inançlar sistemi olarak görev yapmaktadır. Feodal toplum anlayışının modern Türkiye versiyonu kabile anlayışına dayanan aşiret, cemaat, modern gruplar, siyasal partiler yoluyla kendini en modern organizasyonlar içerisinde yeniden üretmekte adeta ülkemizi şeyhler, dervişler ağalar toplumu haline getirmektedir. Müslüman ülkelerde yönetimler devlet imkânları üzerinden feodal ilişkileri tahkim eden organizasyonlar haline geldikçe bireysel vicdanlar bir türlü kendileri olamıyor parti liderlerinin, cemaat adamlarının, aşiret reislerinin vassalları haline gelerek iradelerini bu kerametleri kendinden menkul insanlara bağımlı hale getirerek onların istediği gibi kullanıyorlar. Bunun anlamı liderlerine körü körüne sorgusuz bir şekilde bağlı, iradesi ipotek altına alınmış insan gruplarından oluşmuş bir toplum haline dönüşmüş olmamızdır.

Tarihi tecrübeye dayanan, bir arada yaşamayı kolaylaştıran bilgi setleri parçalanmış, örtülü referans sistemi deforme olmuş bu toplulukların haksızlıklar karşısında direnecek bir dünya inşa edemeyeceklerini söylemeye gerek bile yoktur. İster kabul edelim ister etmeyelim müslüman topluluklarda tam da batılı anlamına uygun vassal ilişkiler üzerine bina edilmiş insani/toplumsal ilişkiler din diliyle süslenmiş olarak otantik bir rasyonelliğe dayanmadığı gibi meşruiyetini dinden almış din dışı bağlılıkların bin türlü uygulamasını görmek mümkündür. Hak arama bilincinin gelişmediği sadece manevi ilişkilerin vassallık bağlılıkları artırdığı bir ülkede ve toplumda cemaat yapıları, aşiret yapıları siyasi partiler insan iradesini felce uğratan değerler olarak ortaya çıkar ve bütün bu saflık ve sahtekârlıklar din üzerinden meşrulaştırırlar. İşte zulüm karşısında sadece protestoyla yetinen, yöneticilerini İslam âleminin ortak problemleri karşısında harekete geçiremeyen, İslam ülkeleri ve toplumları gerçeği ne yazık ki bundan ibarettir.

İslam Dünyası bu toplumsal ve siyasal feodalleşmeden ve feodal ilişkilerin hiyerarşik yapıları haline gelen sözde sivil toplum yapılanmalarından kurutulamadığı sürece bu kurumları yönetenler hamasi nutuklar atmaktan, beylik laflarla problem çözmekten, düşmanı kınamaktan öte gidemeyen yaptırımlara başvurmaktan kendilerini asla kurtaramayacaktır. Çünkü bizim için kahredici de olsa açıkça söylemeliyiz ki "İslam Dünyası" diye bir dünya maalesef yoktur. Ancak feodal yapılar üzerine inşa edilmiş feodal senyör haline dönüşmüş iktidar sahiplerinin otoritelerini manevi ilişkiler üzerinden meşrulaştıran kurumlar vardır ve bu kurumlar üzerinden ise yaptırım gücüne kavuşmuş bir İslam Dünyası inşa etmek mümkün değildir. Belki sevgili okuyucularım çok katı yargılarda bulunduğumu varsayabilirler ama insaflı düşünüldüğünde İslam toplumlarında çıplak gerçeğin bu olduğunu göreceklerdir.

Eli kanlı, katil İsrail yönetimine gelince onları bu coğrafyanın başına bela eden İslam düşmanı siyasi merkezin belgesini makalenin girişine epigrafi olarak koydum. Ortadoğu coğrafyasını kana bulayan politikaların görünmeyen teorisyeninin İngiliz Kraliçesinin hükümeti olduğunu biliyoruz. Aynı majestelerinin hükümeti İslam Dünyasının bu arada öncelikle bizim kalbimize ikinci bir kamayı saplamanın hazırlıklarını yapmakta IŞİD’i hemen yanı başımızda Vahhabi anlayışa dayalı bir otorite olarak inşa etmeye çalışmaktadır. Bu konuyla ilgili düşüncelerimi ise bundan sonraki yazımda okuyucularımla paylaşmak istiyorum. ….İyi okumalar. Hayırlı Bayramlar...,

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..